« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 May

2020

MAVERDÎ 972 – 27.05.1058

01 Ocak 1970

Maverdî, 364/974-75 tarihinde Basra’da gülsuyu ticaretiyle uğraşan Arap bir ailede dünyaya geldi. Fıkha dair ilk eğitimini Basra’da Mutezile ekolüne mensup olan Abdülvâhid b. Hüseyin es-Saymerî’den aldı. Daha sonra Bağdat’a geçerek ilmi hayatının geri kalan kısmını büyük oranda burada ikmal etti. Bağdat’ta ders aldığı hocalardan biri de aynı zamanda dönemin etkin siyasi figürlerinden birisi olan Şafiî fakihi Ebû Hâmid el-İsferâyînî’dir. Bu süreçte Maverdî, Ebû Ali Hasan b. Ali el-Cebelî, Muhammed b. Adî el-Minkarî ve Ebü’l-Kasım İbnü’l-Mâristânî gibi alimlerin hadis halkalarında bulundu. Fıkıh, usul-u fıkh ve tefsir dersleri verdi. Şafiî-Eşari bir fıkıh alimi olarak Abbasî hilafeti ve Büveyhî idaresi altında farklı yerlerde kadılık görevleri yaptı. Maverdî, siyasi becerisi ile eş zamanlı olarak farklı yöneticiler arasında arabuluculuk vazifesi üstlenmiş ve siyasi figürlerin istişaresine önem verdiği bir kişi olmuştur. Bu durum onun çalışmaları arasında önemli bir yekun tutan siyaset teorisi ve pratiğine dair eserlerin bizatihi içinde bulunduğu siyasi mekanizmalarla beraber yorumlanması gerekliliğini göstermektedir. Aktif olarak Abbasi halifelerinden Kâdir-Billah ve Kâim-Biemrillâh döneminde siyasi görevler alan Mâverdî, Abbasi halifeleri ve Büveyhî emirleri arasında elçilik görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca Kâim-Biemrillâh döneminde halife tarafından Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey’e gönderilmiştir. Elçilik süreçlerindeki becerisi ve halifelik konumunu koruma hususunda diğer emirliklere karşı gösterdiği başarılar sebebiyle kendisine Kâim-Biemrillâh tarafından “Akda'l-Kudat” lakabı verilmiştir. 437’de (1045-46)’den sonra siyaset sahnesinden çekilen Mâverdî, ilmi faaliyetlerle meşgul olmuş ve 450/1058 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir.

Öğretisi

Siyaset Düşüncesi: Bir Şafîi fakihi olarak önplana çıkan Mâverdî’nin fikriyatı eserleri bağlamında üç başlık altında toplanabilir: i) Siyaset teorisi ve pratiği, ii) Ahlâk ve edeb, iii) fıkıh ve tefsir gibi İslâmî ilimlere dair yazdığı eserler. Bu alanlardan bilhassa siyaset ve ahlâk başlıklarında etkili olduğu görülen Mâverdî’nin daha önce kelam metinleri içerisinde yer alan imamet bahislerini “hilafet” vurgusuyla ayrı bir literatür üzerinden ele alması, sonrasındaki eserler üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. Ahkâmu’s-sultaniyye başlıklı eserler böylesi bir sürecin ürünüdür.

Halifeye ve onun merkezi konumuna yapılan güçlü vurgu Mâverdî’nin eserlerinde dikkat çekici bir mahiyet arz eder. Maverdî imamet ve hilafet meselesini Abbasi hilafetinin etkisinin son derece zayıfladığı bir dönemde önplana çıkartır. Ahkâmu’s-sultaniye adlı eserini halifenin sadece bir dinî otorite olmayıp dinî ve dünyevî tüm yetkileri elinde bulundurduğu kurgusu üzerine kuran müellif, bununla yönetimi büyük oranda ele geçiren Büveyhî idarecilerine karşı bir sistematik geliştirmeye çalışmaktadır. Böylelikle siyasî erkin dinî ve dünyevî otoritesine birlikte vurgu yaparak Abbasi halifeliğinin dar anlamda dinî yetkiyle sınırlandırılmasına karşı çıkmakta ve gittikçe artan yerel idarelerin meşruiyetinin sorgulanması zeminini oluşturmaktadır. Bu durum, Mâverdî’nin siyasete dair yazdığı metinlerin ve yaptığı tartışmaların, Abbasi hilafetinin konumu ve yerel idareler arasındaki gerilim ilişkisi okunmaksızın anlamlandırılmasının güç olduğunu göstermektedir.

