« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Tem

2020

NURETTİN TOPÇU’YU YENİDEN DÜŞÜNÜRKEN

Altan çetin 01 Ocak 1970

Nurettin Topçu, son asrın münzevi mütefekkirlerinden. Kayalıklar üzerinde nöbette duran, dalgalara karşı millet gemisinin karaya vurmaması için uyaran yalnız ve vakur bir deniz feneri. Tek minneti ve borcu hakikate karşı olduğundan, zamanın ve hayatın pratik endişelerinin görmezden gelmeyi yeğlediği bir sağduyu sesi, insan-ı kâmiliyetin muktezasınca konuşan bir pusula şahsiyet. Bir Rönesans idealinin henüz keşfedilememiş münzevi iddiacısı. Bu çalışmanın son bölümünde fikirleri ele alınan Nevzat Kösoğlu’nun ifadeleriyle, “Yüreğini ve kafasını tükenmez bir ümidin ve kendisininkinden başka bir neslin emrine vermiş bir başka yalnız; Nurettin Topçu. İnanmışlığın gizli neşesi ve bir mukaddes davaya hizmetin huzurundan gayri, hangi ikbal, hangi şöhret O’nun kapısını çaldı?... Topçu’yu hangi nesle sokup, hangi neslin temsilcisi sayabilirsiniz? Hiç, hiç bir neslin. O da, neslinin üstünde ve kendi mefkûreci yalnızlığı ile geleceğe uzanmış bir aydınlık olarak kalacak…”[1]

Nurettin Topçu’ya dair Türk Yurdu’nda bir dosya hazırlanması hocanın vefatının 40. yılında hem bir kadirşinaslık hem de ülkemizin derin krizlerle yüz yüze olduğu günlerde düşünceye aydınlık, sadra şifa olacak bir mütefekkirimizin fikirlerini yeniden düşünce hayatımıza hatırlatmak manasına geliyor. Bu dosyada hocaya dair değişik yönleriyle sunulacak yazılar ile farklı cihetlerden, bu düşünce mimarının yeniden gözden geçirilmesi söz konusu olacaktır. Nurettin Topçu bizatihi bir Türk Yurdu yazarı olarak bu alakayı ve vefayı hak etmektedir. Düşüncelerinin değerlendirilmesi babında vefatının 40. yıl dönümünde Nurettin Topçu; Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde, Prof. Dr. Ali Birinci bir konferans, Dr. Lütfü Şehsuvaroğlu yine konferans, dosyada konuşmasının deşifresi sunulacak olan Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, bendenizin aktaracağı Doç. Dr. Mehmet Akif Okur ve Yrd. Doç. Dr. Ceyhun Akın Cengiz’in katıldığı bir panel ve nihayet Prof. Dr. İsmail Kara’nın katıldığı bir konferansla anıldı. Bu cümleden dosyaya takdim yazısı mahiyetindeki bu yazımızda hocayı çok vukuflu aktardığını düşündüğümüz Doç. Dr. Mehmet Akif Okur’un Panel açılışındaki sözleri son derece calib-i dikkat idi:

