LEYLÂ HANIM
PROF. Mehmet Arslan 01 Ocak 1970
İstanbul'da doğduğu bilinen Leylâ Hanım'ın doğum tarihi ile ilgili kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Babası 1825 tarihinde vefat eden sudûrdan kazasker Moralı-zâde Hâmid Mehmed Efendi'dir. Dedesi Sa'îd Efendi, onun babası Yahya Mehmed Efendi, onun da babası Trapoliçeli Ali Ağa'nın oğlu Hüseyin Ağa'dır. Annesi, Keçeci-zâde İzzet Molla'nın ablası olan Hadîce Hanım'dır. Kaynaklar, Leylâ Hanım'ın Atâullâh Mehmed Efendi ve Nûrullâh Mehmed Efendi adlı iki kardeşi olduğundan bahsediyor. Ancak Dîvân'ındaki bir terkîb-i bendden anlaşıldığına göre Leylâ Hanım'ın Hâlid Efendi adında genç yaşta ölen bir kardeşi daha vardır. Mevlânâ medhinde yazdığı bir murabbadan hareketle Leylâ Hanım'ın dedelerinin Konyalı olduğu düşünülebilir. Dayısı Keçeci-zâde İzzet Molla'nın Konyalı bir aileden geldiğini biliyoruz. Bu durumda anne tarafından Konyalı olduğunu söyleyebiliriz. Leylâ Hanım'ın Bursa ile bir alakası olduğu da şiirlerinden anlaşılmaktadır. Kendisi de Bursa'ya gitmiş mi, bir süre orada kalmış mı bu konu karanlıktır. Ancak babasının ve genç yaşta vefat eden kardeşi Hâlid Efendi'nin bir süre Bursa'da bulundukları Dîvân'daki bazı şiirlerden anlaşılıyor. Babası Bursa'ya sürgün olarak mı gitmiş yoksa çevresindekilerin kadrini bilmemesinden mi oraya sığınmış bu konu da açık değildir. Leylâ Hanım tahsilinin büyük bir kısmını dayısı olan Keçeci-zâde İzzet Molla'nın vasıtasıyla tamamlamış ve onun öğrencisi olduğu birçok kaynakta zikredilmiştir. Leylâ Hanım ilk ilmî ve edebî bilgilerini aile çevresinden almıştır. Belirttiğimiz gibi Keçeci-zâde İzzet Molla (1786-1829) Leylâ Hanım'ın dayısıdır. Zaten Leylâ Hanım da yazdığı şiirleri İzzet Molla'nın tashih ettiğini, onun velinimeti olduğunu, izzine ve rif'atine onun sebep olduğunu, kendisiyle sohbetler ettiğini bazı şiirlerinde belirtmektedir. Anne ve baba tarafından aydın, okuyan yazan, edebiyata aşina bir aile ortamı içinde yetiştiğini hayat hikâyesinden ve şiirlerinden anladığımız Leylâ Hanım özellikle bu çevrede kendisi için gerekli bilgileri edinmiş, belki özel hocalardan ders almış ve şartlar elverdiği ölçüde ilim ve edebiyat sohbetlerinde de bulunmuştur. Aydın bir aile içinde yetişip iyi bir öğrenim görmüş, bir aile geleneği olarak Mevlevî tarikatına intisap etmiştir. Yetişmesinde o devrin kültür ocaklarından Galata Mevlevîhânesi'nin de rolü olsa gerektir. Saray çevresine de yakın olduğunu bildiğimiz Leylâ Hanım II. Mahmûd (salt. yıl. 1808-1839) ve I. Abdülmecîd'in (salt. yıl. 1839-1861) saltanat sürdüğü yılları idrak etmiştir. Leylâ Hanım, neredeyse sarayla içli dışlı olabilen aristokrat bir aileden gelmektedir ve böyle bir ortamda yetişmiştir. Böyle aristokrat bir aileden gelmesine rağmen Leylâ Hanım, şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla çok maddi sıkıntı çekmiş, çektiği sıkıntılardan dolayı da genç yaşta ihtiyar bir görünüm almıştır. Özellikle babasının vefatından sonra çektiği maddi sıkıntılar artmıştır. Bu durumunu muhtelif manzumelerle saraya ve bazı devlet erkanına bildirmiş, 1256/1840 yılında yani ölümünden 8 yıl kadar önce kendisine 150 kuruş maaş bağlanmıştır. Çektiği bunca sıkıntılarda kimin dahli vardır, bu pek açık değil, Dîvân'ındaki şiirlerden bunu anlayamıyoruz. Leylâ Hanım 1264/1848 yılında vefat ederek Mevlevî olduğu için Galata Mevlevîhânesi hazîresine defnedilmiştir.
