Rusya Devlet Başkanı’nı yuhalayan genç: Zaptiye Ahmet
01 Ocak 1970
Tarihimiz gizli kalmış kahramanlarla doludur. Bunlardan birsi de “Zaptiye” lakaplı Ahmet Ersin Yücel. Haksızlıklara tahammül edemeyip anında müdahale etmesi dolayısıyla “Zaptiye” lakabı verilen Ahmet Ersin Yücel, tam bir Osmanlı hayranıdır. 1960’lı yıllarda İstanbul’un fikir ve sanat mahfillerinin tanınmış simalarından olan Zaptiye Ahmet, Türkiye’yi ziyaret eden Rus Devlet Başkanı Kosigin’e yuh çekerek gazetelerin birinci sayfasına haber konusu olmuştu.
Ahmet Ersin Yücel, 1942 yılında Yozgat’ta doğar. Dedesi Şeyh Ahmet Efendi’nin tedrisatında yetişir. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra lise öğrenimi için İstanbul’a Haydarpaşa Lisesi’ne gider. Burada Mahir İz Hoca ile tanışır ve onun sohbet halkasına dâhil olur. Liseden sonra 1960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar, burada bir yıl okuduktan sonra Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Bölümü’ne kaydolur. Ahmet Ersin Yücel, aynı dönemde bir süre Haydarpaşa Lisesi’nde etüt öğretmeni olarak görev yapar. Çocukluk yıllarından itibaren ciddi bir okuma disiplini kazanır. Osmanlıca öğrenir ve bu bilgilenme süreci onun Osmanlı tarihine yönelmesine sebep olur.
Haksızlıklara, ölçüsüz davranışlara asla tahammül edemeyen Ahmet Ersin Yücel, nerede sıkıntılı bir durum görse müdahale eden, haksıza haddini bildiren bir insan olarak tanınır. Yollarda, otobüslerde, tramvaylarda nerede bir haksızlık, terbiye dışı bir davranış görse müdahale eder. Bu yüzden kendisine “Zaptiye” lakabı verilir.
Zaptiye Ahmet hayatında “bahane” kelimesine yer olmayan bir insandır. Tam bir cemiyet adamıdır. Bir cemiyeti bir arada yaşatan değerlere gölge düşmemesi için elinden gelen her şeyi yapar. O, Necip Fazıl’ın “Kim var diye sorulduğunda, sağına, soluna, arkasına bakmayacak bir gençlik” ifadesiyle tarif ettiği ve özlemini duyduğu idealist gencin bir numunesidir.
Osmanlıca yazmayı/okumayı bilen neslin yavaş yavaş hayatını kaybetmesi üzerine kültür hayatımızda, kütüphanemizde bir kısırlık oluşmuştur. Zaptiye Ahmet’in Osmanlıca’ya hâkimiyeti ve tarihî kültür birikimimize duyduğu sevgi onu bu alanda çalışmalar yapmaya sevk eder. Bu minvalde Zaptiye Ahmet, Namık Kemal’in “Yavuz Sultan Selim” kitabını Latin harflerine çevirir ve basılmasına ön ayak olur. Ayrıca Şehbenderzade Ahmet Hilmi’ye ait “İslam Tarihi”nin yayına hazırlanmasında büyük emeği geçer. Zaptiye Ahmet, bu iki eserden başka Bedir Yayınları’na ait “İmam Birgivi Vasiyetnamesi”ni de yayına hazırlamıştır.
Her zaman ve zeminde Osmanlı
Zaptiye Ahmet deyince onu tanıyanların aklına gelen ilk özelliklerinden biri de Osmanlı eğitim geleneği içinde önemli bir kavram olan “mesele geçmek”tir. “Mesele geçmek” Zaptiye Ahmet için her zaman ve her zeminde Osmanlı’yı konuşmak, anlatmak ve bu büyük tarihin derinliklerinde gezinmektir.
Zaptiye Ahmet adeta sohbet geleneğimizin 1960’lı yıllardaki parlak bir yıldızı olmak için dünyaya gelmiştir. Kendisi ehl-i sohbet ve sohbeti dinlenecek insanları arayıp bulan bir merak duygusuna sahiptir. O, kendine has üslubuyla “Efendiler açık olalım” der ve Osmanlı meselesini konuşmaya başlar. Osmanlı onun için o kadar önemlidir ki, dünyada iki hanedan var der; “Al-i Resul” ve “Al-i Osman”. O, Osmanlı devrini Asr-ı Saadet’e bağlanan bir köprü gibi görür, bu düşünceyle yaşar. Osmanlı’yı bilmek onun için İslam’ın beş şartını bilmekten hemen sonra gelir. İnsanları tanıştırırken eğer Osmanlı’yı bildiğine kani ise “Arkadaş altı-yedi meseleye vakıftır” der.
