« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

31 Ara

2008

Şeyh Galib

01 Ocak 1970

Yalnız onsekizinci yüzyılın değil, bütün divan edebiyatımızın son büyük temsilcisi, son büyük şairi olan Şeyh Galib bir Mevle-vîdir. Babası Mustafa Raşid Efendi de bir Mevlevî idi. Asıl adı Mehmed Esad Galib2 dır. istanbulda, Yenikapı Mevlevi hanesine yakın bîr evde, 1757 yıfında dünyaya gefdf. Mevlevî tarikatının adabını ve Farsçayı babasından öğrendi. Şiir ve felsefe zevkini pek genç yaşta tatmaya başladı. Daha sonra Galata Mevlevi hanesi şeyhi Hüseyin Dededen, dil ve edebiyat hocası Neşet Efendlden ders almıştır. Şeyh Galibi etkileyen ve yoğuran, Mevlâna Rumînin Mesnevisi ve çevresinde Mev-lânaya gösterilen derin saygı ve bu konudaki sohbetlerdir.

Galib, 24 yaşında iken, Divan-ı Hümâyûn Beylikçi Odasına kâtip olarak girdi. Daha bu yaşta iken Divanını düzenledi ve 26 yaşında iken de meşhur "Hüsn ü Aşk"ını bitirdi. 30 yaşına gelince, Mevlâna dergâhında çile doldurmak için Konyaya gitti. Fakat babasının ısrarlı mektuplarına dayanamayıp, Konya dergâhı çelebisinin de ricası ile İstanbula döndü. Çilesini Yenikapı Mevlevihane-sinde tamamladı. (Çileye giren, 18 gün süre ile bir hücrede yalnız kalır. Bundan sonra üç yıl kadar tekkenin her türlü işlerine bakar* en süflî hizmetlerde kullanılarak nefsini öldürür ve bin günlük çile tamamlanmış olur).

Çilesini bitirdikten sonra şiirlerini yazmaya devam eden Galib, 34 yaşında Galata Mevlevihanesi şeyhliğine tayin edildi. Tarikat ve sanat hayatının en parlak devrini bullarda yaşadı. Devrin şair, bestekâr veMev^ levî hükümdarı Sultan III. Selim, Galata Mevlevîhanesine sık sık gelir, onu sarayına da davet eder, çok zengin armağanlar verirdi. Yalnız padişah değil, annesi ve kız kardeş-leri Hatice ve Beyhan Sultanlar da Şeyh Galibin hayranı idiler ve huzura kabutede-rek iltifatlarda bulunurlardı, Onun, çok güzel bir kız olan Beyhan Sultana ümitsiz ve derin bir aşkla bağlandığı Mevlevîler arasında söylenirdi. Bu, şiirlerinin havasından!da anlaşılmaktadır. Rivayete göre Beyhan Sultan da onu seviyordu. Aralarında açığa vurulmayan, temiz bir aşk hayatı yaşanıyordu.

Şeyh Galib 1798de hastalandı. 4 Ocak 1799 Cuma günü, henüz 42 yaşında iken öldü. Aşk yüzünden vereme yakalandığı ve bundan kurtulamadığı söylenegelmiştir. O öldüğü zaman henüz sağ olan babası, nâşına kapanarak "Bu siyah sakal ile beyaz kefen birbirine hiç yakışmadı" diye ağlamıştır.
Şeyh Galib, divan şiirini, ona yeni bir üslûp ve sadelik getirerek kapatmıştır. Belki divan edebiyatının son en büyük şairi olması, kendi deyimi ile "bir başka lügat tekellüm etmiş" olması, söylenegelen tarz ve kavramları tekrar etmeyişindendir. Onun şiirleri mecazlarla doludur. Bu mecazlar, koyu ve parlak renklere bürünmüş olarak verilmiştir.