Kaynaklar Leylâ Hanım'ın gençliğinde evlendiğini, evlenmesinin haftasında da ayrıldığını belirtmekle yetiniyor, neden hemen ayrıldığı, kocasının kim olduğu hakkında ise bilgi vermiyor. Yalnız İbnü'l-Emin'in Son Asır Türk Şairleri adlı eserinin "Leylâ Hanım" maddesinde şu bilgileri buluyoruz: "Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Åliye Hanım Nâmdârân-ı Zenân-ı İslâmiyân nâmındaki eserinde diyor ki: ... Düğün gecesi Leylâ, gelin elbisesiyle telli duvağı ile bulunurken zevc Efendi, ilk gecesinden zevcesini hizmetine alışdırmak ve kendini saydırmak fikrine itikâden mi olacak ne olacak; hanım, gel şunu değişdir, diye nohud yakısı bulunan kolunu geline uzatmış. Leylâ dışarı fırlamış ve artık içeriye gitmeyeceğini etrafındakilere söylemiş. Akribâ ve taallukâtı telâşa düşüp kendisini kandırmağa uğraşmışlarsa da mümkin değil kızcağızı hücre-i zifâfa gönderememişler. Leylâ, ömrüm oldukça beni nohudlu yahni yemekten iğrendiren bir herifin yüzünü görmeğe mümkin değil tahammül edemem, demiş." (1988: 876). Kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılan şudur ki Leylâ Hanım sebebi ne olursa olsun evliliğini ancak bir hafta sürdürebilmiş daha sonra boşanarak kendini ilme ve şiire vermiştir. Leylâ Hanım hakkında bazı edebe aykırı fıkralar da anlatılmıştır. Bunlardan birisi şöyledir: Söylentiye göre Leylâ Hanım bir balmumcu güzelini görüp hoşlanmış, sık sık dükkâna uğrayıp alış veriş etmeye başlamış. Devrin şairlerinden biri bu durumu görünce balmumcu çırağına, o bir daha dükkâna gelince şu mısrayı söyle demiş: "Şem'-i ruhuma dikkat ile bakma yanarsın". Leylâ Hanım dükkana gelince çırak bu mısrayı söylemiş. Leylâ Hanım'ın da aynı kâfiyede "Hattın gelicek sen de beni mumla ararsın" şeklinde cevap verdiği ve bir daha o dükkana uğramadığı günümüze kadar anlatılagelmiştir.
Leylâ Hanım'ın tek eseri Dîvân'ıdır. Toplam 2534 beyit tutarındaki Dîvân'ında 6 kaside, 3 murabba, 5 muhammes, 13 tahmis, 2 müseddes, 3 tesdis, 1 tesbî', 1 müsemmen, 2 tesmin, 8 terkib-i bend, 1 tercî‘-i bend, 55 tarih, 122 gazel, 5 müstezad, 21 şarkı, 5 lugaz, 23 rubai, 7 kıt‘a, 4 müfred yer almaktadır. Dîvân'ı Prof. Dr. Mehmet Arslan tarafından yayımlanmıştır (Arslan 2003).
