« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 Nis

2020

YÜREĞİNE YENİK DÜŞEN BOZKURT

Alâaddin KORKMAZ 01 Ocak 1970

Ayvaz Ağabey uçmağa vardı. Bugün 21 Nisan. Son durağında üstüne son örtüsünü örttük, birer avuç toprağa sevgimizi katarak. Hüvelbâki. Rahmet ummanına gark olsun.

Büyük bir dağ 19 Nisan günü göçtü, 20 Nisan Kutlu Doğum’un yıldönümü. Çok garip: Âlemlere rahmet Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerini ifadelendirmek üzere yerleşmiş terim ‘Mevlit’ yerine, yerine değil de onunla birlikte kullanılmak üzere ‘Kutlu Doğum’ terimi etrafında, bugün artık gelenekleşen kutlama haftasının* fikir babasının ve Süleyman Hayri Bolay hocamızla birlikte kurucusunun Ayvaz Gökdemir olduğunu kaç kişi bilir?

Bilenler için, bu tevafuk galiba bir ölümün aynı zamanda ‘kutlu bir doğum’ olduğuna da bir delil sayılır. Ve ancak ona yakışan bir cömertlik Ayvaz Ağabey’e sunulan. Bize bir ihtar olarak ibret almamızı tekrar eden o Mevla ‘eylerse ne güzel eyler’.

Ya o vedalaşma? Yorulacağını düşünerek, kendisini evden alıp Türk Ocakları Kurultayına götürmeyen dostlarına son bir defa kavuşmak ve veda etmek için Sevgi Ablaya ve haneye Eyvallah! la veda edip Kurultaya varınca da ‘Siz beni kendi başıma gelemez sandınız değil mi?’ zarif sitemiyle şakalaşan Ayvaz Ağabeyin, bir ömrü verdiği Türklük davasının kalbgâhı Türk Ocaklarında ve dostlarının kollarında can teslim etmesi de bir başka tevafuk değil mi? Dostlarından biri imrenmeyle dedi ki: İnsan öleceğini bilse de galiba Türk Ocağı Kurultayı’na gitmek isterdi. Bunu da o Kerem Sahibi’nin bir ödülü olarak saymamak mümkün mü?

Şimdi o Hakka yürüdüğü için,artık nefsanî bir yanı kalmamıştır ve bizim için sadece bir şahadet meselesidir, bu itibarla açık net ve altını çizerek bilmeyenlere, hele hele o gösterişçi Müslümanlara haykırmak zamanıdır ki Ayvaz Gökdemir birtakım din tacirlerinin ulaşamayacağı seviyede bir mümin idi. Bu bahiste fazla söze gerek yok. Bu iki cümlelik tespiti de bize bir şahadet vazifesi yükleyen ‘Merhumu nasıl bilirdiniz?’ sualinin cevabı olarak kaydettim. Çünkü tam kırk yıldır Ayvaz Ağabeyi tanıyan ve otuz üç yıldır da o büyük insanın yakınında bulunanlardanım.

Biz, yani insanlar, hayatı, olayları ve insanları kendimize göre tarif ederiz. Şimdi biraz, benim bulunduğum yerden bakıldığında Ayvaz Gökdemir’de görünenlere göz gezdirelim.

Geçtiğimiz Öğretmenler Gününde (24 Kasım 2007),uzun ve çileli geçen son hastalığının nekahetinde onu yeniden dostlarıyla buluşturarak,son beş ayını çok daha mutlu geçirmesine vesile olan Nuri Ağabey,ona Eğitime Dair konuşma görevi vermiş. İstiyor ki moral bulsun, canlansın, yeniden başlamanın zor olmadığını görsün. Hastane odalarından ve bitmek bilmeyen tedavilerden bunalmış, yorulmuş bir cemiyet adamını seveceği ve can bulacağı bir göreve zorluyor. Bizim Genel Başkan Ağabeyimiz görev vermeyi ve bunun çapraz ilişkilerini hesap ederek tedbirler almayı sever. Bana da dedi ki: ‘Aman yanında ol ve onu yormayın; yorulduğu yerde sen devralır tamamlarsın.’

O gün, Ayvaz Ağabeyi orada bulunanlara takdim ederken söylediklerim, benim tarafımdan bakıldığında gördüklerimdir: Ayvaz Gökdemir, evvela benim hocamdır, sonra Genel Müdürümdür, meslekte ve fikirde üstadımdır, Bakanımdır ve en önemlisi ağabeyimdir.

