Romanlaşan Hayatlar
08 Mayıs 2007
İlham Gencer: İstiklal Marşı okumak ve okutmak çok ciddi iştir. Ünal Bolat`ın röportajı
Bu haftanın konuğu, 67 yıllık usta müzisyen İlham Gencer:
İstiklal Marşımızın doğru okutulmasından yana oldum hep. İstiklal Marşını söyletmek benim işim. Ben bu konunun ordinaryüsüyüm. Bunda da mütevazı konuşmuyorum.
Bak bir varmış bir yokmuş
Hayat bir varmış bir yokmuş. İlk bestemi beş yaşında yaptığım İlham vals’tan bu yana Allah vergisi olan müzisyenlik ruhumla milletimin hizmetinde oldum. İlk Türkçe sözlü şarkı “Bak bir varmış, bir yokmuş” plak yaptık 1960’larda. Çok şükür milletime yediden yetmişe herkesin belliğinde kalan bir şarkı armağan ettim. Geçen gün bir gazeteci kızımız dedi ki: “Efendim yeniler arasında “Allah belanı versin” türü hakaret içeren şarkı yazanlar varmış. Ne dersiniz?” Dedim ki, “Buradan o arkadaşlara tavsiye ediyorum. Eğer milletin gönlünde taht kurmak ve uzun yıllar müzisyen olarak kalmak istiyorlarsa öyle küfürlü, beddualı, argo içeren yazılar yazmasınlar. Ben 67 yıldır sahnedeyim. Eğer öyle abuk sabuk çirkin kelimeler yazıp söyleseydim bu kadar sahnede kalamazdım. Bu kadar sürece sahnede kalmak istiyorlarsa benim yolunu seçsinler. Çünkü bu millet güzel söze, güzel huya, güzel ahlaka prim verir. Gerisi belli dönem parlamış gibi gözükse de tez unutulurlar.
İstanbul Radyosu günleri
İstanbul radyosunda 1949’dan 1963’e kadar orada görev yaptım. Canlı proğramlar yapıp yönettim. Çok kimseleri kendi Çatı Kulübümde de ortaya çıkartmışımdır. Fakat bu günlere beni İstanbul Radyosundaki çalışmalarım getirmiştir. O zaman radyo, şimdiki televizyon gibiydi. Reytingim çok yüksekti. Göze değil kulaklara hitap ediliyordu. Bu proğramlardan birinde sonradan ” Samanyolu “ şarkısıyla ünlü olan Berkant’ı ilk defa ben çıkardım. Bu çalışmalar kendi kulübümü kurana kadar devam etti.
Çatı Kulüp, yıldız yetiştiren konservatuardı
Ben 1960 yılında Çatı Kulübü açtım ama kimseye hocalık etmek amacıyla değil. Tabii Çatı Kulüp gerçekten iyi müzisyenler yetiştirdi. Orada herkes kendi üslubunu ortaya çıkardı. Müzik aynıydı ama departmanlar farklıydı. Mesela Ajda Pekkan farklı Emel Sayın farklı departmanda söylüyordu. Müzisyenlikle müzikle ilgili pek çok insana bilgimle destek oldum. Örnek olmaya çalıştım. Ajda Pekkan, Cem Karaca, Emel Sayın, Ajda Pekkan ve daha niceleri... Çatı Kulüp enteresandır. Türkiye’nin bir tür özel konservatuarıydı. Burada yetişen insanların hepsi Türk müziğine imza atmış ve bugün her biri yıldız olmuş insanlardır. Şimdi anılarda kaldı.
