« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 May

2020

Asıl tehdit, virüs değil, uygulanan “sağlık” sistemidir!

Arslan BULUT 01 Ocak 1970

Küresel salgın, nasıl oluşur hiç düşündünüz mü? Küresel bir salgının, bütün ülkelerde neredeyse eş zamanlı olarak başlaması mümkün müdür? “Çin’de başladı İran’a geçti” deniliyor ama bu doğru değil. ABD, İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye dahil bütün dünyada 2019’un Eylül, Kasım, Aralık aylarında, boğazda tahriş ve hırıltı ile başlayan bir hastalık var! Peki bu hastalığa sebep olan virüs, Güney Amerika’da, Amazon ormanlarında yaşayan ve şehirlerle teması olmayan yerli kabilelere rüzgârlarla mı ulaştı?
“Virüsün DNA şeması çıkarıldı” deniliyor ama ortaya çıkarılan virüs resmi bilgisayarda çizilmiş bir figürden ibaret! Üstelik virüs resmi diye çizilen bu figür, insan ve hayvan hücresinde bulunan eksozomlar ile aynı! En azından böyle bir iddia var! Yani bize virüs diye gösterilen resim, insan vücudunda doğal olarak bulunan, hücre içindeki bir maddenin resmi olabilir! Bu maddenin elektromanyetik dalga etkisiyle dış etkiyle, hücreyi patlatarak dışarı çıktığı ve kanı zehirlediği, önce akciğerleri etkilediği için solunum yoluyla temasta bulunulan diğer insanlara da bulaştığı belirtiliyor.
İnsan metabolizmasını değiştiren ve doğal hücre ölümlerinin dışında “programlanmış hücre ölümü”ne yol açan bir dış etken var ama Türkiye’de şu günlerde bu konuları tartışan ve halkı bilgilendiren bir bilim adamı yok! Daha önceleri, bu konularda bilimsel çalışma yapan, bilimsel makale ve kitap sahibi olanlar ise hiçbir televizyon kanalında konuşturulmuyor.
Neden? Çünkü Türkiye’de sağlıkla ilgili bilimlerde araştırma yapmak bile artık bakanlık iznine bağlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ise Dünya Sağlık Örgütü’nün kurallarına göre çalışıyor. Peki Dünya Sağlık Örgütü kimin kurallarına bağlı? Bir defa DSÖ’nün kuruluş sermayesini veren Rockefeller Vakfı’dır. Dolayısıyla, DSÖ, ilaç kartellerinin örgütüdür. Türkiye’deki sağlık sistemi de bu kartellerin istediği şekilde düzenlenmiştir. İtiraz eden sistemin dışında kalır, doktorsa ruhsatı bile elinden alınır!
***
Gazeteler sokağa çıkma yasağı günlerinde çıkmıyor. Dolayısıyla bu yazı kâğıda basılı gazetede yayınlanmayacak. Yazı biraz uzun olacak ama İnternet’te yer sıkıntısı yok.
Bu itibarla, sağlık sisteminin ne halde olduğunu, uzman tespitiyle bilginize sunmak istiyorum.
Emekli genel cerrah Uğur Yılmaz’ın “Sağlığın Karanlık Yüzü” diye 700 sayfalık bir kitabı var. Yılmaz daha kitabın girişinde Ivan Illich imzalı bir söze yer veriyor:
“Sağlık kuruluşları insan sağlığı için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Tıbbi uygulamalar üzerinde mesleki denetimin sakatlayıcı etkisi bir salgın hastalık boyutlarına ulaşmıştır.”
Mesele bu kadar vahim aslında...
Uğur Yılmaz devam ediyor:
*Sağlık sistemi deyince toplum hekim ve hasta arasında olan ve hastanelerde verilen bir hizmeti anlamaktadır. Soruna böyle yaklaşıldığı zaman 'sistem' anlaşılamaz. Sistemin ön planında ABD'nin emperyalist küreselleşme stratejilerine uygun olarak ülkelerde uygulanacak sağlık sistemlerini belirleyen DTÖ, Dünya Bankası, OECD, İMF gibi küresel örgütler vardır.