Divan şiiri kalıpları içinde hemen her türden şiirleri bulunan, hatta her harften gazel yazmayı deneyen Leylâ Hanım divan edebiyatının geneli değerlendirildiğinde bu edebiyata fazla bir yenilik getirmeyen vasat bir şair olarak görülebilir. Ancak onun önemi bir kadın şair olmasından ileri gelmektedir. Onu "Zeyneb Hâtun, Mihrî Hâtun, Fıtnat Hanım ve Şeref Hanım" ile birlikte divan şiirinin en önemli beş kadın şairinden biri olarak kabul etmek gerekir. Kaynakların genel ifadesine göre Leylâ Hanım, "Osmanlı şairelerinin en meşhurlarından, edîbe, zarîfe, hâzır-cevâb, anında şiir söyleyebilen, çabuk anlayan, pek zeki, şiirinin güzelliği yüzünün güzelliğinden üstün olduğu için bülbüle benzetilen" bir şairedir. Divan edebiyatının son devir kadın şairlerinin en büyüğü -Fıtnat Hanım müstesna- şüphesiz Leylâ Hanım'dır. Leylâ Hanım, Osmanlı şiirinin son klasik döneminin sonlarında eski şekiller ve hayaller üzerine, güneşin ufukta kaybolurken İstanbul semalarından Asya tepelerine bir ışık göndermesi gibi son bir parlaklık veren şiirleriyle oldukça şirin ve ilginç bir şahsiyettir. Çok küçük yaşta evlenmiş ve zabtedilemeyen şairlik ruhu evliliğe katlanamamış, evlilik esaretinden kurtulan Leylâ Hanım, kendini tamamen edebiyata ve biraz da zevklere kaptırmış, ölümüne kadar da zamanını bu ikisi arasında geçirmiştir.
Leylâ Hanım, irticalen şiir söyleme yeteneğine sahipti. Şiir sohbetlerinde bulunan, zamanın edibleriyle, rindleriyle karşılıklı şiir söyleyen Leylâ Hanım'ın mizacı Dîvân'ına da yansımıştır. Şakaya ve espriye oldukça düşkün ve insanların ne düşündüğü umurunda olmayan bir kişiliğe sahip olduğunu tahmin ettiğimiz şairimiz, başkalarına aldırmadan hoşuna giden şeyleri yapmakta oldukça kararlı gibi görünmektedir. Şahsiyeti ve karakteri oldukça güçlü olmakla birlikte şiirlerinde o bile artık devri tamamlanmakta olan geleneksel anlayıştan pek kurtulamamıştır. Bu sebeple aynı gazelin bir mısrasında eski şairlerde olduğu gibi bir zorlama ve basmakalıplık bulunurken bir diğer mısrasında kendi gücü ve ateşli canlılığı bulunur. Bununla birlikte Dîvân'ında zevkle okunabilecek pek çok şiir bulunmaktadır. Şiirleri hem konu hem de ifade bakımından oldukça zariftir. Dili açık ve akıcıdır. Birçok şiirinde sahte süsler yardımıyla değil de karakterindeki sadelik ve doğrulukla meydana getirdiği tesirden büyüleyici bir hisse kapılırız ve bir sanatçının karşısında olduğumuzu fark ederiz. Şiirini kapalı anlamlarla tezyin ederek muamma gibi söyleme yoluna gitmemiştir. Aksine söylemek istediği şeyi en iyi ifade edecek kelime ve terkipleri seçmeye özen göstermiş, bunda da o kadar başarılı olmuştur ki bütün Dîvân'ında, anlayabilmek için ikinci defa okumak zorunda kaldığımız birkaç mısradan başka bir şey bulamayız. Bu özellik de her şeye rağmen klasik anlayışa mensup bir şair için başarılması son derece zor ve üstün bir iştir. Seçtiği kelime kadrosu anlatacağı malzemeye son derece uygundur. Sahte tavırlı geleneksellikten bir nebze de olsa uzaklaşmaya çalışmış, o yıllarda moda olan aşırı Türkçeciliğe de fazla yüz vermemiştir. Şüphesiz bu güzel gibi görünen neticeler kısmen kendisinden aldığı feyz ve dersler dolayısıyla hocası ve dayısı Keçeci-zâde İzzet Molla'dan, büyük ölçüde ise karakteri gereği klasik anlayışın ifrat ve mübalağalarından uzak durma temayülü ve ayrıca divan şiirinin son dönemlerinde bir özellik olarak gördüğümüz insaf ve itidale meyletmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kısaca Leylâ Hanım, şair olarak 19. yüzyıl divan şiirine yeni bir söyleyiş getirmemiştir. Edebiyatımızdaki yerini bir kadın şair olmasına borçludur, denilebilir. İşlediği konular ve konuları işleyiş tarzı klasik anlayışın dışına pek çıkmadığını gösterir. Bir kadın şair olduğu hâlde bir erkek şair için bile müsamaha ile karşılanamayacak, hoş görülemeyecek bazı serbestçe söyleyişleri onun nevi şahsına münhasır bir kadın şair olduğunu göstermektedir.