Ayvaz Gökdemir’in dershanedeki hocalığı çok uzun süreli olmamıştır ama o çoğu zaman Ayvaz Hoca olarak anılır. Hocalık, birilerine öğrettiklerinizle alâkalıdır ve bu açıdan hayatın bütün alanları birer dersliktir, öğrenmek isteyenler de birilerinden mutlaka bir şeyler öğrenirler. Fiilen sınıfta dersini almamış olsam da o benim hocamdı. İşte size ondan öğrendiğim vecize değerinde olan bir söz: ‘Herkes bildiğinin öğretmenidir.’ Bu üç kelimenin üzerine bir meslek veya hayat felsefesini yerleştirebilir; şerh ve izah eylemek için makale veya kitap yazabilirsiniz. Bir de yöntem ve ilmî disiplinle ilgili bir sözünü nakledeyim: ‘Lügatle (yani kelimelerin anlamlarıyla) oyun oynanmaz. Elimin altında daima güvenir bir sözlük bulundurur ve ona bakmaktan üşenmem.’

Hocalık hakkı birinin sizde bıraktığı izler ise o muhteşem başlığı ile bir insan olarak bana hep temel bir insani zaafı önleyen bir ihtarı hatırlatan ‘Erken Kifâyet Duygusu’ mesleki veya fikri hayatımda hâlâ izini koruyor. O küçücük Ocak dergimizde bu denemeyi yazdığında sadece yirmi yedi yaşında bir öğretmen olduğunu da buraya kaydetmeliyim. Daha sonraları Ocak dergisi de serpilip geliştiğinde yazdığı ‘Eğitime Dair’ incelemesi de millî eğitim nazariyatı bakımından klasik sayılabilecek bir makaledir.

Son konferansının takdiminde söylediğim ve yukarıya kaydettiğim cümleden sonra, içinde zikrettiğim bu iki yazıda geçen kısa tanıtıcı sözler söyledim ve sözümü ‘Biliyorum ki sizler için de benim için de bütün bu vasıflardan daha önemlisi Ayvaz Gökdemir bizim ağabeyimizdir.’ Dedim ve kürsüye davet ettim. O gün, Başkanımızın talimatına uygun olarak, yorulursa diye onun yanına oturdum. Başkan ağabeyimizin korktuğu olmadı. Cebinden çıkardığı, çoğu istatistik hususlar not edilmiş kâğıtlara da bakarak, yeni ve istifade edeceğimiz bilgiler verdi. Toplum önündeki son konuşması idi ve gene konuşan Ayvaz Hoca idi.

Nuri Aabey’in mayası tutmuştu. O günden sonra fırsat buldukça Genel Merkezdeki Ocakbaşı Sohbetlerine katıldı; arada katkılarda bulundu, sorular sordu. Konuşma bitince, merdivenleri dinlenerek çıkıp, her dinlenmede binaya asansör yaptırmayan yöneticileri şakalara boğarak Genel Başkanın odasında sohbetlerin mihveri oldu. Yorulsa da artık kalkalım mı?’ diyenlere az daha oturun diyordu. Onu Türk Ocağına sevgili Hülya getiriyor, akşam da eve ben bırakıyordum. Doğrusu, temelinde benim hayatımdaki ağır hayat kavgası olan bir sebeple son yıllarda onu ihmal ettiğimi biliyordum. Hayat bizi bir şekilde savurduğunda galiba sanıldığından daha fazla sersemliyoruz. Bu son beş aydaki beraberliklerimiz bir anlamda telafi yerine geçti ve benim için de gerçekten büyük mutluluk oldu. Sıkışık trafik sebebiyle yolda ve hatta evinin önünde arabanın içinde veya giriş kapısında uzayan sohbetlerimiz oldu.
Onu Türk Ocağında mutlu eden tabiî ki Türk Milliyetçisi olması ve yoldaşlarını birer kardeş olmanın da ötesinde ‘dost’ bilmesi idi. Sevgi hayatın özü, temelidir. O bir sevgi adamı idi de. Milliyetçiliğin temeli milletini sevmek demek değil mi? Uzun uzun anlatmama gerek var mı? Ayvaz Gökdemir, sadece sözle, siyaset sahnesinde nutukla değil, duruşuyla da milliyetçiliği yaşamış, yaşatmıştır. Onu dinleyenler veya okuyanlar bilirler, Türk Milliyetçiliğine nazari katkılarda bulunabilecek derecede ilmî derinliği olan bir milliyetçi idi. Türk Kimliği (Ecdad, Kervan) kitabı gerçekten de milliyetçiliğin ve vatanperverliğin bir manifestosu gibidir.