*Türkiye cephesine baktığımız zaman sağlık politikaları ile ilgili bütün kurum ve kuruluşların yöneticileri sistemin içindedir. Sağlık sistemi, hiç de bilimsel ilkelere göre, hasta veya insan yararına, kusursuz ve düzgün işleyen bir sistem değildir.
*Aksine sistem, arkasında Dünya Bankası gibi ABD'nin küresel egemenlik örgütlerinin olduğu, her seviyede ilgili kişilerin ve çalışanların bu kirli ilişkilerde kendilerine verilen rolleri oynadıkları, kirli, mafyatik, nitelikli dolandırıcılık ve soygun sistemidir.
*Bu kişiler toplum karşısında, TV ve basında yüzlerine masum-temiz bir maske geçirmektedir. Sağlık sisteminin bir de bilinmeyen, bilinmek ve görülmek istenmeyen, değiştirilmek istenmeyen karanlık bir yüzü vardır.
*Kovid-19 salgını münasebeti ile Türkiye'nin sağlık sistemi bütün toplumu aldatacak bir şekilde övülmektedir. Bu sistemin Atatürk'ün kurduğu sistemin devamı olan kamucu bir sistem olduğu propagandası yapılmaktadır.
*Sağlık haberciliği yalan haberciliğin en fazla uygulandığı bir habercilik şeklidir. Bu şekilde kitleler yönlendirilir, aldatılır, belli bir hedefe doğru yönlendirilir. Medyada maalesef sağlık ile ilişkili konularda doğru haberlere rastlamıyoruz.
*Sağlıkta Dönüşüm sistemi, ABD’nin kurmak istediği yeni dünya düzeninin sağlık alanında uygulamasıdır. Atatürk’ün kurduğu sistemle bir ilgisi yoktur. Bu uygulama devletin sağlık alanından tasfiyesi, ABD emperyalizmi tarafından düzenlenen işletim sistemi ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulması, sağlık kuruşlarının özelleştirilmesi ve bu iş tamamlanıncaya kadar mülkiyeti devlete ait olan sağlık tesislerinin işletmesinin SGK sistemi vasıtası ile oluşturulan sağlık piyasasına dâhil edilmesidir.
*Devletin elinde gibi görülen sağlık tesislerine de kartelin ürünlerinin daha fazla satılması ve pazarlanması görevi verilmiştir. Bu amaca ulaşmak için tıbbi hizmet, tedavi, girişim, ürün ve cihazların satılması ve pazarlanmasında diğer komisyonculuk işlerinde olduğu gibi kâr payı dağıtılmaktadır.
*Şu anda Türkiye'de uygulanan sağlık sistemi, Dünya Bankası tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan bir sistemdir. Milli bir sistem değildir. En son “Başakşehir Şehir Hastanesi”nin açılışı vesilesi ile “Sağlıkta Dönüşüm”ün bu son uygulaması da tüm halka kamucu bir uygulama olarak yedirilmiştir. Başakşehir Şehir Hastanesi bir devlet hastanesi ve yatırımı değildir.
*Bu hastane Dünya Bankası ile ticari ortaklığı olan uluslararası Rönesans Holding'in Japon ortağı ile yap-işlet-devret yöntemi ile yaptığı bir hastanedir. Bu gibi hastanelerin milletin sırtına bindirdiği yük sıradan bir özel hastaneninkinden çok fazladır. Çünkü şehir hastanelerine gelir ve kâr garantisi de verilmektedir. Hastane belirlenen geliri sağlayamazsa aradaki fark Orhangazi köprüsünde ve benzerlerinde olduğu gibi devlet tarafından ödenecektir.