Yönetimdeki “imam”ın Allah’ın değil Peygamberin halifesi olduğunu savunan Mâverdî böylece hem yanılmaz masum imam doktrinini hem de Fars kültürünün etkisinde gelişen “Zıllullâhi fi’l arz” kabulünü reddettiğini belirtmektedir. İmamın “hilâfetü’n-nübüvve” olduğunu söyleyen düşünür, hilafeti elinde bulunduran kişinin dinî ve dünyevî sorumluluklarının tek bir başlıkta toplanmış olduğuna da işaret etmektedir. İmam olmanın vasıfları arasında “Kureyşî”liğin de zikredilmesi ise hem Abbasî yönetimine tehdit oluşturan yerel yönetimlerin hem de Kureyş’ten olmayan Müslümanların da imam olabileceğini söyleyen Hariciyye ve Mutezile’ye karşı bir reddiye içermektedir. Mâverdî’nin çokça tartışılan düşüncelerinden birisi olan “imâretü’l-istîla” ise bazı yorumlarla farklı anlaşılsa da halifenin otoritesini tahkim etmeyi amaçlamaktadır. Zira Mâverdî, mahalli emirlerin bulundukları mevkilerde yönetimi ele geçirmelerinin belli şartlar altında halife tarafından onaylanmasını, reel düzlemde hilafetin mutlak otoritesinin korunmasına hizmet etmesi açısından okumakta ve bunun nedenlerini açıklamaktadır.

Mâverdî’ye göre hükümdarın halifeliği mutlak ve değişmez değildir. Eğer halife gerekli şartları taşımaya devam etmez ve yükümlülüklerini sürdürmezse “ehl-i hall ve’l akd” tarafından azledilebilir. Siyaseten bu kabulü serdeden Mâverdî, hukukî olarak bu sürecin nasıl işleyeceğini anlatmaz. Bu durum muhtemelen hilafet otoritesinin zayıfladığı bir zamanda, azletme mekanizmasının önünü açacağı endişesinden kaynaklanmaktadır.

Mâverdî’ye göre mülkün (rejim) istikrar kazanması iki temel esasa bağlıdır: Kuruluş ve yönetim. İstikrarın bağlı olduğu temellerden ilki olan kuruluş ise üç esastan birine dayanır: Din, kuvvet ve mal/servet. En kuvvetli rejimin dine dayalı olarak kurulan yönetim olduğunu söyleyen Mâverdî, böylece hem dinin hem de dünyanın mamur edileceğini belirtmektedir. Diğer iki esasın birincinin otoritesinin kaybedilmesi sonucunda ortaya çıkacağını belirten Mâverdî’ye göre dine dayalı yönetim zaafa düşerse gücü elinde bulunduranlar mevcut istikrarsızlığı gidermek için yönetime el koyarlar. Mal ve servete dayalı olan yönetim biçiminde ise zenginlik ve mevki sahibi olan zümre bu güçlerini kullanarak mevcut yönetimi ele geçirir.

Kuruluş açısından devlet yapısını üçe ayıran Mâverdî bu anlatımıyla aslî olanın dine dayalı yönetim olduğunu ve fakat gerekli unsurları sürdüremezse diğer yönetim biçimleri tarafından ele geçirileceğini söyleyerek dinin bir idarenin hem aslî formu hem de sürdürülebilmesinin imkanı olarak gördüğünü ortaya koymuş olmaktadır.

Mülkün ikinci unsuru olan yönetimin devamlılığı ise “ülkenin bayındırlığı, tebaanın güvenliği, ordunun idaresi ve kamu maliyesinin yönetimi” ile temin edilmektedir. Bunlarla bağlantılı olarak toplumun düzeninin ve birliğinin sağlanmasını altı esasa bağlayan Mâverdî, ilkinin halkın ortak bir dinî mensubiyete sahip olması olduğunu ifade etmektedir. Çünkü din insanların kendilerini terbiye etmesi ve erdemli bir yaşayışa sahip olması için manevi bir müeyyide uygularken aynı zamanda siyasi otoritenin düzeni sağlayıcı işlevini bütünleyici bir fonksiyon arz eder. İkinci unsur olan baskın otorite (sultan kâhir) zulmün önüne geçmek, akıl ve dinin aşıldığı ve müeyyide özelliğinin yıpratıldığı durumda etkin hale gelir. Mâverdî’ye göre toplum düzeninin sağlanabilmesi için bir diğer özellik, yaygın adalettir. Herhangi bir kategorik ayrım gözetmeksizin kanun önünde herkese adaletle hükmedilmesi gerekliliğini vurgulayan Mâverdî, adaletin hüküm sürmediği durumda hem yönetimin hem de toplumun çözülmeye uğrayacağını belirtmektedir. Canın, malın ve ırzın teminat altına alındığı genel güven ortamının da toplumsal dirliği sağlayan diğer bir unsur olduğunu belirten Mâverdî, bu unsurun sağlandığı durumlarda iktisadî ve sosyal pek çok yapının olumlu bir yaklaşım sergilediğini; güven sorununun olduğu ortamda ise bireylerin geleceğe dair ümitsizlik taşıdığını söylemektedir. Genel güvensizlik ortamı üretimin azalmasına, istihdam ve yatırımın durma noktasına gelmesini sağlayacağından dolayı idarenin meşruiyetini de ortadan kaldırmaktadır. Toplum düzenini devam ettirici unsurların sonuncusu ise sürekli bolluk ve geniş emeldir. Mâverdî’ye göre maddi yetersizlik kargaşaya yol açar. Toplumun farklı tabakalarında yer alanlar arasında çekişme ve nefret doğurur. Bu sebeple devamlılık arz eden refah önem taşımaktadır. Geniş emel ise insan topluluklarının halihazırdaki varlığını idame ettirmeleri ve kendisinden sonraki nesiller için yaşanabilir bir dünya bırakmalarını temin etmeyi sağlamaktadır. Maverdî’ye göre eğer insanlarda anlık gerekliliklerin dışında bir gayret olmasaydı büyüme ve gelişmenin temini mümkün olmayacaktı.

