Virüsün ekonomi-politiği
Mehmet Ali Güller 01 Ocak 1970
Virüsün sosyalist olduğu, zengin-fakir ayırt etmediği, herkese bulaştığı görüşü doğru değil. Her şey gibi virüsün bulaşıcılığı da, tedavisi de sınıfsal.
Madde madde anlatmaya çalışalım ve virüsün ekonomi-politiği için bir girişe başlayalım:
Virüs en çok emekçilere bulaşır
New York Belediye Başkanı Bill de Blasio, “ABD’de koronavirüs kaynaklı ölüm oranlarının siyahiler ve Hispaniklerde daha yüksek” olduğunu açıkladı.
Siyahların ya da Hispaniklerin daha çok ölüyor olması etnik değil, sınıfsal bir meseledir. Çünkü ABD’de siyahlar ve Hispanikler, genel olarak alt sınıflardandır. Çoğunluğu hizmet sektöründe ve emek isteyen işlerde çalışır. Dolayısıyla, bırakınız üst sınıflara göreyi, karantinayla birlikte evinde çalışma olanağı bulunan orta sınıflara göre bile korona ile temas etme oranları çok daha yüksektir.
Aynı durum bizde de yok mu? İstanbul’un ilçe ilçe salgın istatistikleri açıklandı. Benzer tablo burada da geçerli. Bağcılar ve Esenler’de vaka oranının en yüksek olması, sınıfsal nedenledir. Çünkü bu iki ilçemizde emekçiler yaşar ve onların evden bilgisayarla çalışabilme lüksü yoktur. Fabrikalarda, pazarlarda, marketlerde, kargo şirketlerinde, hizmet sektörünün diğer işkollarında çalışmak zorundadırlar. Ücreti ödenmediği sürece bu emekçileri karantinaya almak, teknik olarak korona etkisiyle aynıdır maalesef.
Kısacası istisnalar olmakla birlikte, genel olarak fakirlerin virüse yakalanma oranı, zenginlere göre çok daha fazladır.
Zenginler tedavide daha şanslıdır
Tedavi için de benzer durum geçerlidir.
Virüse yakalanan bir zenginle bir fakirin aynı şartlarda tedavi edilmeyeceğini biliyoruz. Boğaz’daki yalısında spor yaparken fotoğraf paylaşan ve haliyle kendisini dışarıda sanıp da “neden karantinaya uymadığını” soranlara, “sakin ol şampiyon, evimdeyim” diye hava atan o burjuva örneğin, kargo taşırken virüsü kapan emekçi kardeşimizle aynı şartlarda mı tedavi edilecek?
Elbette çoğunluğu halkçı olan, halk sağlığı perspektifine sahip hekimlerimizin nezdinde ikisi de eşittir. Ancak özel hastane sektörü açısından para/gelir, Hipokrat yemininden daha kutsaldır!
Bu gerçek, en çıplak haliyle o model gösterilen İsveç’te yaşandı örneğin: Bir hastanenin, 80 yaş üstü koronavirüslü hastaların yoğun bakıma alınmaması yönünde doktorlara talimat verdiği ortaya çıktı. ABD’de sağlık sigortası olmayan 17 yaşındaki koronavirüslü gencin ölümü ise daha da çarpıcı...
Uzatmayalım: Zenginle fakir, ilaca erişimde de, kaliteli besine erişimde de aynı şartlara sahip değildir.
Paketler şirketleri kurtarmak için
ABD, AB ve Japonya salgın nedeniyle yaklaşık 7 trilyon dolarlık paket açıkladı. Ancak bu paketler esas olarak salgına karşı halkı desteklemek için değil, şirketleri ayakta tutmak için açıklandı.
Yani “gelişmiş kapitalist” ülkeler, aslında şirketlerini, sistemi, kapitalizmi kurtarmak için paket açıklıyorlar.
Bizdeki durum da pek farklı değil. Açıklanan 100 milyar TL’lik paket incelendiğinde görülecektir ki, AKP’nin paketi de esas olarak şirketler içindir.
Kuşkusuz halk için de küçük bir pay var pakette: Kolonya ve maske; Erdoğan imzalı “hediyedir” yazan bir “propaganda” torbası içinde tabii...
Şirketin ‘milli dayanışması’ vergiden düşüyor!
Şirket kurtarma paketini oluşturan kaynak, esas olarak emekçilerin vergilerinden ve ürettiklerinden oluşuyor elbette.
Yani iktidar, şirketleri kurtarmak için emekçilerin oluşturduğu kaynağı kullanırken, o emekçilere destek paketi oluşturabilmek için de yine emekçilerden kaynak isteyen bir “milli dayanışma kampanyası” düzenliyor!
Diyebilirsiniz ki, “kampanyanın destekçileri sadece bir telefon mesajıyla 10 TL verenler değil ki, şirketler milyon TL veriyor!”
Doğru, veriyorlar ve ödeyecekleri vergiden düşüyorlar! O büyük işinsanları bağışı şahsi servetlerinden değil, şirketleri üzerinden ödeyerek vergiden düşüyorlar!
Dolayısıyla kazanan büyük şirketler oluyor: Milli Dayanışma Kampanyası’na yaptıkları “bağış” vergiden düşüyor, yani devlete vergi olarak vereceğini “yardım/bağış” diye vermiş oluyor; diğer yandan da kamu kaynaklarını “kurtarma paketi” olarak kendilerine yönlendiren iktidar tarafından destekleniyorlar!
Kuşkusuz bazı sektör ve büyük şirketlerin çok, bazılarının az ya da hiç yararlanamaması da söz konusu; bu da iktidarla ilişkilerinin çapına bağlı elbette.
Son not: Mesele küçük ve orta boy işletmeler ve şirketler değil elbette, sistemin as oyuncuları olan büyük şirketler! Zira pek çok küçük işletme ve şirket sahibinin durumu, çalıştırdığı emekçilerden çok az daha iyi.