« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Tem

2020

Abdülkadir Meragi

1353-1435 01 Ocak 1970

Türk Musikisi’nin bu büyük bestekâr ve nazariyatçısı, yerli ve yabancı kaynaklarda Farabi birinci, İbni Sina ikinci “üstad” sayıldığı için “üstad-ı Salih” Meragalı Abdülkadir, Abdülkadir Meragi, İbni Gaybi, Hace (Hoca), Hoca Abdülkadir, sadece Meragalı gibi isimlerle tanınır. Musiki dünyamızda “Hoca” denince Abdülkadir akla gelir; bu gelenek bugün de devam etmektedir. Kendisi eserlerinde adını “Abdülkadir bin Hafız’al-Meragi” şeklinde yazar. Son yıllarda Orta Doğu’da yapılan bazı çalışmalarda “Kemaleddin Ebu’l-Fazıl Hace Abdülkadir bin Gaybiyü’l-Hafız’al-Meragi” diye bahsedilirken, çoğu yerlerde yanlış okumalar sonucu İbn-i İsa, İbn-i Ayni, İbn-i Gayni ve Abdülkadir Guyende olarak yazılmıştır. Ondördüncü yüzyılın ortalarında, o sıralarda “Celayirliler Devleti” sınırları içinde bulunan Azerbeycan’ın Maraga (Meraga) şehrinde doğdu. Doğum tarihi tartışmalıdır ve 1350, 1353, 1360, 1363 yıllarından birinde doğduğu sanılmaktadır. Hayatının safhalarını ayrıntılı olarak bilemiyoruz. Eserlerini, yüzyıllarca ilim ve sanat dili sayıldığından arapça ve farsça yazdığı için, Batılı araştırmacıların bir türlü tedavi olamadıkları eski hastalıkları depreşmiş ve bu Azebeycanlı Türk’ de İran ya da arap nazariyatçısı olarak kabul etmişler, İranlılar ve Araplar kendi milletlerine maletme çabasına girmişlerdir.

Abdülkadir hakkında ilk ciddi yayını Rauf Yekta Bey, son yıllarda en geniş araştırmayı da Murat Bardakçı yapmıştır. Babası “Hicri Takvim” e göre 821 yılından önce öldüğü tahmin edilen ve çağının bilginlerinden sayılan Gıyaseddin Gaybi’dir. Eserlerinde babasından bu isimle söz ederek “birçok bilim dalında üstün bilgisi vardı.Musikinin bilhassa nazari ve ameli dallarında üstad idi” dediğine göre temel bilgileri ve musiki sanatını babasından öğrendiği kesindir. Çocukluk hayatına ait yeterli bilgimiz olmamakla birlikte dört yaşında okula gittiği, sekiz yaşında hıfzını tamamladığı, daha sonra sarf, nahiv,beyan ve meani gibi ilim dallarında bilgi edindiği biliniyor.

Abdülkadir’i tarih sahnesinde ilk kez Celayir hükümdarı Sultan Üveys’in sarayında görürüz. Bundan da babasının ölümünden sonra Tebriz’e geldiği, hükümdarın huzurunda yaptığı bir musiki icrasından sonra itibar kazandığı anlaşılıyor. Sultan Üveys de onun benzersiz bir sanatkar olduğunu bizzat yazdığı bir yazı ile belirtmiştir. Bu sıralarda safevi şeyhi Saadeddin’le ilişki kurmuştur. Daha sonra İlhanlılar’ın hizmetine girerek Sultan Hüseyin’e “Nedim” olup mevkiini korudu. Bütün kaynaklarda belirtilen musiki yarışması bu hükümdarın emri ve Razıyaddin Rıdvan Şah, Hace Şeyhu’l Kucec, Emir Zekeriya, Mevlana Celaleddin Feyzullah, Hace Selman-ı Saveci gibi şahsiyetlerin huzurunda yapıldı. Bu yarışmayı ve büyük ödülü kazanmış olması bu yıllarda ünlü bir musikişinas olduğunu ispatlar. Sultan Hüseyin’in, kardeşi şehzade Ahmed tarafından öldürülmesi üzerine ülkede kargaşa ve devlet idaresinde gerileme başladı. Abdülkadir saltanat kavgasına dalan şehzadelerin yanındaydı; en çok şehzade Ahmed ile ilişkili olup, aynı zamanda onun öğrencisiydi. Sonuçta Ahmed hükümdar olunca görevine yine devam etti. Sultan Ahmed’in musikiyi iyi bildiğini, eski musiki eserlerini incelediğini, zaman zaman besteler yaptığını, telli sazları çaldığını, Safiyüddin Abdülmümin’in Kitabu’l-Edvar’ı ile Şerefiyye’sini kendisine okuttuğunu belirterek onu över. Oysa tarihi kaynaklar bu hükümdarı kan dökücü ve dönek bir insan olarak tanımlar. Bu dönem sanatkarın en mutlu dönemlerindendir. Sarayda musiki alemleri devam etmekte, hükümdar kendisine “aziz dost” demektedir. Ahmed’in kazandığı bir zafer üzerine “darb-ı fetih” usulünü düzenlemiş, Uveys’in oğlu şehzade Ali de bu ritm şekline bu ismi vermiştir. Sultan Ahmed bir gün Hoca ile kayık gezintisi yaptığı sırada Sultan Şeyh Cüneyd-i Bağdadi’den dört beyit okuyarak, otuz kayıkçının sayısına uygun olarak bu şiirleri Hoca’dan bestelemesini istemiş, Hoca da kendi buluşu olan ve “devr-i şahi” adı verilen “30 nakre’li” bir usulden o anda bestelemiştir.