Şeyh Galib, kendisinden sonra gelen, 20. yüzyılın başlarında yaşamış ve yenilikçi olarak bilinen Tevfik Fikret, Cenab Sahabettin, Ahmed Haşim gibi şairleri de etkilemiştir.

ESERLERİ:
Şeyh Galibin en önemli eserleri
Divanı ve Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Bunlardan başka "Şerhi Cezire-i Mesnerf" adlı, Yusuf Sineçakın "Cezire-i Mesnevisinin bir şerhi ile "er-Risâletül-Behiyye fi TarlkatPI-Mevlevlye" adlı bir eseri daha vardır. Bu sonuncusu, Kösece Ahmed Dedenin es-Sohbetüs-Sâfiyye adlı eserine yazılmış Arapça bir şerhtir.
Şeyh Galibin Divânı, henüz 24 yaşında iken,arkadaşı vakanüvis Pertev tarafından düzenlenmiştir. III. Selim, Şeyh Galibin Di-vanını 3000 altın sarf ederek çok güzel bir hatla yazdırmış, süsletmiş ve ciltletmiş-tir. Divanda 26 kaside, 331 Türkçe ve 36 Farsça gazel, 2 müstezad, 4 teşbih, 9 terci, 7 müseddes, 4 muhammes, 17 tahmis, 68 tarih, 11 şarkı, kıtalar, rubailer vardır. Bugün elde 20 yazma nüshası bulunuyor.
Şeyh Galibin Nevât dili (Çağatay Türkçesi) ile söylenmiş gazeli de vardır ki bu onun Orta Asya şiirine aşinalığını ve hayranlığını gösterir.

Hüsn ü Aşk, Şeyh Galibin en büyük eseri ve Türk Divan Edebiyatına en değerli armağanıdır. 2101 beyitlik bir mesnevi olan bu eseri 26 yaşında iken ve altı ayda tamamlamıştır. Şair bu eserini bir iddia üzerine yazdığını kendisi anlatıyor. Akademik sohbetler yapılan bir toplantıda, şiir, ilim ve sanattan söz edilirken Nâbrnin "HayrâÇâd" adlı mesnevisi de sözkonusu olmuş" mecliste bulunanlardan biri bu eserin övgünde pek aşırı giderek "Ona benzer bir eser yazılamaz" demişti.
Bu aşırı övgü karşısında Şeyh Galib:

O rite bana girân göründü.
Bir suret-i imtihan göründü ...
diye düşünmüş, Hayrâbâdı çok beğenmekle beraber ondan güzelinin yazılabileceğini ıspat için Hüsn ü Aşkı yazmaya başlamıştır.
Hüsn ü Âşkın konusu daha önce Arap, iran veya Türk mesnevilerinde işlenmiş bir konu değildir. Orijinaldir. Mesnevinin kahramanları şahıslar olmayıp, doğrudan doğruya güzelliğin (hüsnün) ve sevginin (aşkın) kendileridir. Bu ikisinin (bu sembollerin) mensup olduğu kabile, Sevgi oğul lan Kabilesi (Benî Muhabbet) dir. Bunlar Mekteb-i Edebe giderler Hocaları Molla-yı Cünûn (Çılgınlık Mollası), dolaştıkları yer Nüzhetgen-i Mânâ (Mânâ Bahçesi), kenarına oturdukları havuz (Feyz Havuzu) dur. Hüsn ve Aşkın aracısı Suhan (Güzel söz), Hüsnün dadısı ismet, Aşkın lalası Gayrettir. Diğer şahıslar da hep böyle mânâları canlandırırlar.
Eserde, birbirlerine tutkun Hüsn ve Aşk2 in kavuşmak için yaşadıkları macera, sayısız engel ve bu engellere rağmen büyük, vazgeçilmez gayretleri anlatılır. Aşkın Hüsne kavuşabilmesi için Diyar-1 Kalbe gitmesi, oradan Kimyâyı bulup getirmesi gerektir.