Osmanlı bakiyesi mekânlara sevdalı bir yürek
Zaptiye Ahmet’in en yakın dostlarından biri olan ve “Varolmak Kavgası” isimli romanını ona ithaf eden yazar Mehmed Niyazi, üniversite yıllarında ve sonrasında aynı yurt ve otellerde kaldıklarını belirttikten sonra onu şu sözlerle anlatır:
“Biz kendisiyle birlikte Fatih’te mütevazı bir otelde kalıyorduk. Sabahları kalkıp Beyazıt’a doğru yola çıkınca, Zaptiye Ahmet, ’Şurada Sultan Abdülaziz Han’ın turşucubaşısının torununun dükkânı var‘ der, girer turşu yerdik. O dükkândan çıkar biraz ilerlerdik ki bu sefer Zaptiye Ahmet ’Şurada Sultan Abdülhamit Han’ın şerbetçibaşısının dükkânı var, şerbet içelim‘ derdi. Yine bir gün kendisiyle birlikte Ankara’ya gidiyorduk. O zaman Ankara otobüsleri Harem’den kalkardı. Otobüse bindik, Zaptiye Ahmet kalktı, gitti şoförün yanında motorun üstüne oturdu. Ve başladı Osmanlı’yı anlatmaya... Yolun üzerinde Osmanlı eserleri gördükçe daha bir coşkuyla anlatıp eserler hakkında bilgi verdiğini hatırlıyorum.”
Mide kanamasıyla gelen ölüm
Çok hareketli bir hayat yaşayan Zaptiye Ahmet, ilk mide kanamasını 1966 yılında geçirir. Henüz 24 yaşındadır. Tedavisini yaptırır. Fakat iyileşir iyileşmez eski temposuna geri döner. Çocukluk yıllarından getirdiği okuma sevdası İstanbul yıllarında sohbet iştiyakıyla birleşince, gecesi gündüzü Türk-İslam tarihi ve medeniyetiyle dolu bir insan olarak hayata devam eder.
Üç yıl sonra ikinci mide kanamasını geçirir. Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yatırılır. Daha sonra buradan Vakıf Gureba Hastanesi’ne götürülür. Marmaratörler ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış pek çok arkadaşı hastaneye akın ederler. Arkadaşları 60 şişe kan verirler fakat mide kanaması bir türlü durmadığı için bu çabalar fayda vermemektedir. Koma halindedir, zaman zaman kendine geldiğinde başında bulunanlar onun ağzından şu sözleri duyarlar: “Şeyhülislam geldi, daha ne duruyorsunuz, kaldırın şu cenazeyi!”
Zaptiye Ahmet 16 Temmuz 1969 Çarşamba günü ruhunu teslim eder. Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazına temas ettiği kültür mahfillerinden çok sayıda insan katılır. Cenaze namazını Zaptiye Ahmet’in çok sevdiği Abdurrahman Gürses Hoca kıldırır. Ahmet Ersin Yücel’in naaşı Mahmut Celalettin Ökten Hoca’nın yanına defnedilir.
Kosigin’e yuh!
Zaptiye Ahmet’in Rus Devlet Başkanı Kosigin’e yuh çekme hadisesi vardır ki, onun şahsiyetini, mesuliyet bilincini ortaya seren bir hadisedir. Bu olay şöyle gelişmiştir:
Rus Devlet Başkanı Kosigin 1966 Aralık ayının son haftasında Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirir. Fakat bu yıllar Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan soydaşlarımıza yapılan zulmün ayyuka çıktığı bir zamandır. Haksızlıklara dayanamamasıyla bilinen Zaptiye Ahmet, Kosigin’in mutlaka protesto edilmesi gerektiğini düşünür.
Kosigin, 25 Aralık 1966 günü Ayasofya ve Sultanahmet Camilerini gezecektir. Zaptiye Ahmet de meydandaki yerini almıştır. Kosigin, Ayasofya’ya doğru yürürken birden Zaptiye Ahmet’in gür sesi meydanda yankılanmaya başlar. Bu “yuh” sesi öyle gür çıkmıştır ki, Kosigin’in de dikkatini çeker ve kısa süren bir şaşkınlık yaşatır. Bu arada Zaptiye Ahmet gözaltına alınmıştır. 26 Aralık 1966 günü yayınlanan gazetelerin birinci sayfalarında “Kosigin’i protesto eden genç gözaltına alındı” haberleri gözlere çarpar.
Gözaltına alındıktan sonra Zaptiye Ahmet’in başına gelenleri gazeteci yazar Ahmet Güner’e ait “Marmara Kitabeleri” isimli kitaptan okuyalım:
“Marmara Cemaatinin hukukçuları seferber olduktan kısa bir süre sonra Ahmet Yücel serbest bırakıldı. Davasının daha sonra devamı kararıyla hürriyetine kavuşan Ahmet hemen o akşam Marmara’ya geldi ve tüm cemaatin alkışlıyla karşılandı. Hafif tebessüm ederek vakur bir şekilde alkışlara mukabele eden Ahmet, Ziya (Nur) Bey’in ‘Yer açın’ talimatı ile başköşeye oturtuldu. Hemen şef garson Hulusi Bey çağırıldı ve Ahmet’e demli bir çay yapılması istendi…
Herkes kulak kesilmişti, Ahmet Yücel çok önemsiz bir şeyden söz ediyormuş gibi, sakin ve yumuşak bir tonla olayı anlattı. Ahmet, bir komünistin ecdat yadigarı camileri, meydanları ve kutsal yerleri kanlı ayakları ile çiğnemesine göz yummanın vebalini taşımak istemediğini, koca ülkede kimsenin bu ziyarete en ufak bir tepki göstermemesine de ayrıca sinirlendiğini ve hiç olmazsa bir kişinin itiraz ederek, Kosigin’in Türkiye’de protesto edilmesini kayda geçirmek için bu olayı yaptığını anlattı. Marmaratörler Kosigin’e tek itirazın kendi arkadaşlarından gelmesinin gururuyla gece boyunca iltifatlar ettiler.