« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 Tem

2020

ÜFTÂDE

Nihat Azamat 01 Ocak 1970

Bursa’nın Araplar mahallesinde doğdu. Doğum tarihi kaynaklarda 895 (1490) olarak verilmekteyse de müridi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Vâ?ı?ât’ında geçen bir ibareden 900 (1495) yılı civarında dünyaya geldiği anlaşılmaktadır. Adı Mehmed, lakabı Muhyiddin’dir. Şiirlerinde kullandığı “Üftâde” mahlasıyla tanınır. Babasının Manyas’tan gelip Bursa’ya yerleştiği kaydedilmektedir. Üftâde, çocuk yaşlarında intisap ettiği Bayramî şeyhlerinden Muk‘ad Hızır Dede’nin teşvikiyle ilim tahsiline başladı. Şeyhinin vefat ettiği 918’e (1512) kadar yaklaşık sekiz yıl kendisine hizmet etti. Güzel sesiyle Bursa Ulucamii’nde ve Doğan Bey Mescidi’nde ezan okudu. Birkaç akçelik maaşı kabul ettiği için rüyasında, “Mertebenden üftâde oldun” (düştün) diye uyarıldığının ertesi günü ezan okumayı bıraktı. Bu olayın ardından ipekçilik ve düğmecilik yaparak, kitap istinsah ederek geçimini sağladı. Bir yandan da fahrî imamlık ve müezzinlik görevini sürdürdü. Otuz beş yaşları civarında vaaz ve irşada başladı. Doğan Bey Mescidi, Namazgâh Camii ve diğer camilerdeki vaazlarını halk büyük bir ilgiyle takip ediyordu. Uludağ eteklerindeki Pınarbaşı Kuzgunluk mahallesinde inşa ettirdiği cami ve tekkede irşad faaliyetini sürdürürken 1529-1536 yılları arasında Emîr Sultan Camii hatipliğine tayin edildi. Emîr Sultan’ın mânevî işaretiyle kabul ettiğini söylediği bu görevi vefat ettiği 12 Cemâziyelevvel 988 (25 Haziran 1580) tarihine kadar sürdürdü. En meşhur halifesi Aziz Mahmud Hüdâyî ona hayatının son yıllarında 984’te (1576) intisap etti. Mehmed ve Mustafa adlı iki oğlu tekkesinde onun yerine postnişin oldu.

Kaynakların çoğunda Üftâde’nin Hızır Dede’den hilâfet aldığı belirtilmektedir. Ancak şeyhinin vefatında on sekiz yaşlarında bulunan Üftâde’nin o yaşlarda hilâfet alması pek mâkul görünmemektedir. “Merhum şeyhim zamanında bana açılmadı, ancak vefatından sonra açıldı” diyen Üftâde’nin Hızır Dede’den başka “şeyhim” dediği bir kimseye de rastlanmamıştır. Bu durum dikkate alındığında onun sülûkünü Üveysî tarikle tamamlamış olması kuvvetli bir ihtimal gibi görünmektedir. Hızır Dede’den başka bir şeyhi yoksa da Üftâde çocuk yaşlarından itibaren bazı sûfîlerin sohbetinde bulunmuştur. Bunlardan Bursa’da Irgandı Köprüsü’nün yanındaki Selçuk Hatun Camii’nin imamı Muslihuddin Mustafa Efendi keramet sahibi bir dervişti. Muslihuddin Efendi’nin Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Muallimzâde Şeyh Mustafa Efendi ile (ö. 930/1524) aynı kişi olması da muhtemeldir. Vâ?ı?ât’ta onun bir dönem Bursa’da ikamet eden Şâzelî şeyhi Ali b. Meymûn el-Mağribî (ö. 917/1511) ve halifesi Abdurrahman Efendi’den sıkça söz ettiği görülmektedir. Meşrep itibariyle coşkun bir yapıya sahip bulunduğu anlaşılan Abdurrahman Efendi’nin halifesi Şeyh Abdülmü’min Efendi ile de özel bir yakınlığı vardı. Halvetî-Gülşenî şeyhlerinden Lemezât-ı Hulviyye müellifi Cemâleddin Hulvî ve onu takip eden bazı müellifler, Üftâde’nin Hızır Dede’den önce İstanbul’da Sünbül Sinan’a (ö. 936/1529) intisap ederek ondan icâzet aldığını kaydetmişse de bu doğru değildir. İleri yaşlarında birçok defa İstanbul’a giden Üftâde’nin Sünbül Sinan Efendi ile görüşmesi mümkünse de kendisine intisap etmesi uzak bir ihtimaldir, hilâfet alması ise mümkün değildir.