*Bu sistem bir saat gibi düzenli işleyen bir ticari soygun sistemidir. Hem Dünya Bankası hem de onun küresel aktörleri, işbirlikçileri ve basını bu sistemi çok başarılı bulmaktadır. Bu tiyatro sahnesinde herkes nedense maymun rolünü oynamak istediği için sağlık sistemimizin daha bir süre böyle tıkır tıkır sorunsuz işleyeceğini söyleyebiliriz!
*Günümüzde yalnız Türkiye’de değil, dünyanın büyük bir bölümünde sağlık hizmetleri; tıbbi ürün, ilaç ve teknolojilerin pazarlanmasının bir aracıdır. Sağlık sistemi, insan sağlığını koruma ve hastalıkları iyileştirmeyi amaçlamaz.
*Toplum; tıbbi ürün, ilaç, teknoloji ve tanı yöntemlerinin gereksiz ve yaygın kullanımını “sağlık hizmeti” sanacak biçimde koşullandırılmış ve yönlendirilmiştir. Toplum bu nedenle, sağlığı koruma ve hastalıkları tedavi amacı taşımayan tanı ve tedavi yöntemlerinin uygulandığını, kendisine iyilik değil kötülük yapıldığını algılayamamaktadır.
*Bu bozulup yozlaşmanın sebebi hekimlerden değil, sistemden kaynaklanıyor. Yozlaşmanın tıp ve ahlâk eğitimiyle düzeltilmesi, yaşanan aksaklıkların, sistem içinde çözülmesi olanaksızdır. Kaldı ki; sistem içinde kimse bu işleyişten rahatsız değildir ve düzeltilmesini istememektedir.
*Perde önünde veya satış tezgâhında görev alanlardan çok, perde arkasında ipleri ellerinde tutan tıp kartelini görmek ve iyi tanımak gerekmektedir. En önde görülen kişiler sadece kendilerine verilen rolleri oynamaktadır, oyunun senaryosu başka yerlerde hazırlanmış ve Türkiye’de sahneye konulmuştur.
*Ünlü İngiliz tiyatro yazarı Shakespeare, Dünya’yı bir tiyatro sahnesine benzetir ve tüm insanları bu sahnede oynanan oyunun oyuncuları olarak görür. İşte, sağlık piyasası da böyle bir tiyatro sahnesidir. Bu sahnede herkes sistemin kendisine verdiği rolü oynamaktadır. Daha doğrusu oynamak zorundadır. Oynanan bu oyunda sevinç, hüzün, komedi, trajedi, entrika, cinayet, kan, üzüntü, ölüm, aldatma, kandırma, dolandırıcılık ve çeteleşme dâhil her şey bulunmaktadır.
BİRİNCİ TESPİT
*Kitapta anlattığım yaşanmış hikâyelerde birinci tespitim, halkın sağlık, tıp ve tedavi konularında derin bilgisizliği ve cahilliği olmuştur. İnsanlar her tür yalan ve dolana kolaylıkla inanabilmekte veya inandırılabilmektedir.
*İnsanları inandırmak için hem modern hem modern olmayan tıbbi uygulamalar hakkında değişik yalanlar ve efsaneler uydurulmaktadır.
*Kişilerin eğitimli olup olmaması ve hatta hekim bile olması bu yalanlara inanmalarını engellememektedir. Bu yalanlar, insanların gereksiz tedavi, ilaç kullanımı ve operasyonlar yapılması için sistemli olarak uydurulmakta ve yayılmaktadır.
*Neredeyse herkesin ortak görüşü ve inancı haline gelen yalanlar, bireyleri kötü işletilen sağlık sisteminde korumasız bir duruma düşürmektedir. Hatalı uygulama, tedavi ve operasyonların yaptırılmasında insanları ikna etmede uygulanan birçok farklı yöntem bulunmaktadır.
