Türkiye’nin Libya’daki rakiplerinin bir sonraki hamlesi ne?
Nebahat Tanrıverdi Yaşar 01 Ocak 1970
Türkiye’nin Libya’daki rakiplerinin bir sonraki hamlesi ne?
Akdeniz’de söz sahibi olmanın yolu bugün artık Libya’da üstünlük sağlamaktan geçiyor. Böyle olunca da Libya için verilen güç mücadelesi giderek hız kazanıyor, özellikle de son birkaç ayda sahada yaşanan ve şimdilik Türkiye lehine olan değişikliklerden sonra.
Ülkedeki iç savaşta Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat hükümeti, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Rusya ve Fransa gibi ülkelerin desteklediği ve bir yıldan uzun bir süredir başkent Trablus’u ele geçirmeye çalışan Hafter güçlerini geri püskürtmeyi başardı. Ancak bu, Libya siyasetinde söz sahibi olmak isteyen ülkelerin ortaya çıkan yeni dengeyi kolayca kabul edeceği anlamına gelmiyor. Libya iç savaşını güvenli bir mesafeden takip eden ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) de yeni duruma uyum sağlama arayışları devam ediyor.
Libya konusunda Türkiye dışındaki aktörlerin pozisyonlarını ne yönde değiştirmeye çalıştıklarını anlatmaya başlamadan önce, son zamanlarda ne olduğunu ve dengelerin nasıl farklılaştığını hatırlayalım.
Dengeleri değiştiren hamleler
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan başkent Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) bağlı güçler, uzun süren operasyonların ardından 18 Mayıs günü Vatiyye Askeri Hava Üssü‘nü ele geçirmişti. Bu hamle, Libya’da iç savaşın dengelerini büyük bir değişime uğrattı: UMH, Türkiye ile Kasım 2019’da imzalanan mutabakat zaptları uyarınca Ankara’nın sağladığı askeri yardım çerçevesinde hava üstünlüğünü de ele geçirdi. Böylece Halife Hafter’in başkent Trablus’u kontrol altına almak için 2019’un nisan ayında başlattığı askeri saldırı da sona erdi. Trablus’un batısı ve güneyindeki ikmal hatlarını kaybeden Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu (LUO) ve onun saflarında savaşan Rus özel askeri şirketi Wagner’e bağlı savaşçılar Terhune ve diğer güney cephelerden çekildi.
Batı Libya’nın önemli bir bölümünde LUO’nun varlığını sona erdiren bu askeri yenilgi, Doğu Libya’yı kontrol eden Hafter ve Tobruk Temsilciler Meclisi (TM) etrafında bir araya gelen siyasi ve askeri ittifakı nasıl etkileyecek, bu ittifaka destek veren ülkeler ne yönde davranacak? İşte Libya’da şu anda asıl soru bu.
Libya’da yol ayrımı
Batı’daki askeri yenilginin nedeniyle Hafter’in siyasi geleceği büyük bir tartışma konusu haline geldi, ufak çaplı da olsa Batı ve Güney Libyalı bazı müttefik bileşenler koptu, fakat bu bileşenlerin çoğu da mevcut gelişmelere göre yeniden pozisyon almaya çalışıyor. Daha da önemlisi, Hafter’in uluslararası müttefikleri olarak tanımlayabileceğimiz Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Fransa ve Rusya da bundan sonraki süreçte Libya’daki konumlarını yeniden değerlendirmeye başladı.
Bu ülkeler başlangıç olarak, uzun süredir “güçlü lider” Hafter imajı üzerinden verdikleri örtülü desteği daha fazla sürdürmelerinin mümkün olmadığını anlamışa benziyorlar. Bu da onları, Libya’ya yönelik politika ve söylemlerinin çerçevesinin büyük değişimlere uğrayacağı bir yol ayrımına getiriyor. Bu yol ayrımına etki edebilecek iç ve dış faktörlerin tamamını bu yazıda ele almak mümkün değil ancak uluslararasılaşan Libya krizinin bu ayağına dair bir tablo çizmek bu yazının kapsamı olacak.
Libya politikalarında belirleyici üç hedef
Öncelikle BAE, Mısır, Fransa ve Rusya’nın genel olarak Libya’da politikalarını belirlerken süreci yönlendiren 3 temel faktörün/hedefin ön plana çıktığını ifade etmek gerekiyor: Türkiye’nin Libya’daki nüfuzunun sınırlandırılmak; kendi etki alanlarını rakiplere karşı korumak ve son olarak da Libya’nın doğusundaki ittifakın çözülmesini engellenmek.
