3 Mayıs: Türkçüler Günü
Dr. Hayati BİCE 01 Ocak 1970
-Türk Milliyetçilerinin ‘Sabır ve Zafer’ Sınavı-
Bugün 3 Mayıs…
Türk milliyetçiliği tarihinin simge haline gelmiş günlerinden birisi…
3 Mayıs ile ilk okuduğum ilk yazılı kaynak, Reha Oğuz Türkkan’ın “Tabutluktan Gurbete” kitabında anlattığı İstanbul’daki Emniyet Siyasi Şube’de Türkçülük Davası sanıklarına uygulanan “tabutluk işkenceleri”ni anlatan sayfalardı. Daha sonra aynı davada genç bir üsteğmen olarak yargılanan Başbuğ Türkeş’in “1944: Milliyetçilik Olayı” kitabını okuduğumda konunun siyasi yönünü daha iyi anlayacaktım.
Siyasi tarihimize “Türkçülük Davası” olarak geçen 1944-1947 yargılamalarının yapıldığı Ankara Adliyesi’nin Anafartalar Caddesi üzerindeki binası önünden yürüyerek geçerken zaman zaman 3 Mayıs 1944 günü bu yolu milliyetçi sloganlarla geçen, genç Türkçüleri hatırlardım. 12 Eylül öncesi Ankara’sının şiddetli ideolojik ortamı ile hâlâ kasaba irisi bir kent görünümündeki 1944-1947 Ankara’sının kıyaslamasını hayâlen yaparken olayın biraz abartıldığını düşünürdüm. Ancak zamanla olayın maddî görünümü ötesindeki anlamının çok daha önemli olduğunu anladım; Bugün, Başbuğ Türkeş’in siyaset yolu ile Türk milliyetçiliğine hizmet yolunu seçmesinde belki de ilk ilhamlarını 1944 yargılamaları sürecinde edindiğini düşünüyorum.
3 Mayıs 1944 Günü Ne Olmuştu?
Gültekin Öztürk’ün “Türkçüler ve Kurtuluş Günü” başlıklı yazısı konunun siyasî görünümünü özetlemektedir. [1] Aynı bilgileri tekrarlamaktansa farklı noktalara değinerek bir özetleme yapmayı tercih edeceğim.
“1944 Türkçülük-Turancılık Davası”nın 1 numaralı sanığı Hüseyin Nihal Atsız, Türkçülük davasının ilk kez sokakta göründüğü bu süreci şöyle anlatmaktadır: “CHP tek parti idaresinin komünistleri koruyan Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve şımarttığı komünistlere karşı yapılan bir yürüyüş sansürle sessizliğe boğulmuş memlekette bomba gibi patlamış, o zamanki devlet başkanı (İsmet İnönü) ile çevresindeki devşirmelerin ödünü patlatarak büyük tutuklamalara, hapislere; işkencelere yol açmış; satılık ve köle basın da tek ağızla açtıkları haysiyetsiz iftira kampanyasını aylarca sürdürmüştü.” [2]
Hüseyin Nihal Atsız, Orhun Dergisinin 1 Mart 1944/15.sayısında “Türkçü Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye Açık Mektup” diye başlayan yazısında ilk kez kamuoyu önünde açıkça komünist eylemleri “Türkçü (?) Başvekil” Şükrü Saraçoğlu’na şikâyet etmiştir. Orhun Dergisinin bir sonraki sayısı olan 1 Nisan 1944/16.sayısında da “Giritli” Ahmet Cevat Emre, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali, Sadrettin Celal Antal’ın Marksist çalışmalarını tek tek açıklayarak göz yumduğu için Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i istifaya çağırmıştır. Atsız’ın yazdığı bu sert mektuplar bütün yurtta yankılanmış ve Türklük ruhu ayaklanarak komünizmi protesto mitingleri yapılmıştır.
“Millî Şef” döneminin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Sabahattin Ali ve Falih Rıfkı Atay’ı kışkırtarak Atsız aleyhine dava açtırır. Orhun dergisinde yayınlanan iki açık mektupta ismi zikredilen Sabahattin Ali, yazının sahibi olan Atsız aleyhine ‘neşren (basın yoluyla) hakaret’ dâvası açar.
Ankara’da 26 Nisan 1944 günü başlayan ilk duruşmada salon milliyetçi gençlerle dolar; bu ilgi davanın siyasî bir mahiyet kazanacağının ilk işaretidir. Olaylar Atsız’ın, hakkında açılan dava için Ankara’ya geldiği sırada başlar. Türkçülük-Turancılık davasının ikinci duruşmasının yapılacağı 3 Mayıs 1944 günü öncesinde, binlerce üniversiteli milliyetçi genç Atsız’ın Ankara’da gecelediği otel önünde toplanır. Bu heyecanlı gençlik grubunun eylemi, iktidarı telaşa sevkeder.