*Halkın zararlı sağlık sisteminden kendisini kurtarmak için okuyup bilinçlenmesi de yeterli olmamaktadır. Ortada bir sistem varsa ve bu sistem herkese nasıl uygulanıyorsa size de yakınlarınıza da aynı biçimde uygulanacak demektir.
İKİNCİ TESPİT
*İkinci tespitim, yalnız hekimlerin değil, bu alanda çalışan yönetici ve öğretim üyelerinin de tıbbi konularda yetersiz ve bilgisiz oluşlarıdır.
*Bu kişiler de ne yaptıklarını ve ne öğrettiklerini tam olarak bilmektedir. Çünkü bilimsel ve analitik düşünme yeteneklerinden yoksundurlar. Bu kişiler tüm mesailerini bilimsel uğraşlar için değil, para kazanmak için harcamaktadır.
*Tıp kartelinin bilim diye sunduğu dogmalar ve hipotezler, evrensel gerçeklikler ve doğa yasaları sanılmaktadır. Üniversitelerde bilim olarak sunulanlar aslında, akademik alanda yükselme amacıyla uydurulmuş, kimsenin okumadığı ve anlamadığı, benzerleri daha önce yüzlerce kez yapılmış çalışmaların türevlerini veya benzerlerini yazmaktan öteye geçmemektedir.
*Yapılan çalışmalarda çoğu zaman neyin bulunmak ve gösterilmek istendiği bile belli değildir. Bilim, bir öneri ve uygulamanın onaylanması ile değil, çürütülmesi ile gelişir, gerçeğe bu yoldan ulaşılır.
*Oysa üniversite öğretim üyeleri, tıp kartelinin bilimini bir dogma veya din gibi kabul etmektedir. Bunun dışında bir şey duymaya ve görmeye tahammülleri yoktur, eleştiri ve farklı fikirlerin açıklanmasından hoşlanmazlar.
*Hekimler, nasıl hasta tedavi edileceğini ve ilaç kullanılacağını bilmemektedir. Hekimlere tıbbi eğitimleri, ilaç ve malzeme firmaları tarafından verilmektedir! İlaç ve tıbbi malzemeler, firmaların yönlendirmesine göre tercih edilip pazarlanmaktadır. Hastalıklar ve sorunlar değiştiği halde tedaviler hepsinde hemen hemen aynı olmaktadır.
ÜÇÜNCÜ TESPİT
*Üçüncü tespitim, tıp bilimi diye bir bilimin olmadığıdır! Hiç kuşkusuz insanı ve hastalıklarını inceleyen anatomi, fizyoloji, patoloji gibi tıbbi ilimler vardır. Ancak unutulmasın ki, bu bilim dalları ile ilgi dersler, yardımcı sağlık çalışanlarına da verilmektedir. Dolayısıyla bu dersleri almak kişiyi bilim adamı yapmaz.
*Hekimlerden ve sağlık çalışanlarından bu bilimlerle ilgili öğrendiklerini uygulamaları beklenir. Oysa eğitimleri sırasında bu bilim dallarında verilen dersleri, mesleki hayatlarında uygulamazlar, kullanmazlar.
*Bir kişinin okuyarak, görerek veya tecrübeyle öğrendiği ve yaptığı şeyler, bir bilim konusu olmaktan çok bir sanat veya zanaat konusudur. Bu açıdan bakıldığında hekimliğin; şoförlükten, futbolculuktan, bilgisayar kullanıcılığından bir farkı yoktur. Nitekim bilgisayar program ve araçlarını geliştiren kişilerin de bunları en iyi kullanabilen kişiler olması gerekmez. Kaldı ki, öğretilen tıbbi bilimlerin, tıbbi uygulama ile bir ilgisi yoktur.
*Tıp fakültelerinde hastalığın ne olduğu, bunların nasıl teşhis ve tedavi edileceği değil, gereksiz ilaç, tedavi, girişim ve teknoloji kullanmak için toplumun nasıl taranacağı, uygulanacak tedavi ve girişime bağlı olarak nasıl hasta yaratılacağı öğretilmektedir.
