Orhan Koloğlu’nun ardından
Barış Doster 01 Ocak 1970
Türk basını ve tarih bilimi, bir çınarı daha kaybetti. Meslek büyüğümüz, ustamız, ağabeyimiz, hocamız Orhan Koloğlu, 17 Nisan Cuma günü aramızdan ayrıldı. Osmanlı tarihi, basın tarihi, Türk siyasi tarihi, sosyal tarih konularında 90 kitaba, 200’den fazla bilimsel makaleye, binlerce gazete ve dergi yazısına imza atan Koloğlu’nu, eserleri yanında, güler yüzü, nezaketi ve genç kuşaklara elvermesiyle de hatırlayacağız.
Koloğlu ile yolumuz, 25 yıl önce kesişti.
Cumhuriyet gazetesinde çalışıyor ve yüksek lisans yapıyordum. Doktoraya başlayınca ilişkimiz gelişti. Usta-çırak ilişkisine dönüştü. Tezimde, Atatürk’ün Türk dünyası ve mazlum milletlerle ilişkisini incelediğimden görüşmelerimiz sıklaştı. Tezime, bir diğer ustamız Attilâ İlhan’la birlikte en çok katkı veren isimdi. Bunu tez jürimde olan hocam Erol Manisalı da teyit eder.
Gazeteciliğe ara verip akademik kariyere yönelince, Orhan Ağabey’e, hayatını kitaplaştırmak istediğimi, bunu da nehir söyleşi tarzında uzun sohbetlerle yapmayı arzuladığımı söyledim. Mutlu oldu. Böylece haftada bir, bazen de iki gün, onu Gebze Darıca’daki huzurevinde ziyaret etmeye başladım. Küçük odasında, ben onun çalışma koltuğunda dizimde bilgisayarla oturuyordum, o da yatağında oturup sorularımı yanıtlıyordu.
Ortaya hem hacimli bir biyografi ve popüler tarih kitabı çıktı hem de benim için 2 doçentliğe, 3 doktoraya bedel bir tarih eğitimi oldu. Kitabımız ilgi gördü. Hakkında güzel yorumlar yazıldı. Bunlar arasında İnsancıl dergisinde, Cengiz Gündoğdu’nun yazdığı yazının özel bir yeri vardır. Darıca’daki huzurevinden ayrılıp Tuzla’daki huzurevine yerleştiğinde de ara ara ziyaret ediyordum Orhan Ağabey’i. Tarih ve basın ağırlıklı sohbetlerimiz oluyordu.
Sakin, çalışkan, üretken bir aydın
Çelebi, bilge bir insandı Orhan Koloğlu. Sessiz, sakin, saygılı, alçakgönüllü bir aydındı. Güler yüzlüydü. Temiz kalpliydi. İyi huyluydu. Beyefendiydi. Kimse hakkında kötü konuşmazdı. Onca ününe, parlak eğitimine, bürokrasi deneyimine rağmen siyasete atılmayı hiç düşünmemişti. Siyasetle, siyasilerle hep mesafeliydi. Atatürk hayranıydı.
Hem zarafeti hem bilgisiyle her kesimden saygı görürdü. Çok farklı dünya görüşleri olan tarihçiler, Koloğlu’nun yetkinliğini kabul ederlerdi. Sultan Abdülhamit dönemi, Atatürk, basın tarihi ve dünyadaki Türk imgesi çok çalıştığı konular arasındaydı. 1980 öncesinde, Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde aralıklarla iki kez “Basın Yayın Genel Müdürlüğü” yapmıştı.
Ecevit’in güvenini kazanmış, yakın çalışma arkadaşı olmuş, yabancı liderlerle yaptığı görüşmelere eşlik etmişti. Ecevit iktidarı kaybedince, Süleyman Demirel’in ricası üzerine “Basın Yayın Genel Müdürlüğü”ne, özel bir durum nedeniyle, kısa süre için devam etmişti.