Gerçekte Hüsn, Cemâl Mutlak olan Tanrı, Aşk ise, Ona kavuşmak isteyen bir sâlik (tarikat mensubu) tir. Molla-yı Cünûn ve Suhan birer mürşiddirler. Mekteb-i Edeb ise Tekkedir.

ŞEYH GALİBDEN ŞİİRLER

GAZEL

Gönülde aşk-ı bîperva mekân ister mi, ister ya,
Hümâ-yı evci-himmet âşiyan ister mi, ister ya

Lisan-ı hâldir minkâr-ı murg-ı şema pervane
Suhen-sâz-ı hamûşî hem-zebân ister mi, ister ya.

Eder gülgûn beyaz-ı çeşmini mestflnelik âhır
O hûnîden dil-i hûn-geşte kan ister mi, ister ya.

Suhen-gû vü suhen mebhûddur esrâr-ı vahdette
Bu sözde ruhi kudsî tercemân ister mi, ister ya.

Nigâh-ı kahrıdır tasvir olan serlevha-yı canda
Gönül şehnamesi yâ kahraman ister mi ister ya.

Hayat ümmîdin etmem gamze-i cellâddan amma
Feda olmak ol lal-i nâba cfln ister mi, ister ya.

Dehân-ı yârdır hep güft-gûy-i ehl-i Galib
Aceb anmâ-yı mâna nâm u şan ister mi, ister ya.


Bugünkü Türkçe ile:

Pervasız aşk gönülde yerleşecek mekân ister mi, ister elbet.
Himmet göğünün yücesindeki hüma kuşu yuva ister mi, ister elbet.

Pervane, mum kuşunun gagasına hal dilidir.
Sessizlik diliyle konuşan bir konuşma arkadaşı ister mi, ister elbet.

Sarhoşluk, sonunda gözünün beyazını kırmızı eder
Kana bulanmış gönül o katilden kan bahası ister mi, ister elbet.

Melek, vahdetin sırlarını bazen söyler, bazen söylemez
Bu sözü açıklayacak tercüman ister mi, ister elbet.

Can serlevhasında tasvir edilen sevgilinin bakışıdır
Gönül şehnamesi de bir kahraman ister mi, ister elbet.

Sevgilinin gamzesinden kurtulup yaşama ümidim yoktur.
Canım o kırmızı dudağa kendini feda etmek ister mi, ister elbet.

Ey Galib, âşıkların dillerinden düşürmedikleri sevgilinin ağzıdır.
Aceba, mâna ankası da nam ve şan ister mi, ister elbet.

---

GAZEL

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenare düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i sengsâre düştü.

O zaman ki bezm-i canda bölüşüldü kale-i kâm
Bize hisse-i muhabbet dil-i pare pare düştü.

Gehi zîr-i serde destî geh ayağı koltuğunda
Düşe kalka hasta-i gam der-i lutf-ı yâre düştü.

Erişip bahara bülbül yenilendi sohbet-i gül,
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü.

Mehi burc-ı arızında gönül oldu hâle mâli
Bana kendi taliimden bu siyeh sitâre düştü.

Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vaslâ yâ
Hû Bu değildi neyleyeyim bu yolum intizâra düştü.

Reh-i Mevlevîde Galib bu sıfatla kaldı hayran
Kimi terk-i nam-ı şâne, kimi itibâre düştü.


Bugünkü Türkçe ile:

Yine gönül kayığım kırılıp kıyıya düştü
Dayanır mı camdır bu, çok taşlık bir yola düştü.

Canların meclisinde dilek sermayesi bölüşül-düğü zaman
Bize muhabbet payı olarak parça parça bir gönül düştü.

Bazen eli başının altında, bazen ayağı koltuğunda
Gam hastası düşe kalka sevgilinin lütuf kapısına erişti, orada kaldı.

Bülbül bahara ulaştı, gül ile sohbeti yenilendi
Tahammül nöbeti yine kararsız gönüle düştü.