1386 yılında Timur’un Azerbeycan’ı dolayısıyle Tebriz’i istila etmesi sonucu Sultan Ahmed Bağdat’a kaçmış, “yar-i aziz” dediği Hoca da birlikte gitmişti. Timur 10 Ağustos 1393 tarihinde Bağdat’ı da aldı. Ahmed Mısır’a kaçarak Memluk Sultanı Berkuk’a sığındı. Sultanın yakınları ile kaçmaya çalışan Abdülkadir, diğerleriyle birlikte Kerbela’da yakalandı ve Bağdat’a getirilerek huzura çıkartıldı. Çok zeki bir kimse olduğundan zalim ve mağrur Timur’un huzurunda:

Maşruk u magrib musahhardur sanga
Devlet-i nusrat mukarrardur sanga
Fethi nusrat daima bilgingdedur
Devletin Hak’dan mukarrardur sanga

dörtlüğünü okuyarak canını kurtardı. Bundan sonra Timur’un himayesine girerek birçok ilim ve sanat adamı gibi o da Semerkant’a gönderildi. 1397 yılında Semerkand’daki sarayda görevli idi. Bu dönemde ünü ön Asya ile Mısır’da yaygınlaşmıştı. Timur ailesiyle iyi ilişkiler içinde olduğundan sevilen, sayılan bir kimse olmuş, kendisine ev, arazi, bağ ve bostan ihsan edilmiştir.

Aynı tarihlerde Timur’un oğlu Miranşah Tebriz’de idi. Bazı kaynaklara göre attan düşmesi sonucu, bazı kaynaklara göre de içkiye düşkünlüğü sebebi ile akli dengesi bozulmuştu. Abdülkadir Semerkand’dan Tebriz’e gelerek şehzadeye nedim oldu. Sarayda Meragalı’dan başka Mevlana Kudbeddin-i Nayi, Mevlana Kuhki-i Kühistani, Habibi Udi, Ardeşir-i Çengi gibi sanatkarlar da bulunuyordu. Şehzadenin anormal davranışları dayanılmaz bir hal almış olacak ki , gelini “Hanzade” Tebriz’den Semerkand’a gelerek kayınbabasına şikayet etti. Olup bitenlere çevresindeki insanların sebep olduğu kanaatine varan ve öfkeden deliye dönen Timur, 1393 ya da 1399 yılında Tebriz’e geldi. Önce oğlunun yetkilerini diğer oğlu Ebubekir’e devretti. Sonra Abdülkadir, Kudbettin-i Nayi ile Mevlana Muhammed’in asılarak idam edilmesini emretti. “Kalender” giysisi giyen Abdülkadir Tebriz’den kaçarak canını güçlükle kurtardı ve gizlendi. Timur ise idam emrini vermekle birlikte yakalanınca idamdan önce huzuruna sağ olarak getirilmesini istemişti. Abdülkadir Bağdat’ta eski efendisinin yanında idi. Bu kurtuluş dönemi de uzun sürmedi; Bağdat yeniden Timur’un eline geçince yakalanarak hükümdarın huzuruna çıkarıldı. Çok hiddetlenen Timur idam emrini vermek üzereyken Kur’an-ı Kerim’den bir sureyi ezberden ve çok duygulu bir uslubla okuyunca bağışlandı. Takriben 1398 yılı civarında cereyan eden bu olaydan sonra yeniden Timur’un hizmetine girdi. Hükümdardan ünlü nişanı bu sıralarda aldı. Bundan sonra Rauf Yekta Bey’e göre Timur’la birlikte dolaştı. Aslında dolaşıp dolaşmadığı kesin olarak belli değildir. Hindistan seferi sırasında Semerkand’a gitmek üzere izin istedi. Timur’un Hicri 807 yılında ölümüne kadar bu şehirde yaşadı. Onun ölümünden sonra oğlu Müinüddin Şah’a intisabetti. Torunu Halil ile diğer oğlu Şahruh zamanında da sarayda kaldı. Şahruh, Herat’ı başşehir yapınca Herat’a giderek görevini sürdürdü. Buradaki hayatı hakkında Devlet Şah bazı bilgiler verir.Nitekim Camiu’l-Elhan-ı bu sırada Şahruh’a ithaf etmiştir. Aynı tarihlerde, eski dostu Ahmed Celayiri, Karakoyunlu Kara Yusuf tarafından idam edilmiştir. Elde kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte 1421 yılında Bursa’ya gelerek eserini Sultan II.Murat’a sunduktan sonra geri Semerkand’a döndüğü ileri sürülmüştür. Kendisi hiçbir eserinde bu olaydan söz etmez. Esasen Şahruh’un kendisini göndermesi de mümkün değildir. Kaldı ki, “Habibu’s-Siyer”de gitmediği kaydı vardır. Bu tartışmalı konu padişaha ithaf etmiş olduğu eserinden kaynaklanan bir rivayet olsa gerektir. “Ravzatu’l-Cennat”a göre veba salgınında bu hastalığa yakalanarak 1435 yılında Herat’ta öldü.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 118252

ulkucudunya@ulkucudunya.com