Bu noktada tabloyu daha karmaşık hale getiren birbiriyle bağlantılı bir diğer üç faktörün de altının çizilmesinde fayda var.
Bunlardan ilki, Türkiye’nin Libya’da UMH ile imzaladığı deniz yetki alanlarının belirlenmesine ve güvenlik iş birliğine ilişkin mutabakat zaptları sayesinde Libya’daki iç savaş ve Libya’nın siyasi geleceğinin Doğu Akdeniz anlaşmazlığına bağlanmış olması.
İkinci faktör, Rusya’nın Türkiye ile Libya’da gerçekleştireceği tüm dirsek temasları, askeri tırmanma ve diplomatik hamleler gibi geniş kapsamlı manevra alanında Suriye’de süregelen Türkiye – Rusya işbirliği/çatışma dinamiklerine Libya’yı doğrudan bağlaması oldu. Henüz bu yeni dinamik Libya ve Suriye sahalarına yansımamış olsa da, İstanbul’da yapılması planlanan Türkiye-Rusya Bakanlar seviyesindeki toplantısının iptal edilmesinin ve İdlib’de yeniden tansiyonun yükselme sinyallerinin artmasıyla birlikte önümüzdeki günler bu konuda daha fazla fikir verecek.
Son olarak bu iki gelişmeye bağlı olarak tüm küresel aktörler için Libya’nın jeopolitik bağlamı da dönüşmüş oldu. ABD’nin Libya’daki gelişmelere daha fazla kayıtsız kalamadığı bu yeni düzlemde, AB ve NATO bağlamında da yeni girişimlerin önümüzdeki günlerde gündeme gelmesi oldukça yüksek ihtimal.
Hafter’in askeri saadet zinciri
Hafter, 2014 yılındaki başarısız darbe girişiminin ardından ülkenin doğusunda giderek iç bölgelerde yani Barka bölgesindeki aşiretlerin, Mısır ve BAE’nin desteği sayesinde askeri ve siyasi ittifak kurmuştu. Bu ittifaka, sayılı Libya uzmanlarından Tarek Megerisi dünyadaki ilk saadet zinciri dolandırıcılığını kuran Charles Ponzi’ye atıfla askeri ponzi şeması adını veriyor. Bu şema, merkezde Hafter’e ve Hafter üzerinden de dış müttefiklere bağlanan, bu dış müttefikler sayesinde Libya’ya akan ekonomik kaynakların ve askeri araçların rantiyer sistem üzerinden yukarıdan aşağıya dağıtıldığı gevşek bir ilişkiler ağından müteşekkil. Gevşek bir yapı, zira, aşiret ve askeri güçlerin ittifakları Libya’da öyle sanıldığı gibi İslamcı-seküler retoriğine değil, çıkar arayışları ve güvenlik kaygısı gibi faktörlere göre şekilleniyor ve ülkenin geleceği, örneğin anayasa ve seçim yasası gibi meselelerde ittifaklar içinde ortak hedeflerin yokluğu göze çarpıyor.
Bu ittifakların kırılgan yapısı, 2011 sonrası süreçte sayısız savaş suçu, katliam, yerinden edilme, demografik yapının sürekli değişim içinde olması gibi savaşın toplumu travmatize edici etkileri nedeniyle aşiretler ve aileler arasında derinleşen rekabet ve düşmanlıklardan kaynaklanıyor. Bu nedenle de Libya’daki tüm siyasi ve askeri ittifaklar bugüne kadar içlerinde aileler, aşiretler, milisler ve bölgeler arasındaki husumetlerin ve kaynaklar için devam eden rekabetin beslediği fay hatlarını barındırıyor. Bütün bunlar da modern devlet kurumsallaşmasının mümkün kıldığı altyapısal kapasiteden yoksun Libya’da aşiretlerin ve milis güçlerin taraf değiştirmesi şeklinde tezahür ediyor, kurulan siyasi-askeri iç ittifakların büyük değişimler karşısında bütünlüğünü korumasını zorlaştırıyor.
Bugün Halife Hafter-ve Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih aksında gerçekleşen yeni lider tartışmasında uluslararası aktörleri de sınırlayan dinamiklerden biri de az önce nedenlerini anlattığım muhtemel dağılma riski.