“Sayın dekanım, değerli hocalarım, çok kıymetli öğrenciler; bugün çok önemli, Türk düşünce tarihi bakımından çok önemli bir isim ile ilgili sunuşlar dinleyeceksiniz. Ben sözlerime öncelikle, Edebiyat Fakültesine, sayın dekanımızın şahsında, bu dizi konferansları tertip ettiği için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Gerçekten Nurettin Topçu pek çok yönü ve özelliği ile bizim düşünce, fikir tarihimize adını altın harflerle yazdırmış olan bir isim. Tabii çok yönlü bir isim; Nurettin Topçu ismi anıldığı zaman biz yalnızca kütüphanede eserleriyle tezleriyle ve üzerinde çalışan bir ismi görmüyoruz. Tabii saf bilimin, saf felsefenin konusu olan çok önemli eserleri, çalışmaları var. Ama aynı zamanda bir mektep insanı Nurettin Topçu. Mektep insanı olmanın ve bizim kültürümüzün tarif ettiği bir biçimde mektep insanı olmanın hususiyetlerini üzerinde taşıyor. Sözüyle eylemini örtüştüren bir insan. Bu mesela bir filozof için, Batılı anlamda bir filozof için çok fazla aranan bir şey de değildi. Sözün kendi başına, kendi içinde değerlendirildiği bir terazi vardı. Ama özellikle bizim kültür dünyamızda biz sözle sözü söyleyen kişi arasında çok güçlü bir bağ kurarız. Nurettin Topçu, almış olduğu eğitim, formasyon dolayısıyla felsefe kulvarında çok önemli eserler vermiş olan bir insan, ama bu eserler üzerinde kurduğu felsefeyi, bizim kültür dünyamızda yapmış olduğu büyük sentezi, aynı zamanda bir hayat gayesi hâline getirmiş ömrünün sonuna kadar da bir taraftan bunu terennüm etmiş, yazmış, savunmuş, diğer taraftan da bir hayat üslûbu olarak çevresine, yakınlarına, öğrencilerine aktarmış olan bir isim. Tabii pek çoğumuz onun hayat hikâyesine aşinayız. İşte, Nurettin Topçu denildiğinde ilk söylenenlerden bir tanesi Sorbonne’dan felsefe alanında doktora alan ilk Türk olması. Bu vasfı, tabii, benim hep merakımı celbetmişti. Paris’te Sorbonne Üniversitesi’ne gittim, özellikle zihnimde Nurettin Topçu’nun bu hatırasını taşıyarak. Sorbonne Üniversitesi’nin kapısında Auguste Comte’un bir heykeli var. Yani üniversite, misyonlandırılmış olan bir üniversite. Gözlerimi yumdum ve şöyle düşündüm: 1930’ların dünyasında Erzurum’dan gelen bir ailenin İstanbul’da başlayan macerası, oradan Paris’e Sorbonne’a uzanan bir macera, orada yapılan bir doktora tezi, ama doktora tezi’nin Sorbonne’da yapılmış olması Sorbonne’u kuran ruhun Anadolu topraklarına taşınması anlamına da gelmiyor. Tam tersine Sorbonne’u kuran ruh üzerinden yeniden tasarlanmaya çalışılan bir Türkiye’de Sorbonne’da aldığı felsefe doktorasıyla bu yapılan işin yanlışlıklarına çok şiddetle itiraz edecek ve ömrünü bu topraklarda yaşanması icab ettiğini düşündüğü yenilenmeye bir ruh vermek için adayacak olan çok önemli bir isim. Onun koltuğunun altında teziyle o heykelin önünden geçişi gözlerimde canlandı. Tabii, bu, toprağa ruh verme meselesi, o da çok önemli. Nurettin Topçu’nun hayatı, büyük imparatorluğun çöküşü, bozgun yılları, millî mücadele, onun ardından genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu, Türkiye’nin kendisine bir yol arayışı tam da bu dönemlerin içinde geçiyor, cereyan ediyor. Türkiye’nin, Anadolu topraklarının yeniden yoğuruluşunun en yakın şahitlerinden bir tanesi. Bunun için neye ihtiyaç duyulduğunu biliyor, eksik olanları biliyor. Ancak “Bu topraklarda var olan her şeyin üzerine beton dökelim ve onun üzerinden biz dışarıdan ithal edeceğimiz bir kısım, güzel olduğunu düşündüğümüz şeyleri sergileyerek yeni bir kompozisyon yapalım.” diyenlere karşı çıkıyor. Peki, bu topraklarda neyi seviyor, neyi beğeniyor? Tabii, bunu etraflıca anlattığı pek çok metni var ama çok kısa bir paragraf okumak istiyorum. Çok çarpıcı bir biçimde, bu topraklarda gördüğü, beğendiği ve yarınki Türkiye’ye kalması gerektiğini düşündüğü ruhu çok veciz biçimde özetlediği kanaatindeyim. Bir hatırasını anlatıyor Nurettin Topçu. “Çamlıca’ya doğru yürüyüş yapıyordum. Toprak bir yokuşun üstünde yolu tıkayan bir kaya parçasını kazma ile kırarak yolu açan bir adama rastladık. Önce bunu bir amele zannettim. Arkadaşım, tekerlek, siyah sakallı, tatlı, güler yüzlü oldukça iri ve dinç cüssesiyle çalışan adamı selamladı. ‘Amele misin? Yalnız mı çalışıyorsun?’ diye sordu. Kazmasına dayanarak bir gazali andıran derin, siyah gözleriyle bizi süzen kahraman Türkmenin heyecanlı, gür sesini dinlerken kulaklarıma inanamıyordum: ‘Ben arabacıyım, na şu karşı kulübede oturuyorum, amele değilim. Allah için bu yolu yapıyorum’. Bizim şaşkınlığımıza bakıyordu. Biz sormadan o devam etti. Lâkin gözleri dolmuştu, sesi titriyordu. Serbestçe ağlayabilen bir kahramana benziyordu: ‘Babam Çanakkale'de şehit oldu, bir helva pişiremedim. Evladımı İstiklal Harbi'nde kurban verdim. Bir Mevlit okutamadım. Ruhlarına gönderecek bir şeyim yok. İşte bu hayrı yapıyorum’. Hemen kazmaya sarıldı ve ‘Allah’ diye başladığı işine devam etti.” Ben bu vicdan azametinin karşısında o gün bugün secdeye kapanıyorum. Biz de bu vicdan azametini bize hatırlatan Nurettin Topçu’nun aziz hatırası önünde saygılarımızı ifade ediyoruz.”