Türkçülük, Türk Milliyetçilerinin özel adıdır. Ümmet veya imparatorluk tebaası statüsünden millet yapısına geçerken aldığımız bu ad, pek tabiî olarak mitolojik devirlerden bize bir armağan getirmişti: Bozkurt. Belirgin olarak Ergenekon’dan çıkış’ta ‘yol gösterici’ olarak resmedilmiş haliyle, Bir kurtuluş, yeniden doğuş ve yiğitlik sembolü olarak hatırlanır bozkurt. O yüzdendir ki, millî mücadelemiz ‘İkinci Ergenekon’(Y.Kadri) olarak değerlendirildiği gibi yabancı bir yazar da Atatürk hakkında yazdığı kitaba ‘Bozkurt’(H.C.Armstrong) adını vermiştir. Bu simgesel değerinden dolayı her Türkçü kendini bozkurt olarak sıfatlandırmaktan hoşlanır. Bu sıfat, gözlerinde çakmak çakmak bir yiğitlik dolaşan Türkçü Ayvaz Gökdemir’e yakıştığı kadar, tanıdığım hiç kimseye yakışmamıştır. O kocaman yüreği nice fırtınalarla boğuşmuş, yorgun düşmüş, erimiş ve koca kurdu taşıyamaz olmuştur. Genç sayılacak bir yaşta irtihalinin sebebi budur: Bozkurt, yüreğine yenik düşmüştür.

Benden taraftan bakılınca görünen Ayvaz Gökdemir’i tanımaya devam edelim: O benim Genel Müdürümdür.

Her insanın hayatında, kariyerinin doruk yaptığı bir yer vardır. Sonraları makam ve mansıp bakımından daha yükseklerde de bulunsa o ‘doruk’ pek aşılamaz. Ayvaz Ağabey için de MEB Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü döneminde yaptıkları, onun bu millete hizmetlerinin zirvesidir. Kısaca kayda geçirdiğim diğer hususlar gibi o kısa hizmet devri de kitaplık çapta inceleme bekleyen bir alandır. Şu kadarını söyleyeyim ki bu ülkeye ait sorunların (onun dilinde ‘buhran’) temelinde eğitimin bulunduğunu ve iyi bir eğitimi ancak iyi öğretmenle gerçekleştirebileceğimizi; iyi bir öğretmenin de eğitimin yenileyici (yani çağdaş bilim teknik ve metotları bilen ve öğretebilen) ve muhafazakâr (yani kendi millî kültürüne ait değerleri bilen ve yeni nesillerde davranış haline getirebilen) fonksiyonlarını kavramış bir meslekî kazanımda bulunması gerektiğini nazari olarak bilen bir eğitimcinin icraatlarıdır onun genel müdürlüğünde yapılanlar. Kendi tabiriyle ‘arı kovanına çomak sokmuş’ ve millî eğitimde yuvalanmış olan solcu-komünist yapılanmaları bozan alışılmamış icraatlar gerçekleştirmiştir. Bu yüzden üzerine yapışıp kalan komando sıfatı ideolojik hasım gibi davranan basın tarafından kendisine takılmıştır. O,bundan da çok fazla bir rahatsızlık duymamıştır. Aslında, milliyetçiler indinde kelimenin anlamı tamı tamına bozkurt demektir. Yaptıklarının temelinde ‘öğretmen yetiştirme politikasını değiştirmek’ ve yetiştirdiği millî değerleri tevarüs edebilecek öğretmenlerle eğitime gerçekten millî bir vasıf kazandırmak düşüncesi vardı. Muvaffak oldu.

Örgün eğitim içinde yer almayan Türk Musikisinin öğretilmesi için ilk defa kurulmasını sağladığı Türk Musikisi Devlet Konservatuarı (İTÜ), genel müdürlüğünde gerçekleştirdiği çok önemli bir millî kültür hizmetidir. Bugün birçok üniversitede benzerleri kurulmuş, millî musikimiz mektepli elemanlara kavuşmuştur. Ve biz genç öğretmenler o genç genel müdürün kadrolarıydık.