3 Mayıs 1944’te başlayan ikinci duruşmada Sabahattin Ali gençlere hakaret etmek isteyince salonda bulunan DTCF Felsefe bölümü öğrencilerinden Osman Yüksel Serdengeçti tarafından tokatlanır. İkinci oturumun yapıldığı gün duruşma salonunda Atsız’ın konuşması sırasında dinleyici gençlerden birinin “Kahrolsun komünistler” diye slogan atması izleyenleri galeyana getirir ve mahkemeden ayrılan yüzlerce Anafartalar’dan Ulus’daki Heykel yönünde yürüyüşe geçerler. Sabahattin Ali ile H. Nihal Atsız arasındaki dâva Ankara’da görülürken Ankara Üniversitesi gençleri komünistleri kınama maksadiyle bir gösteri yürüyüşü düzenlerler. Ulus Meydanı’nda millî marşlar söylenir ve komünizm aleyhine sloganlar atılır.
3 Mayıs 1944 Çarşamba günü Ankara’da 140 – 150 kadar üniversiteli öğrencisi nezarete alınır. Bu gösterinin, millî güvenliği ihlâl ettiği iddiası ile “ırkçılık ve turancılık dâvası” gündeme getirilir. Askerî mahkemenin yaptığı takiplerden sonra kala kala 23 kişi kalır. Çoğunlukla Orhun dergisi aboneleri olan 23 kişi, daha sonra tutuklu olarak Irkçılık-Turancılık suçlamasıyla açılan davada yargılanacaklardır.
Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye ‘vatan haini’ dediği için 6 aya mahkûm edilecek olan Atsız’ın cezası hâkim tarafından ‘milli tahrik’ gerekçesi ile 4 aya indirilecektir. Ardından 4 aylık bu ceza da ertelenecektir.
Gençlerden oluşan bir temsilci grubu Ulus Meydanı’ndaki gösteriden sonra “Türkçü söylemlerde bulunan” Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek isterlerse de mümkün olmaz. Üstüne üstlük polisiye tedbirlerle milliyetçi gençler zor kullanılarak dağıtılır; üniversiteli gençlerden yüz altmış beş kişi gözaltına alınır. Milliyetçi gençliğin bu kendiliğinden gelişen gösterisi devrin Cumhurbaşkanı İnönü’ye bir isyan olarak yansıtılır. Hasan Ali Yücel, 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliğine son verir. Hasan Ali Yücel, Nevzat Tandoğan ve Falih Rıfkı Atay üçlüsünün gayretleriyle “Irkçılık-Turancılık Davası” adı verilen milliyetçilik düşmanı dava genişletilir.
NİHAL ATSIZ – NECİP FÂZIL – NÂZIM HİKMET
Gösterilerin ardından tutuklananlar, -özellikle gençler ve aileleri- 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı vesilesi ile serbest bırakılacaklarını düşünürlerken CHP’nin “Millî Şef”i Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944 törenlerinde verdiği Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştirdiği nutkunda Irkçılık-Turancılık davası hakkındaki olumsuz yaklaşımını açıklar. Milliyetçileri hayal kırıklığına uğratan bir konuşma yapan “Millî Şef”, henüz ilk soruşturma safhasındaki olayları bahane ederek Türkçüler aleyhinde ağır ithamlarda bulunur ve Türkçü-Turancıları ağır sözlerle suçlar. Milli Şef’in hedef göstermesi ile hareketlenen “yandaş yargı”, gençlerin yürüyüşünü bir isyan gibi değerlendirir. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu Nihal Atsız dahil bütün sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu Sansaryan Han’daki Tabutluk adı verilen hücrelerinde türlü işkenceler gördüler. Atsız ve tutuklu 34 arkadaşı Turancılık suçlamasıyla İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanır. Özellikle kırk yedi kişi hakkında ağır bir iddianame hazırlanır ve 1 numaralı Sıkıyönetim mahkemesine sevkedilirler. Türkçülük-Turancılık davası, 7 Eylül 1944 günü başladığında İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi Savcısı Kâzım Alöç iddianamesini okur; Türkçü-Turancı aydınlar “vatana ihanet” ile suçlanırlar. Aylarca süren mahkeme son bulduğunda en ağırı on yıl olmak üzere bütün sanıklar suçlu bulunur. Dava Askeri Yargıtay’a taşınır. İsmet İnönü’nün kırk yıllık dostu olması yanında orduda dürüst birisi olarak tanınan Orgeneral Ali Fuat Erden’in başkanı olduğu Askeri Yargıtay, davayı usul yönünden ve esastan bozar ve sanıkların tamamının beraatine karar verir.