Gönül, ay yüzündeki yanağın burcundaki böne tutuldu
Bana kendi talihimden bu kara yıldız düştü.

0 ahû göz süzülüp kavuşma zevkine Hû! dedi
Beklediğim bu değildi, neyleyim, yolum yine bekleyişe düştü.

Galib, Mevlevilik yolumdaki bu haline şaşıp kaldı.
Bazen namını ve şanını terketti, bazen de itibar (arzusuna) düştü.

---

MÜSTEZAD

Çeşmim acı yaş ile ağularla kamptır
Cism ise yanıptır

Ol zülfü siyeh neyleyim efsâne sanıptır
Gönlüm usanıptır.

Naz uyhusuna kıldı yine gözleri mûtad
Çok eyledi bidâd.

Sabreyle dilâ vakt ola lâbüd uyanıptır
Sen utanıptır.

Lal-i lebin ey dilber-i kattal-i pür-âşûb
Ey fitneli mahbûb

Hûn-ı dil-i uşşaka ne cüretle banıptır
Kana boyanıptır.

Ey hoş ki gam-ı aşka giriftar değildim
Bîmâr değildim

Ol günleri bîçare gönül şimdi anıptır
Kendi kazanıptır.

Eyler feleğin reng-i şafak-rûyunu şebgûn.
Hayretle diğer-gûn.

Ol dem ki benim Hun-ı şirişkim boşanıptır
Derya bulanıptır.

Şemşîr-i cefâsını çekip kesti emânım
Dûr eyledi canım

Sedd-i siteminden reh-i fikrim kapanıptır
Aklım dayanıptır.

Yâdî kılıcak Leylî-matlubu ne çare
Râh olmaya yâre

Çok âkilin ol meselede beyni kanıptır
Mecnûna tanıptır.

Yâ Hak dedi Mensur yemîn menzilin aldı
Başın göğe saldı

Davî-i enel-Hakda kemanlar yaşanıptır
Gavga uzanıp tır.

Ol kâfiri bed-kiş edicek zülfünü tâlân
Galib kılıp îman

Güftar-ı perîşânına hayfâ inanıptır
Dama dolanıptır.

---

FAHRİYE-İ ŞAİRANEden
(Şairane Övünmeden)

Tarz-ı selefe taküddüm ettim
Bir başka lügat tekellüm ettim

Ben olmadım ol güruha peyrev
Uymuş belî Gencevîye Hüsrev.

Billâh bu özge maceradır
Sen bakma ki defter-i belâdır.

Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz

Engüşt-i hatâ uzatma öyle
Beş beytine bir nazîre söyle.

Az vaktte söyledimse anı
Nâ-puhteliğin değil nişanı.

Esrarını Mesnevîden aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım.

Fehmetmeğe sen de himmet eyle
Ol gevheri bul da sirkat eyle.

İn dem ki zi şâlrf eser nîst
Sultan-ı sühan menem diğer nîst.


Bugünkü Türkçe ile:

Öncekilerin tarzından ileri gittim
Bir başka lügatle konuştum.

Evet, Hüsrev, Gencevîye uymuş ama
Ben o kalabalığı takip etmedim.

Billahi bu başka maceradır
Sen onun belâ defteri olduğuna bakma.

Şöyle böyle söylenmiş bir söz sanma
Gel sen de böyle bir söz söyle (de görelim)

Öyle yanlış bulan parmağını uzatma
Gel beşbeytinebir naziresöylede görelim.

Az zamanda söyledimse (yazdımsa) onu
Bu, hamlığın işareti değildir.

Sırlarını Mesnevîden aldım
Çaldımsa da beylik malını çaldım.

Sen de anlamağa çalış
O inciyi bul da çal.

Şairlikten bir eser görülmediği şu anda
Söz sultanı benim, başkası değil.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 32451

ulkucudunya@ulkucudunya.com