Doğudaki dört yıllık ilk görevimden Bursa/Mustafakemalpaşa’ya geleli daha bir yıl bile olmadan beni Ankara Eğitim Enstitüsü’ne tayin etti Ayvaz Ağabey. Ve o zamana kadar sadece yazılarından ve müşterek dostlarımızın anlattıklarından tanıdığım Ayvaz Ağabeyle tanıştım. Ankara’ya gelir gelmez Cezmi Ağabey de Ülkü-Bir’de görevlendirilmemi sağlamış, benim gibi taşradan getirdiği diğer arkadaşlarla bizi çalıştırıp duruyordu. Bir panel veya açık oturum tertiplenmişti. O zamanın büyük derdi anarşi üzerine.
Konuşmacılardan biri de bendim. ?Bataklık kurutulmazsa sivrinsek öldürmenin fazla bir anlamı olmaz teması ile bir şeyler söyledim. Toplantı bitip insanlar dağılınca dışarı çıktığımda, çıkış kapısına yakın bir yerde duran iki kişiye doğru yürüdüm. Biri Fen Fakültesinden Mustafa Yılmaz’dı. Yanındaki o kıvılcım bakışlı dünya yakışıklısı esmer genci tanımıyordum. Her ikisi de beni tebrik ettiler. Konuşmayı daha çok kendisiyle devam ettirdiği gören Mustafa Ağabey ?Genel Müdür Beyi tanımıyor musun? deyince bende şafak attı. Samimiyetle, daha önce hiç görmediğimi söyleyerek, özür diledim. Onunla ilk karşılaşmam ve tanışmam böyle oldu.

Örgün eğitim içinde yer almayan Türk Mûsıkîsinin öğretilmesi için ilk defa kurulmasını sağladığı Türk Mûsıkîsi devlet konservatuvarı(İTÜ) genel müdürlüğünde gerçekleştirdiği çok önemli bir millî kültür hizmetidir. Bugün birçok üniversitede benzerleri kurulmuş, millî mûsıkîmiz mektepli elemanlara kavuşmuştur.

Genel Müdür?ümüz bu devreye âit icraat ve mücadelelerini Buhranın Kaynağında (Ötüken) isimli kitabında topladı.

Ayvaz Ağabey meslektaşımdı;edebiyat öğretmeni idi. İyi bir öğretmendi, aslında iyi yetmez, mükemmeldi. Yani iz bırakan, hatta meslektaşı öğretmenlere öğrettiklerinde yardımcı olan.

Sevgi abla ile birlikte yazdıkları Yardımcı Edebiyat Kitabı I, II (Ötüken) lise edebiyat kitaplarında bulunan şiirleri tahlil ediyor ve öğrencilerden çok biz öğretmenlerin istifade ettiğimiz bir kaynak kitap oluyordu. Sınıftan öğrencileri de çoktur. İnşallah onlar öğretmenliğini uzun uzun anlatırlar.

Ayvaz Gökdemir bir fikir adamıydı. Müthiş bir birikimi vardı. Yazılarında da konuşmalarında da hemen fark edilebilen harika bir üslûbu vardı. Belagat kitaplarında tespit ve tadat edilen gümbür gümbür bir üslup. Türkçenin bütün inceliklerine vakıf bir insanın bilgi ve donanımıyla yer yer bir şiiriyet kazanan bu lezzetli, bol teşbihli, yer yer secili üslûp gerçekten çarpıcıdır. Lafı eğip bükmeden dümdüz söylemeyi severdi. Özellikle konuşurken çok uzun cümleler kurar ve fakat asla faille fiil münasebetini kaybetmezdi. Müsveddesiz yazardı. Daktiloya kağıdı taktığında önünde birtakım notlarla, masaya yayılmış birtakım kitaplar görünürdü. Hızlı yazar, az düzeltme yapardı.

Siyasi iktidarlar tarafından hırpalanmamak için devlet hizmetinden ayrıldıktan sonra kendisine sipariş edilen ansiklopediyi hazırlamak üzere küçük bir büroda uzun seneler birlikte çalıştık. Oradaki sohbetleri aydınları çekiyor, 12 eylül sonrası öfkeli ve karamsar havaları dağıtmak için gayret gösteriyordu.