Ahlâk Düşüncesi: İslam ahlâk düşüncesi içerisinde gerek felsefî disiplinlerde gerekse de dinî ilimlerde ortaya çıkan hikemiyat, adâb ve zühd literatürü gibi kısmen muğlak ve kısmen de belirgin özelliklerle birbirlerinden ayrışan bir ahlâkî düzlem bulunmaktadır. Hikemiyat metinlerinde tecrübî bilgi aktarımı merkezde yer alırken; adâb literatüründe toplumsal yapının bir sonucu olarak ortaya çıkan örfî esaslara uyma ön plandadır. Zühd ise “kuşatıcı ibadet” anlamını taşımakta ve kişinin hem dindarlığının hem de güzel ahlâka sahip olmasının teminatı olarak görülmektedir. Mâverdî’nin ahlâk düşüncesi ise bu üç unsuru belli oranlarda barındırmakta ve farklı düzlemleri kuşatmayı amaçlayan bir ahlâkî yapı taşımaktadır. Nitekim Edebü’d-dünya ve’d-dîn adlı eserinde adâbı toplumsal olanla sınırlamayıp bireysel alanın farklı boyutlarını da kuşatacak biçimde ele alması, farklı perspektifleri içine alan bütüncül bir ahlâk anlayışını benimsediğini göstermektedir. Bu bağlamda Mâverdî, akıl ve hayvânî nefis üzerinden kurduğu karşıtlık ilişkisi zemininde ilmin edebi, dinin edebi, dünya edebi ve nefsin edebi başlıkları altında ahlâk düşüncesini anlatır. İlk olarak akıl-heva karşıtlığına vurguda bulunan Mâverdî’nin toplumsal ve siyasal olana karşılık gelen dünya edebi ile dini mükellefiyetlerin adabını içeren dini edebi insanı diğer varlıklardan ayıran “akıl” düzleminde ele alması, “arzuların hakimiyet altına alınması” noktasını ön plana çıkardığını göstermektedir. Mâverdî’nin ahlâk düşüncesinde izleri görülen temel nokta, nefsin edebi ve terbiyesine dair yaptığı dikkatli vurgudur. Erdemleri kazanım ve kötü huyların terki üzerine kurulu olan nefsin ıslah edilmesi fikri, Mâverdî’den sonraki ahlâk düşüncesini çokça etkilemiş görünmektedir. Aristotelesçi ve Yeni-Platoncu unsurları bünyesinde barındıran erdem şemasını takip eden birçok ikinci klasik dönem müellifinin tasnifi, Mâverdî’nin çizdiği tablodan dikkate değer izler taşımaktadır. Özellikle Mâverdî’nin Edebü’d-dünya ve’d-dîn adlı eserinde Aristotelesçi ve Yeni-Platoncu ahlâkta yer almayan erdemler ve içerikler bulunmakta ve bunların Ahlâk-ı Adudiyye şerhlerinde olduğu gibi birçok metin üzerinden takip edilebileceği görülmektedir. Sistematik halini Nasırüddin et-Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî adlı eserinde gördüğümüz şahsî ahlâk (tedbîru’n-nefs), ev idaresi(tedbîru’l-menzil) ve devlet yönetimi (siyâsetü’l-mudun) şeklindeki üçlü ahlâk anlayışı, Mâverdî’nin ahlâk düşüncesinde nefsin edebi ve dünya edebi içerisinde yer alan tartışmalara tekabül etmektedir. İçerikte ortaya çıkan ve etkilerinin daha ayrıntılı olarak takip edilmesini gerektiren bu durum, yazım tarzında da görülmektedir. Mâverdî’nin zühd ve hikemiyat ahlâkının özelliklerini birleştirir şekilde hem ayet ve hadislerden hem de önemli bilgelerden, filozoflardan, alimlerden ve şairlerden istişhat ile metnini örüntülemesi birçok ahlâk eseri için örneklik teşkil etmiştir. Nefsin yetkinleşmesi gayesi üzerine kurulu felsefî ahlâkın, İslam düşüncesi içerisinde aldığı yeni içerik ve formları sahih bir biçimde değerlendirmek için farklı bileşenlerde olduğu gibi Maverdî’nin ahlâk düşüncesi ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi gerekmektedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 57853

ulkucudunya@ulkucudunya.com