*Günümüzde hastalıkların başlıca nedeni, gereksiz ve zararlı tedavilerin uygulanmasıdır. Gereksiz ve zararlı tedavi uygulamanın neden olduğu hastalık ve tıbbi sorunlara “iatrojenik hastalıklar” denilmektedir. Yani, hekimlerin uyguladığı tedavi ve yöntemlerin neden olduğu hastalıklara bu ad verilmektedir.
*Hekimlik eğitiminde, iatrojenik hastalıkların neler olduğu, nasıl oluştuğu, bunlardan kaçınılması için hekimlerin nerede durması gerektiği ve hangi durumlarda belirli bazı tedavi ve girişimleri yapmaması gerektiği öğretilmemektedir.
*Tıp bilimi olarak sunulan; tıbbi cihaz, malzeme, ilaç ve diğer ürünlerin geliştirilmesidir. Çarpıcı gerçek şudur, bu ürünleri üreten ve geliştirenlerin hiçbirisi hekim değildir!
*Yapılan üretimlerin ve geliştirmelerin de çoğu, tanı yöntemleri ile ilgilidir. Eldeki tanı yöntemleri hastalıkların tanı ve tedavisi için yeterlidir. Bulunan yeni tanı yöntemlerinin tedaviler üzerinde bir etkisi yoktur. Tedavisi bulunmayan ve etkili bir şekilde tedavi edilemeyen hastalıklar için yeni tanı ve tedavi yöntemlerinin piyasaya sürülmesinin, hastaların iyileşmesi ve tedavisi için bir anlamı yoktur.
*Geliştirilen tıbbi tanı araçları ile yeni teşhisler, klinik durumlar ve algoritmalar tanımlanmakta, daha sonra bu tanımlara göre tedaviler ve ilaçlar tasarlanmaktadır. Geliştirilen bir ürün, ilaç veya cihaz ya her hastada aynen uygulanarak ve kullanılarak moda olmakta ya da bunlar için yeni tıbbi durumlar ve hastalıklar icat edilmektedir.
*Yeni hastalık icadında kullanılan başlıca yöntem istatistiktir. Vücutta bulunan bir madde veya özellik ölçülür, önce bir normal değer belirlenir ve bunun dışındaki değerler hastalık göstergesi olarak tanımlanır. Zamanla normal değer aralığı daraltılarak hasta sayısı artırılabilir.
*Devlet, kendi denetiminde olan sağlık kuruluşlarında yeterli bir sağlık hizmeti verilebilmesi için üzerine düşeni yapmamıştır. Hastanelerin çoğunda, asepsi antisepsi kurallarına uyulmamaktadır. İşin daha vahimi, hepsi tıp fakültelerinden mezun olan hekimlerin bu temel kavramlardan habersiz olmalarıdır.
*Aynı durum diğer sağlık çalışanları için de geçerlidir. Cerrahlar ve anestezi uzmanları nasıl ve hangi durumda anestezi verileceğini ve hastanın ameliyata hazırlanmasının ne demek olduğunu bilmemektedir. Herkes kendine göre keyfi kural koymaktadır.
*Devlet, sağlık hizmetlerindeki yolsuzluk, usulsüzlük ve kötü uygulamaları görmezden gelmekte ve bunları yok saymaktadır. Bu konularda yapılan uyarı başvuruları gereği gibi inceleneceği ve soruşturulacağı yerde, kötü uygulamalarda bulunan kişiler korunmakta ve sorunlar görmezden gelinmektedir.
*Bununla kalınsa neyse, çoğu zaman yolsuzlukları ve usulsüzlükleri ortaya çıkarıp duyuranların üzerine gidilmekte, bu kişiler cezalandırılarak susturulmaya çalışılmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki; denetleyenlerin görevi, sistemin kusursuz işlediğini ve bir sorun bulunmadığını göstererek milletin gerçekleri görmesini engellemektir.