Nurettin Topçu bir millet mistiği idi. “Milliyet kökleri olan ferdî ruhun samimi hareketlerine bağlanmadıkça ve bu ferdî ruh da bir dinin temelleri üzerinde kurulmadıkça sade siyaset ve idarenin vasıtası hâline girer, her devrin siyasetine, memleketin idarî icaplarına göre değişir ve milliyetin mürşitleri de siyasi otoritenin bekçileri hâline gelirler. Milliyet, bizim duyuş ve inanış tarzımızı tayin eden başkalıkların yekûnudur. Milliyet mefkûresi ferdî hürriyetle beraber her türlü benzeyişlerden doğan birlik temeli üzerine kurulmuştu. Birliği kuran madde ile ruha bağlı unsurların hepsi birleşerek milleti meydana getirdiler. Bu birlikler, soy, toprak, emek birlikleri ile dil, din ve dilek birlikleridir.”[2] düşünceleri ile bizi bir arada tutan esası tespit etmişti. Milliyetçiliğimizin bu büyük mütefekkirinin Türk Yurdu’nda bir dosya kapsamında ele alınması fikirlerinin aktarılması ve gelecekte yeniden üretilerek millet hayatımıza sunulması adına değerli olacaktır. Elbette tüm fikirlerini paylaşmak zorunda değil kimse, lakin sözlerdeki samimiyet ve ihata muhakkak yerli ve özlü bir bakış açısı arayanlar için yine de görmezden gelinemeyecek bir içeriği aksettiriyor. Bir Ahlak filozofu olarak bize bizi anlatan Topçu, yurt dışından nadiren metot getirip bizim dünyamızın bu yolla asrın idrakine sunmaya çalışan ufuk ve vizyon sahibi düşünürlerimizdendir. Bu münzevi fikir bekçisi zihin iffetini kaybetmeden millete doğruyu göstermeye bir adadı. Dileriz fikirleri zamanla daha iyi anlaşılarak ülkemizde daha geniş sahada bir fayda sağlar.

[1] Nevzat Kösoğlu, Kitap Şuuru, İstanbul, 1994, s. 56.

[2] Nurettin Topçu, “Neslimizin Tarihi”, Hareket, S. 6, 1939, s.162; Nurettin Topçu, “Millet ve Milliyet”, Hareket, S.12, 1943, s.356.

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 77795

ulkucudunya@ulkucudunya.com