1985’de Yeni Türk Ansiklopedisi/12 cilt (Ötüken) yayımlandığında müthiş bir heyecan yarattı. Türkiye?de ilk defa millî hassasiyetlerle, tercüme veya kopyalamaya dayanmaksızın hazırlanmış telif bir ansiklopedi, hem üç buçuk yıl gibi kısa bir zamanda, hem de mütevazı bir kadro ve bütçe ile hazırlanmıştı.
Ayvaz Gökdemir, içinde bizzat yazığı yüzlerce madde de bulunan bu ansiklopedinin hem genel yönetmeni, hem de başredaktörü idi. Yani, bu millî kültür âbidesi onun eseri idi.

Daha sonra basılan Düşünce Tarihimizden Portreler isimli eseri ansiklopedi için yazdığı bazı maddelerin biraz daha genişletilmiş şeklidir.

Ona Komando Ayvaz diyenler, onun yiğit tavırlarının bir hır-gür adamı ham halatlığında zannediyorlardı. Halbuki, kitapları üst üste konulsa onların boylarını geçer. Keza, sanıldığının aksine son derece demokrat bir adamdı. Özel bir mülakat vererek(Yankı) 12 eylül anayasasına hayır denilmesi gerektiği yolundaki siyasî duruşunu açıkça belli edebilen nadir kişilerdendir. Yılmaz Öztuna ile birlikte yazdıkları Türkiyede Askeri Müdahaleler kitabı onun duruşunu belli eden başka bir delildir.

Aynı zamanda siyasete hazırlık devresi de sayılan ansiklopedi günlerinden sonra, aktif siyasete de tepelerden bir yerden değil tabandan ve ön seçim kazanarak başladı. Yılmadı, ancak üçüncü denemede tercihle milletvekili seçildi. Kimliğinden, kişiliğinden ve özellikle milliyetçiğinden zerre kadar taviz vermeden 19, 20, 21. dönemlerde Gaziantep, Kayseri, Erzurum milletvekilliği yaptı. 50, 51, 52, 53. T. C. Hükümetlerinde Devlet Bakanı olarak görev aldı.

TBMM zabıtlarındaki konuşmaları incelendiğinde fikri ve siyasi seviyesinin, bulunduğu meclis devreleri ortalamasının ne kadar üzerinde olduğu kolayca anlaşılır. Üstün bir belagatle konuşan bir hatip olarak her zaman hayranlıkla dinlenmiştir.

Demokrat kişiliği sadece 12 eylül anayasasına açıkça hayır demesi ile sınırlı kalmamış; bana göre hiç hak etmedikleri halde, 28 şubata muhatap olanların hukukunu meclis kürsüsünden yiğitlikle savunan yegane milletvekili olmuştur. Orada, bir demokrat olarak haklarını savunduğu siyaset erbabından kimsenin (bir kişi hariç)cenazesine gelmemiş olması, gerçek bir fikir adamıyla siyaset bezirganlarının farkını da açıkça bir kere daha ortaya koymuştur.

Her partiden siyaset bezirganlarından bariz bir farkı da, boğazından bir tek haram lokma geçmemiş olması, siyasette birtakım sponsordan yardım almaması olmuştur. Aslında gayet normal olması gereken bu durum, yani dürüstlük, siyaseti bir rant kapısı olarak kullanan anlayışların asıl olduğu bir toplumda zikre değer ahlâki bir vasıf olmakta ve kaydedilmesi gerekmektedir.

Türk Milliyetçileri çok büyük bir ağabeylerini kaybettiler. Benim neslimin ve benden sonraki birkaç neslin de ağabeyi idi. Bütün diğer unvan ve sıfatlarının üstünde ve tabiîdir ki hepsinden değerli vasıftı bu. Bizim için de, onun için de. Bunları söylerken düşünüyorum da, bu bizim milliyetçiler için ağabey diyebildikleri birilerinin bulunması, kendilerinin ağabey konumunda bulunmalarında çok daha mutluluk verici gibi görünüyor. Önümüzde ağabeylerin bulunması sanki bir çeşit korunma ve güvenlik duygusu veriyor bize.

Her ne kadar birtakım ağabeler çok şaşırtıcı bir şekilde bey oluveriyorlarsa da, Ayvaz Ağabeyler hep oluyor.

Destandan fırlayıvermiş bir kahraman gibi ve güzel bir insandı vesselam

Ayvaz Ağabey de hep olacak. Yüreğimizde, Galip Ağabeyin yanında

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 119454

ulkucudunya@ulkucudunya.com