Gençlerle Başbaşa
Mehmet Niyazi özdemir 01 Ocak 1970
Birkaç gün önce Bayezıt Kitap Fuarı'nda Yağmur Yayınevi'nin yetkilisi Süleyman Özdemir, hocamız Ali Fuat Başgil'in ‘Gençlerle Başbaşa' adlı kitabını hediye etti.
Eserin bir sayfasına Latin alfabesi, hemen karşısındaki sayfaya ise eski harflerimiz kullanılarak geçmişimizi bize öğreten güzel bir kılavuz oluşturmuşlar. Kitabın hazırlanıp basılmasında emeği geçenleri tebrik ederim.
Hukuk fakültesine başladığımızın haftasında, büyük anfide rahmetli Ali Fuat Başgil'in siluetini şimdi bile görür gibiyim. Ak saçlı, kravatlı, hürmet telkin eden bir görünüşe sahipti. Önceki ders saatinde Roma Hukuku'nun hocası; “Dünyada Roma hukuku, Kara Avrupa'sı hukuku, bir de Anglo-Sakson hukuku bulunmaktadır.” demiş ve şunu ilave etmişti: “Bir de İslam hukuku var ama ilkel bir hukuktur, burada zikretmeye değmez.” Hocamızı tanıyan eski bir öğrenci; bu sözleri bir kâğıda yazmış, buna ne diyorsunuz diye de ilave ederek kâğıdı kürsüye bırakmıştı. Ali Fuat Bey, önündeki kâğıdı okuyunca gözlerini bizlere çevirip konuşmaya başladı: “Birisi bizim geçmiş hukukumuz hakkında ileri geri konuşmuş; be hey şaşkın! Peşine takıldığımız Avrupa, İmam-ı Azam Ebu Hanife için hukukun altın direği diyor; modern hukuka örnek olarak gösterilen Fransız Codecivile'in altında Hanbeli hukukunun yattığını bilmiyor musun?” O hafta boyunca hoca, dersleri bir kenara bırakarak İslam Hukuku'nu özet olarak anlattı.
Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, Fransa'nın Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Paris Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yapmış, Paris Edebiyat Fakültesi Felsefe Kolu ile Paris Siyasi İlimler mektebinden diploma alarak Avrupa'daki öğrenimini tamamlamış oldu. Üç fakülte, bir yüksekokul diploması ve hukuk doktoru unvanı ile 1929'da memleketimize dönen bu büyük ilim adamı anayasa hocalığı, dekanlık yaparak milletimize hizmet etmiştir.
Hoca'nın, “Esas Teşkilat Hukuku” adı altında anayasamızı öğrencilere öğreten kitabını insan zevkle okumaktadır; ilim adamlığının yanı sıra yüksek bir edebi üsluba da sahiptir. Üniversite çevresinde geçen yıllarını tam bir tecrübe yığını olarak okuyucularına aktarmaktadır. “Gençlerle Başbaşa” kitabına başlarken muhatabına şöyle sesleniyor: “Çalış, genç arkadaşım, çalış! Namerde muhtaç olmak ölmekten beterdir. Gençliğini eğlenmekle geçiren, ihtiyarlığını ağlamakla geçirir. Hayatın ve tutacağın yol hakkında tereddüde ve karamsarlığa düşüp de bir ışık aradığın zaman fikrini soracağın kimseyi iyi seç.” Bir kişi çok zengin olabilir; ama hayatta herkes düşüp kalkabilir, bugün tutan ellerin yarın tutmaz hale gelebilir, her çıkışın bir de inişi vardır. Her şey insanda fanidir. Fakat beyin, insanı en son terk eden kıymettir. İşte insan, beyninin değerini bilmeli, onu doldurmalıdır.”
Kitabın başında hocamızın bir hatırası yer almaktadır. Talebeyken bir Fransız arkadaşıyla beraber yaz tatilini geçirmek üzere Alplerin İsere Nehri eteklerinde, çamların arasındaki Revaf adlı bir köye giderler, bir pansiyon ararlar; Mösyö Girard ismindeki Reval papazının evini gösterirler. Kapıyı çalarlar; yaşlı bir hanım açar, ne istediklerini sorar. Onlar da “Talebeyiz, bir müddet pansiyonunuzda kalmak istiyoruz.” derler. “Memnuniyetle” cevabını alınca, hanımın kıyafetinden Katolik olduğunu anlayan hocamız kendisini takdim etmek ihtiyacını hisseder: “Ben Müslüman bir Türk'üm” deyince, kapıyı açan hanım ona şu cevabı verir: “O halde kardeşimle konuşmam lazım.” Biraz sonra Papaz onlara doğru gelir ve “Hanginiz Türk ve Müslüman'sınız?” diye sorar. Hocamız kendisinin olduğunu söyler, bunun üzerine Papaz “İyi ya, madem ki Müslüman'sınız, o halde dinlisiniz, mesele yok. Bizim bu devirde düşmanımız, hangi milletten olursa olsun dinlilerle değil, dinsizlerledir. Buyurun, misafirimiz olmanızda hiçbir mahzur yok.”