Özel durum, Papa’nın Türkiye ziyaretiydi. Çünkü ziyaret için hazırlık yapanlardan biri de Koloğlu’nun yönettiği birimdi. Ziyaret sonrası, Koloğlu sözünü tutup istifa etmişti. Hem de Demirel, göreve devam etmesini istediği halde. 12 Eylül darbesi sonrası darbecilerin ısrarına rağmen, bu görevi kabul etmemişti.
Bu onurlu tavrının bedelini de ödemişti. 12 Mart ve 12 Eylül’ün mağduru olduğu, soruşturma geçirdiği, fişlendiği halde hiç Türkiye’ye küsmemiş, halkına kızmamış, Cumhuriyete kin gütmemişti.
Mesleğin mutfağından
Çalışkan, üretken bir araştırmacıydı Koloğlu. Yardım etmeyi, elvermeyi severdi. Yanında çok gazeteci, hoca yetişmişti. Muhabirlik, gece şefliği, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü gibi mesleğin mutfağında her kademede çalıştığından deneyimliydi.
Hacettepe, Marmara, İstanbul, Eskişehir Anadolu ve Galatasaray üniversitelerinde tarih, basın tarihi, gazetecilik dersleri vermişti. Libya’da doçent olarak El Fateh Üniversitesi’nde çalışmıştı. Hem aile kökleri ve babasının Libya başbakanlığı hem de tarihçi kimliğiyle Libya’yla bağlarını korumuştu.
Mülkiye mezunu olan babası Sadullah Koloğlu’nun Milli Mücadele’yi desteklediğini, görev yaptığı yerlerde halk arasında “Arap Kaymakam” olarak anıldığını, dürüstlüğü ve halka hizmet aşkıyla öne çıktığını anlatırdı.
Libya’nın bağımsızlığının ardından bizzat Libya’nın Türkiye’den isteğiyle, bu ülkeye gidip başbakanlık yaptığından tarihteki özgün yerine değinirdi. Mülkiyelilerin, babasından “Mülkiye’nin ilk ihraç ürünü başbakanı” olarak bahsettiklerini söylerdi.
Elvermeyi seven, usta gazeteci
Koloğlu sıkı bir arşivciydi. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arapçayı çok iyi bilirdi. 20 ülkenin arşivinde çalışmıştı. Bilgisayarların, tarayıcıların olmadığı yıllarda, elle tuttuğu notlarla zengin bir arşiv oluşturmuştu. Kitaplarından başka, çuvallar dolusu gazete, dergi, makale ve haber arşivini de cömertçe bağışlamıştı ders verdiği üniversitelere, Basın Müzesi’ne ve genç araştırmacılara.
Galatasaray Lisesi mezunu olmanın ötesinde, sıkı bir Galatasaraylıydı. Huzurevindeki küçük odasında, Cimbom’un maçlarını izlemek için futbol maçlarını naklen veren kanala abone olmuştu. Huzurevinde ziyaretine gelen gençlerin, araştırmacıların, civardaki okullardan gelen öğrencilerin ilgisinden memnundu Orhan Ağabey.
Hiç şikâyet etmeden, yakınmadan, kimseye sesini yükseltmeden, sorun çıkarmadan yaşadı, çalıştı, üretti. Huzurevinde yaşamanın, verimini artırdığını söylerdi. Parapul, mevki-makam hesabı yapmadı hiç. Hep ülkesine, halkına, bilime hizmet etmek için yazdı. Son yıllarda yayıncısı, İstanbul Kadıköy’de, Moda’daki Tarihçi Kitabevi’ydi.
Tarihçi Kitabevi’nin sahibi Necip Azakoğlu, kitabevindeki cumartesi söyleşilerinde Koloğlu’nu belli aralıklarla konuk ederdi. Azakoğlu’nun nezaketi, vefası ve ilgisinden ötürü çok mutluydu Orhan Ağabey.
Sözün özü, Türk basını, bir değerini daha yitirdi. Elverdiği çırakları, öğrencileri, meslektaşları olarak onu çok özleyeceğiz.