Mütevazı değilim
İstiklal marşını doğru okutulmasından yana oldum hep. Bunun bir de anısı vardır bende. Çocuklarımın müzik öğretmenleri hastalanınca, rahmetli müdire hanım “Çocuklara müzik dersi verebilir misiniz?” diye ricada bulundu. Ben ders veremem ama milli marşımızı öğretirim dedim. Gittim baktım ortada bir plak çalıyor. Çocuklar plaktan marş söylemeye çalışıyorlar. Bu ne biçim müzik öğretmeni, dedim. Plakla istiklal marşı mı olur. Dedim ki: Müdire hanım önce bu plağı kırıp atın. Çocuklara istiklal marşını ben öğreteceğim. Gerçekten çocuklara hem İstiklal Marşını hem Malazgirt Marşını, Bozkurtlar Marşını falan öğrettim. O çalışmalara ait kaset hala arşivimde durur. İstiklal Marşı söylenmesi çok ciddi iştir. Operacılar tarafından seslendirilmiştir. Onlar gibi söylemeye normal insanın sesi yetmez. Ben o sesi çıkartacağım diye uğraştığımda gırtlağımdan kan geldi, ses tellerimi incitmiştim. O zamandan beri araştırdım. Yediden yetmişe bizim ses vuzuhatını tespit ettim. En uygun sesi buldum. Dolayısıyla İstiklal Marşını söyletmek benim işim. Marşı nihavent makamında değil de Hüseyni makamına getirirsen marşlıktan çıkar. Marşın notası doğrudan doğruya ” la “ ile başlayacak. İnceden başlatılınca benim diyen söyleyemez. Ben bu konunun ordinaryüsüyüm. Bunda da mütevazı konuşmuyorum. Yaklaşık on yıldır da her 30 Ağustos’ta Edirne kapı Şehitliğinde istiklal Marşıyla şehitlerimi anıyoruz.
30 Ağustos’ta Edirnekapı Şehitliği’ndeyiz
Yaklaşık 10 yıldır her 30 Ağustos’ta Edirnekapı’da Şehitlik ziyareti yapılır. İstiklal Marşı okutur ve küçük bir konuşmayla ziyareti başlatırım. Bu vesileyle buradan tüm okuyucularımıza sesleniyorum. 30 Ağustos’ta herkesi Edirnekapı Şehitliği’ne, Türk şehitlerini anmak için davet ediyorum. Çünkü bu millet vatanını korumak uğruna son Onbeş - yirmi yılda kırk bin şehit vermiştir. Yüz yıl savaşlarında bu kadar can verilmemiştir. Dolayısıyla bu şehitlik ziyaretinde şehit aileleriyle birlikte olup, onların gönlünü almak, aziz şehitlerimize dua etmek ve vatanımıza ve bayrağımıza sahip çıktığımızı, o gün İstiklal marşı eşliğinde göndere bayrak çekerek göstermeliyiz. Türk milletinin evlatlarını orda bekliyorum.
Hiçbir zaman şımarmadım
Cenabı Allah’a şükrediyorum. En büyük ödülü vermiştir. Pazar günü (dün) 82 yaşına basıyorum. Yaşımı artık tersten okuyorum yani 28 yaşımdayım diyorum. (kahkaha atıyor) Hiçbir zaman şımarmadım. Hiçbir zaman istikrarımı bozmadım. Sansasyon meydana getirmedim. İki evlilik yaptım. Birinci evliliğim Ayten Alpman, ikinci evliliğim Necla Gencer. Allah çocuklarım da hepsine uzun ömürler versin. Ben Türkoğlu Türküm. Nereden gelip nereye gideceğim beni ilgilendirmiyor. Şu anda bunu hissediyorum. Seksen yıldır milletimin ve milliyetçiliğin destanlık savaşımını verdim. Hiçbir zaman insan ayrımı yapmadım. Hiçbir Ramazan ayını oruçsuz geçirmedim. Cuma namazlarını hiç kaçırmadım. Kendine münhasır bir insanım. En önemlisi de inançsız insanlarla haşir neşir olmadım. Çünkü insanı taşıyan yegâne gücü onun inancıdır. Kötü alışkanlıklarım hiç olmadı. Aile hayatını çok sevdim.