Üftâde’nin tarikat silsilesi Hızır Dede ve Akbıyık Sultan vasıtasıyla Hacı Bayrâm-ı Velî’ye ulaşır. Celvetiyye tarikatı Aziz Mahmud Hüdâyî’ye nisbet edilmekteyse de seyrüsülûk usulü bakımından celveti esas alan Üftâde’dir. Bu sebeple onun Celvetiyye’nin pîri olduğu da söylenebilir. Nitekim bir Celvetî şeyhi olan İsmâil Hakkı Bursevî, Celvetiyye’nin İbrâhim Zâhid-i Geylânî devrinde hilâl, Üftâde zamanında ay, Hüdâyî döneminde dolunay durumunda bulunduğunu söyler (Silsile-i Celvetiyye, s. 63). Üftâde’nin en belirgin özelliklerinden biri zühd ve takvâsıdır; haramlardan kaçınmanın yanında bazı helâllere dahi iltifat etmemiştir. Bir zamanlar vaazlarında Mes_nevî ve Fu?û?ü’l-?ikem’den bahsetmesini yasaklayan Kanûnî Sultan Süleyman’ın onu İstanbul’a davet edip hürmet gösterdiği, tekkesine vakfetmek istediği bir iki köyü kabul etmediğini görünce vezirlerine bazı şeyhlerin tâlib-i dünyâ, fakat Üftâde’nin târik-i dünyâ olduğunu söylediği rivayet edilir.

Üftâde’nin keşif ve mârifetle ilgili görüşlerinin özünü, “Mülk ve melekût âleminde bulunan şeylerin tamamı size keşif yoluyla görünse şeriata uygun biçimde izah etmeye gücünüz yetmiyorsa o keşfi terkedin, fakat şeriatı terketmeyin” sözü oluşturur. Ona göre melekût âleminde seyreden bir sâlik, o âlemin meselelerini mülk âleminde bulunan ve bu âlemin kayıtlarıyla mukayyet olan bir kimseye anlatmamalı, hakikati keşfeden sâlik ağzını şeriatın iğne ve ipliğiyle dikmelidir. Eğer sözlerini şeriat libasına sokmadan uluorta konuşursa fesada yol açar; Hallâc-ı Mansûr ve Seyyid Nesîmî’de görüldüğü gibi fitne denizi dalgalanmaya başlar. Ayrıca mücerret taklit yoluyla bu sözleri söyleyenlerin ilhâda düşmelerine sebebiyet verebilirler. İnsanlara anlayış seviyelerine göre hitap etmek gerekir. Nitekim peygamberler de öyle yapmış, insanlarla akıllarının alacağı şekilde konuşmuştur. Bu sebeple Üftâde’nin ağzından şathiye kabilinden tek bir söz bile çıkmamıştır.

Yûnus Emre tarzında sade bir dille ârifane şiirler yazan Üftâde’nin şiirleri tekke çevrelerinde büyük ilgi görmüş, bunlardan bazıları ilâhî şeklinde bestelenerek okunagelmiştir. Bursalı Mehmed Tâhir’in bastırdığı divanının (İstanbul 1328) Latin harfleriyle üç neşri daha bulunmaktadır (nşr. Mustafa Bahadıroğlu, Celvetiyye’nin Piri Hz. Üftade ve Divanı, Bursa 1995; Üftâde Divanı, Bursa 2000, İstanbul 2011). Üftâde’nin çoğu aruzla, bir kısmı heceyle yazılmış elli parça şiir ihtiva eden eserini Paul Ballanfat Le divan Hazret-i Pir Üftâde adıyla Fransızca’ya çevirmiş (Paris 2002), Angelo Culme-Seymour bu Fransızca çeviriyi The Nightingale in the Garden of Lover adıyla İngilizce’ye aktarmıştır (Oxford 2005). Üftâde’nin, “Yine dûş oldu gönül yârin cemâl-i şem‘ine / Götürüp yüzden nikabı gark olup envârına” mısralarıyla başlayan şiirini Ali Örfî Efendi “Şerh-i Nutk-ı Üftâde” adıyla şerhetmiştir.

Aziz Mahmud Hüdâyî, Üftâde’ye intisap ettiği 1 Zilkade 984 (20 Ocak 1577) tarihinden itibaren üç yıl süren seyrüsülûkü boyunca mürşidinin söylediği sözleri Arapça olarak kaydetmiş, hilâfet alıp Bursa’dan ayrılmasına bir ay kala 9 Şevval 987 (29 Kasım 1579) Cuma günü tamamladığı eser Vâ?ı?ât-ı Hüdâyî (Vâ?ı?ât-ı Üftâde) adıyla tanınmıştır. Baş tarafında, “Sülûk esnasında hazret-i şeyh ve bu fakir arasında geçen, işlenmiş altından kıymetli yüce sözler” anlamına gelen bir ibare bulunmaktadır. İsmâil Hakkı Bursevî, “Hazret-i Hüdâyi’nin derlediği Şeyh Üftâde’nin sözleri ki Vâ?ı?ât adıyla ünlenmiştir” dediğine göre esere bu ad sonradan verilmiştir. Üftâde’nin görüşleri ve Celvetiyye tarikatı hakkında temel kaynak sayılan kitabın müellif nüshası her biri 100 varaklık iki cilt halinde Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 249-250). Hüdâyî’nin müridlerinden olduğu tahmin edilen Mehmed Muizzüddin Celvetî eserin bazı kısımlarını şeyhin sağlığında Türkçe’ye çevirmiştir (Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 253/6). Üftâde’nin tekkesi ve Yerkapı semtinde 985 (1577) yılında tamamladığı camisi çeşitli zamanlarda yapılan tamir ve tâdilâtla günümüze kadar gelmiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 8455

ulkucudunya@ulkucudunya.com