Hafter’siz yeni bir siyasi dengenin teşekkül edeceğine yönelik iddiaların basına yansımasının ardından, sürecin Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih üzerinden devam edeceği beklentisi oluştu. Bu beklenti haziran ayının başına kadar oldukça yüksekti. Esasen gelinen noktada Hafter, BAE, Rusya ve Mısır başta olmak üzere pek çok aktör tarafından makbul bir siyasi figür olma niteliğini kaybetmiş görünüyor. Ancak tüm bu aktörler aynı zamanda Hafter’den tamamen destek çekme senaryosunda hem Hafter’in dış destek aramak adına başka aktörlere yönelmesi hem de doğu ittifakının çözülmesi ihtimallerini şimdilik göze alamıyorlar. Bu da her ülkenin, kendi nüfuz alanını genişletmeye çalışacağı ama bunu yaparken Libya’nın doğusunda ortaya çıkacak yeni iç siyasi-askeri dengede en güçlü ele sahip olmayı hedefleyen bir rekabetin bir süre daha devam edeceği anlamına geliyor.
Rusya’nın Libya politikasını doğru tahlil etmek
Bugün Türkiye’de Rusya’nın Libya’daki nüfuzunu ve dış politikasını, BAE başta olmak üzere bölge devletlerinin sağladığı finans desteği ile sınırlı bir takviye aktör olarak görenlerin sayısı küçümsenmeyecek sayıda. Bu bakış açısı Rusya’nın Libya sahnesinde sahip olduğu nüfuzu, önümüzdeki sürece muhtemel etki kapasitesini, Libya’daki hedeflerini ve bu hedeflere ulaşmak için masada tutmaya devam ettiği araçların doğru tahlili açısından yetersiz kalıyor.
Cufra ve Sirte’de bulunan Gardabiye askeri üslerindeki Rus askeri varlığına ilişkin iddialar var, Rus savaş uçaklarının BAE tarafından LUO kullanımı için Rusya’dan satın alındığı da öne sürülüyor. Hal böyleyken, Rusya’nın Libya sahasındaki varlığını Wagner savaşçıları, finans desteği ve aşiretler ile geliştirdiği yakın ilişki seviyesinde tuttuğu ve tutmaya devam edeceği öngörüsü oldukça iyimser kalıyor. Zira Rusya’yı Libya sahnesinde doğru yere koymak gerekiyor.
Rusya, sahadaki dinamikleri şekillendirmeye çalışan, nüfuz gücü elde edebilmiş ve Akdeniz’de uzun vadeli bir dış politika vizyonu olan bir ülke. Ancak, Rusya’nın Libya’daki mevcut nüfuz gücü de bir yandan Doğu Libya ittifakının diğer uluslararası müttefikleri Mısır, BAE ve Fransa tarafından diğer yandan da UMH ile yakın iş birliği içinde olan Türkiye tarafından şimdilik sınırlandırılabiliyor.
Rusya’ya Akdeniz’de askeri bir mevzi sağlaması açısından çok önemli olan Libya’nın, Rusların küresel siyasetteki manevra alanını genişletebilecek birtakım alanlar açabileceği söylenebilir. Moskova’nın Libya siyasetinde belirleyici bir aktör olma ihtimali, önemli bir gündem maddesi haline gelen Akdeniz enerji meselesinde, Avrupa siyasetini son dönemde şekillendiren Kuzey Afrika ve Sahra-altı kaynaklı göç dalgası sorununda ve Libya’nın petrol arzı gibi konular üzerinde Rusya’nın söz sahibi olma olasılığını da beraberinde getiriyor. Bu açıdan bir yandan Ulusal Mutabakat Hükümeti -Tobruk Temsilciler Meclisi arasında yeni bir güç dengesi kurulmaya çalışılıyor, diğer yandan da Hafter’in askeri yenilgi sonrası doğu ittifakının bütünlüğünü de muhafaza edecek şekilde yeniden şekillenmesi üzerinden bu aktörler arasında örtülü bir rekabet ortaya çıkmış görünüyor.
Ancak bu rekabet hâlâ hem Libya sahasında hem de Akdeniz’de şekillenmeye devam eden yeni jeopolitik güç dengesinde Türkiye’nin sınırlandırılması çabalarının gölgesinde kalıyor. BAE ve Mısır’ın bu nedenle hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi dengelemeye çalıştığı ancak Rusya’nın nüfuz alanını genişletmesi nedeniyle de Libya sahnesinde eskisi kadar geniş bir manevra alanına sahip olamadığı bir denklem mevcut. Bu durum, Libya’nın doğusunu ve oldukça uzun süredir yatırım yapılan çıkarlarını kaybetmekten korkan Mısır ve BAE’yi, sürecin gidişatı üzerinde kontrollerini sağlayabilmelerine imkan tanıyacak şekilde bir ateşkes önerisi yapmaya zorladı. Mısır, 6 Haziran’da, Mısır Cumhurbaşkanı Abdel Fattah Sisi, Tobruk TM Başkanı Akile Salih ve Halife Hafter’in desteklediği bir “Kahire Bildirgesi” ile diplomasi yolunu açmaya çalıştı.