*Kitapta kanser hastalığı hakkında bir anlayış oluşturmak amacıyla bazı hastalardan örnekler verdim. Hastalara çoğu zaman zarar veren tedavilerin ve belki yararı olur diyerek yapılan uygulamaların, giderek temel tedavi yöntemleriymiş gibi uygulandığı görülmektedir.
*Bazı kanser türleri öldürücü değildir, bir tedavi ya da aşırı tedavi gerekmez. Lenfoma ve lösemi gibi bazı türler hariç, geliştirilen diğer tedavi yöntemleri ile daha iyi sonuçlar sağlanamamıştır.
*Toplum hem kanser endüstrisinin geliştirdiği teşhis ve tedavi yöntemleri, hem de kanseri tedavi ediyoruz diye ortaya çıkan sahtekârların yaptığı uygulamalar konusunda bilinçsiz ve korumasızdır.
*Türkiye’de sağlık sistemleri ve özellikle muayenehanecilik sistemi bilimsel olarak incelenmemiş ve eleştirilmemiştir.
*Kişiler, çoğunlukla rahatsızlıkları nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvurmaktadır. Dile getirilen rahatsızlıklar çoğu zaman bir hastalık gibi ele alınarak gereksiz girişim ve tedaviler uygulanmakta ya da hastalar ameliyat edilmektedir.
*Sıradan rahatsızlıkları nedeniyle sağlık kuruluşlarına giden insanlar, en çok kötü muameleye uğrayan, gereksiz tedavi ve ameliyat edilen kesimdir.
*Kitapta, doğal doğum olayının nasıl sezaryen endüstrisine doğru dönüştüğünü örneklerle gösterdim. Aynı durum kalp cerrahisi ve kardiyoloji girişimleri ve kanser tedavileri için de geçerlidir. Bilinen ve alışılan her ameliyat türü için hemen bir ameliyat bandı açılmakta ve bu ameliyat sadece hastalara değil tüm topluma uygulanmaktadır.
*Devlet, sağlık hizmetinde kendisini sorumlu görmemekte ve gereğini yapmamaktadır.
*Sağlık sistemindeki ana sorunlar hep görmezden gelinmiş ve sağlıkla ve tıpla ilgili olmayan konular önemli sağlık sorunu olarak sunulmuştur.
*Mevcut sağlık sistemi bu durumdayken dış güçlerin etkisi ile küreselleşme gereği sağlık alanının özelleştirilmesi ve bu alandan devletin tasfiyesi gündeme gelmiş ve bu yapılmıştır.
*Sağlıkta dönüşüm olarak bilinen bu süreci neredeyse tüm siyasi partiler, sendikalar ve sağlık çalışanları gönülden desteklemiştir. Dönüşüm olayı da tarafsız ve bilimsel yöntemlerle incelenmemiş ve eleştirilmemiştir. Bu konuda yapılan tüm yayınlar, sağlıkta dönüşümü öven ve destekleyen yazı ve raporlardan oluşmaktadır.
*İnsan sağlığı alanında gördüğümüz sorunların aynısı veya benzerleri tarım ve veterinerlik alanlarında da mevcuttur. Veterinerlikte ve tarımda bitkilere kullanılan ilaçlar da kartelin etki alanındadır. Bu alanlarda da tıpkı insanlarda olduğu gibi, pazarlanan ilaçlar gereksiz bir biçimde kullanılmaktadır.
*Artık bu konularda, toplumun tamamı olmasa bile, bir bölümünün düşünmeye ve bir şeyler yapmaya başlamasının zamanı gelmiştir.
***
Yazıyı, yine Uğur Yılmaz’ın hatırlattığı, İbni Sina’nın bir sözü ile bitirelim:
“Hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir.”

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 50040

ulkucudunya@ulkucudunya.com