Alparaslan Türkeş ve 1944 Olayları
1944 Olayı’nın önde gelen isimlerinden Alparslan Türkeş, İsmet Paşa’nın 19 Mayıs Nutku’ndan birkaç gün sonra görev yeri olan Erdek’te gözaltına alınır. Gözaltı sırasında bölük odası ve evi arandıktan sonra, İstanbul Merkez Komutanlığı’na götürülerek 13 Haziran 1944 günü Askerî Tutuk ve Cezaevi’nin hücresine kapatılır. Burada beş ay tutuklu kalan Türkeş, rahatsızlığı nedeniyle Haydarpaşa Askerî Hastanesi’ne nakledilir. Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nde bir ay süreyle tedavi gördükten sonra Sıkıyönetim Komutanlığı’nın baskısıyla hastaneden çıkarılıp Tophane’deki hücresine konulur. Tophane Hapsihanesindeki hücresine döndükten birkaç gün sonra Sansaryan Han’a götürülerek işkenceyle sorgusu başlatılır. ’Tabutluk’ adı verilen, tavanlarında beşyüzer mumluk ampullerin yandığı işkence odasına kapatılır. Dönemin Emniyet Müdürü Ahmet Demir ve Savcı Kazım Alöç tarafından Nihal Atsız’a yazmış olduğu mektuplar yüzünden sorguya çekilir. “Adnan Menderes, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’la beraber hazırlık yaptık. İhtilal yapıp Hükümeti devirecektik” ve “Rusya’da zulüm gören Türkleri kurtaracaktık” yazılı bir metne imza atması için işkence görür. İşkence altında bile bu suçlamaları kabul etmez.
Bir buçuk yılı bulan bir esaretten sonra tutukluların hepsi tahliye edilir. Ancak dava Askeri Yargıtay’da beraatle sonuçlanman kadar üç yıl süren dava sürecinden sonra beraat edecek olan milliyetçi aydınlar arasında -bugün hemen hepsi rahmete kavuşmuş olan- şu isimler vardı: Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Nejdet Sançar, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Orhan Şaik Gökyay, Osman Yüksel Serdengeçti, Hikmet Tanyu, Fehiman Altan, Saim Bayrak, Sait Bilgiç, Muzaffer Eriş, Cihat Savaşfer, Yusuf Kadıgil, Mehmet Külahlıoğlu, Cemal Oğuz Öcal, Hamza Sadi Özbek, Zeki Özgür, Cebbar Şenel, İsmet Rasin Tümtürk, Reha Oğuz Türkkan, Nurullah Barıman, Dr. Hasan Ferit Cansever, Fazıl Hisarcıklı, Zeki Sofuoğlu ve Dr. Fethi Tevetoğlu… [3]
Tarihî Bir Muhasebe
İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944 günkü nutku ile “Turancılık Davası”na dönüşen süreç Cumhuriyet dönemi Türk siyasî tarihinde önemli bir dönüm noktası olur. 3 Mayıs, Atsız’a göre “Türkçülüğün gafletten ayrılışı can düşmanlarını tanıdığı dost sandığı hainleri ayırdığı” gündür. Atsız’ın değerlendirmesine göre 3 Mayıs yürüyüşü yapan birkaç bin Türkçü gencin hayat geçirdiği bir uyarı ve aynı zamanda o gençlerin haykırışıyla Türk milletinin bir uyanışıdır. 3 Mayıs artık Türkçülerin günüdür; Türkçülük günüdür. İlk olarak 3 Mayıs 1945'te İstanbul’da, Tophane Askerî Cezaevi’nde, davadan tutuklu olarak bulunan sanıklar tarafından çay içilerek kutlanmış, sonraki yıllarda ise kırlarda ve salonlarda yapılan törenlerle kutlanır olmuştur.
3 Mayıs 1944 Türkçülük olayının seyrini Alparslan Türkeş, “3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür.” diye özetlemiştir. 3 Mayıs 1944 Turancılık davasının en genç simalarından Alparslan Türkeş siyasî hayatı boyunca her 3 Mayıs’ın “Türkçüler Günü” adıyla kutlanmasını emretmiş ve Türk milliyetçiliği tarihinde köklü bir gelenek oluşmuştur. Her üniversitenin ülkücü teşkilatları gibi Ankara Tıp Fakültesi ülkücüleri olarak, yıllık geleneksel şölenlerimizi her yıl Mayıs ayının ilk haftasında 3 Mayıs 1944 anısına düzenlemişizdir.
***
S. Ahmed Arvasî’nin 3 Mayıs’ın anlamını özetlediği şu sözleriyle yazımı noktalamak isterim: “Türk Milliyetçilerinin çile ve ıstıraba duçar olduğu dönemler, Türk millî şuurunun yeni bir zaferini müjdelemektedir. Mustaripler, mazlumlar ve mağdurlar çoğalıp Türk Milliyetçilerinin safları takviye ettikçe, hareketin aşk ve hararet potansiyeli de artmaktadır.” [4]
O halde yılgınlığa asla yer yok kitabımızda…
Nice 3 Mayıslara el ele; gönül gönüle…