Bu deklarasyon, 48 saatlik genel ateşkes ve 5+5 Libya Ortak Askeri Komisyonu’nun BM himayesinde yeniden müzakerelere başlaması istiyordu. Ayrıca milis güçlerin feshedilmesini, silahlarının LUO’ya teslim edilmesini de öngörüyordu. Deklarasyon, UMH ve Türkiye’ye atıfta bulunarak, yabancı paralı askerlerin ülkeden ayrılmasını da öngörüyordu.
LUO sözcüsü Ahmed el Mismari, ateşkes önerisinin UMH tarafından kabul edilmediğini açıkladı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise daha sonra bu girişimin ölü doğduğunu ifade etti.
ABD, Fransa ve İtalya ne yapmaya çalışacak?
ABD’nin Libya sahnesinde AFRICOM başta olmak üzere Rusya’yı dengelemek adına baskı oluşturmaya yönelik çabalarının hâlâ sınırlı seviyede kalmaya devam edeceği öngörülüyor. Buradan hareketle, hem Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği hem de ABD-BAE ve ABD-Mısır ilişkilerinin Libya üzerinden ilerleyeceği istikamet, Rusya’nın Libya’da nüfuzunun sınırlandırılması dinamiği ile şekillenecektir. Bu nedenle de ABD’nin Libya’daki mücadelede açık bir şekilde taraf olmama siyasetinin devamı, BAE ve Mısır’ı Fransa ile daha da yakınlaştırıyor.
Fransa’nın özellikle BAE’nin bölgedeki politikalarına uyumlanan mevcut politikası, Türkiye’nin Libya’da dengelenmesi ve çevrelenmesine Rusya’nın verdiği önemden daha fazla önem veriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’nin “agresif” bir politika ile Libya’ya müdahale etmesinin “kabul edilemez” olduğunu söylemiş, konuyu NATO’ya götüreceğini açıklamıştı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise Macron’a yanıt verdiği yazılı açıklamada Fransa’nın “bazı ülkelerin taşeronluğunu” yaptığı ifadesini kullanmış ve bu duruma atıfta bulunmuştu. Gelinen noktada Fransa’nın mevcut politikası, AB’nin Libya’da daha kapsayıcı ve hatta arabulucu bir pozisyonda politika üretmesini şimdilik engelliyor.
Libya’ya coğrafi anlamda en yakın Avrupa ülkesi olan İtalya’nın Libya kaynaklı mülteci meselesi ve İtalyan petrol ve doğalgaz şirketi ENI’nin Batı Libya’daki petrol anlaşmaları ile ekonomik çıkarlarını koruma gibi iki önemli amacı var. Bu nedenlerle de İtalya, UMH ile yakın ilişkiler tesis etmeye devam ediyor ama Libya’nın doğusunu da tamamen Fransa’ya ve Fransız petrol ve doğalgaz şirketi TOTAL’e bırakmak istemiyor. O yüzden de süreci olabildiğince dengeli götürmeye çalışıyor.
Sonuç itibariyle çok sayıda aktörün pek çok rakibini dengelemeye çalıştığı Libya sahnesinde henüz ne sahada ne de uluslararası jeopolitik düzlemde bir güç dengesi oluşabilmiş değil. Yoğunlaşan diplomasi trafiği, Libya savaşının bu etabında ateşkesten daha ziyade yeni siyasi konumlanmayı ve bölgesel ittifak ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini hedefliyor. Bundan ötürü de Libya’da askeri gerilimin yeniden tırmanması oldukça olası iken, diplomasinin ve Libya krizine taraf aktörlerin tehdit algılarının en çok hangi aktör üzerinde yoğunlaşacağı üzerinden yeniden konumlanacak ittifaklar bir sonraki aşamayı şekillendireceğe benziyor. Fakat tüm tartışmanın jeopolitik bir bağlama kaydığı ve Libya iç savaşının uluslararası boyutunun ağırlık kazandığı bu yeni düzlemde aktörlerin, sahanın gerçeklerini göz ardı etmesi tehlikesine de dikkat çekmek gerekiyor.