“Çılgın Türk” tanımlamasından da hoşlanmıyorum. Çılgınlık insanı yanlış yola götürür. Ben şuurlu Türk’ü tercih ediyorum”.
Rahmetli Alparslan Türkeş’in sanat danışmanlığını yaptım. Ne önemi vardı bunun? Şu önemi vardı. Alparslan Türkeş asker tandanslıdır. Kurmay subaydır. Bana, Türk siyasi hayatında askeriyeden gelmiş ve milyonların gönlünde taht kurmuş Türkeş’ten başka bir lider gösterebilir misiniz? İşte Alparslan Türkeş’in farkıdır. O’nun Türk milletine ulaşmasında ve kucaklaşmasında dört buçuk sene sesi ve nefesi olmuşumdur. Bunlar bizim övünç ve gururumuzdur.
1978 yılında rahmetli Alparslan Türkeş’in liderliğinde Ankara’da yürüyüş yapmıştık. Bir ucu Keçiören’de bir ucu Kızılay’daydı. 800 bin kişi katılmıştı. Yukarıda helikopterler dolaşıyordu. Dönemin İçişleri Bakanı, “Ne oldu bunlar geri döndüler mi?” diye odasında dört dönmüş endişeden Orada 800 bin kişiye ben ilk defa “Ya Allah, bismillah Allahu ekber” diyerek gençliğe ben sundum bu sözleri. Bu, rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun yazdığı Malazgirt Marşı’nın son beş kuplesidir: (röportaj yaptığımız günü kast ederek) Bugün de aylardan Ağustos, günlerden Cuma değil mi? Yahu ne kadar heyecanlandım birden. (Heyecanla söylemeye başlıyor)
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel iklim-i Rum’a, (Rum toprakları)
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma.
Yeni bir şevk ile gürledi gökler;
Ya Allah! Bismillah! Allahu ekber!”
Yemin ediyorum Keçiören’e kadar Ankara’yı inletmişti gençler. Ama hepsi yerinde ve zamanında gereklidir. Her olur olmadık yerde söylenmemelidir. Bu haykırış o zaman çok gerekliydi.
Üç yalı parasına Steinway Konser piyanosu
Ah ah o piyano... 1953’te ben piyanoya tam otuzbin lira para vererek aldım. Onyedi yaşımdan beri biriktirdiğim paramı o piyanoya yatırmıştım. Piyano Üsküdar’daki saray yavrusu Prens Alaaddin’in eşyaları arasındaydı. Müzayede de Koç ile Sabancılar girdiler. Tabii kendileri değil temsilcileri vardır. Mesela Koç’un temsilcisi Haşim İşcan’dı. Müzayedede bir at bir de geyik heykeli vardır. Her ikisi de at ve geyiği almak istiyordu. Nihayetinde kıran kırana fiyat artışlarında at sabancıda geyik koçta kaldı. At şimdi Sabancı köşkünün bahçesinde, geyik de Divan Oteli’nin önünde. Yakın zamanda piyanoyu toprağı bol olsun Aret’in oğlundan aldığım bir sertifika ile tescillendirdim. O piyano benim hayatımın hazinesidir. Benim değil Türkiye’ye mal olmuştur. Çünkü o piyano ile Ayten Alpman da yetişti. Ben o piyanoyu çalarak kazandığım parayla yedi sene Türkiye’de vergi rekotmeni oldum. Hepsinin belgesi var arşivimde. Hepsi piyano çalarak... Hayatımı verdim ve vergi rekortmeni oldum.
Ben yazılan tarihe inanmıyorum. İddia ediyorum. Tarih yazanlar, yazdıkları her devirde padişahsa padişaha, hükümet ise siyasi liderine yalakalık yapmışlardır. Bugün de öyle değil mi, gerçeği söyleyemiyorlar. Söylerse kelle gidecek ya da işinden olacak. Onun için çıkmıştır Nasrettin hoca sözleri, esprileri. Yoksa aslında böyle bir kimse yok. Dolayısıyla ben, yaşadığıma inanıyorum. Hatta size şunu da söyleyeceğim. Çılgın Türkler kitabında, dikkat ederseniz İnönü’ye en ufuk toz kondurulmuyor. Hâlbuki büyük Atatürk’le arası hiç iyi değildi. Bunu da söyleyeyim. “Çılgın Türk” tanımlamasından da hoşlanmıyorum. Çılgınlık insanı yanlış yola götürür. Ben “şuurlu Türk” olmayı istiyorum. Öyleyim zaten. Atatürk çılgın bir Türk olsaydı, Türkiye’yi bu noktaya getiremezdi.
O şarkı vatana ihanettir
“Bir başkadır benim memleketim” şarkısından söz ediyorum. Bu şarkı TRT’nin 1970’li yıllarda öne sürdüğü şarkıdır. TRT’nin bu konuda yaptığı vatan hainliğidir. Bu şarkı eski tozlu raflarda duruyordu. Ayten Alpman’a veriyorlar bu şarkıyı milli şarkı diye. Benim çocuklarımın annesi, onun hiçbir suçu yok. Söyleyen müzisyenlerin de hiçbir suçu yok. Millete böyle lanse ediyorlar. Düşünürseniz bu şarkının sözlerinde Türk kelimesi yok, bayrak yok, vatan yok. Daha kötüsü Kıbrıs’ta 1974’te şehit verdiğimiz ve bir de gemimiz battığı zaman şarkının sözlerine bakar mısınız: “Ben gönlümü eğlerim, gerisi Allah kerim.” İşte gönül eğleye eğleye Kıbrıs’ı bu hale soktular. O şarkının çok büyük suçu vardır. Bunun üzerinde durulması lazım. Müzisyenlerimiz şarkı olarak değerlendiriyor ama sözler belgisizlik taşıyor. Memleket, vatan, bayrak bu milleti anlatmadıktan sonra havada kalıyor.
İstanbul’un Güzelliklerini Koruma ve Yaşatma Derneği
On yıl kadar önce, çok sevdiğim kardeşim ünlü tombak sanatçısı Sami Coşkun Beyefendi ile “İstanbul’un güzelliklerini koruma ve yaşatma Derneği” ni kurduk. Burada en evvel yozlaşan dilimiz Türkçeyi korumaya niyetlendik. Birinci maddemiz bu oldu. Ardından başka çalışmalarımız da oldu. Şu anda ben onursal başkanım ama doğrusu Sami’nin gayretleriyle oluyor hepsi. Ben de onun her yaptığının altına imzamı atarım. Çünkü birbirimizi o kadar iyi tanıyor ve seviyoruz. Çok çalışmalarımız oldu bu konuda. Sergiler açtık, Tarihi eserlerin restorasyonuyla ilgili boş durmadık. Türk Dil Kurumu’ndan davetliler geldi toplantılar düzenledik falan. Şu anda İstanbul Çevre konseyindeyiz. 10 yıldır da faaliyetteyiz. Kimseden yardım almayan bir dernektir.
Ben diyorum ki, İstanbul’un her şeyi tamam ama insanı kalmadı. İstanbul’da İstanbul’a yakışan insan arıyorum. Ben Anadolu’nun bir şehrine gittiğimde oranın kültürüne, yaşayış biçimine ayak uydururum. Ama bizim insanımız oralardan İstanbul’a geldiklerinde niçin hala kendi memleketlerinin derneklerini kuruyorlar. O zaman İstanbul’da yaşamanın anlamı ne? İstanbullu olmanın birinci şartı. Olmazsa olmazı İstanbul Türkçesi ile konuşmaktır. Mustafa Kemal ne diyor:
“Dil ulusal kültürün, ulusal kültür de bağımsızlığın temelidir. Bize düşen görev Türkçeye gereken önemi vermek; Türkçe konuşmaktan, Türkçe yazmaktan gurur duymaktır.”