Fatih'in Boğdan Seferi
01 Ocak 1970
Boğazlarda Kuzey Anadolu sahillerinin fethinden sonra Karadeniz hâkimiyetini tamamlamak için Buğdan'ın zaptı (Avrupalıların Moldavya dedikleri Kuzey Romanya) Fatih için bir zaruret hâlini almıştı. Bu sebepten Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa, Fatih'in emriyle Arnavutluktan Buğdan'a yürümüştür. Türklerin "Ağaç denizi dedikleri Rasboieni ormanlarından geçmiş, Boğdan beyi Stefan Çel Mare, Osmanlı Kuvvetlerinin yorgunluğundan, mevsimin şiddetli soğuklarından ve mevkiin bataklığından istifade ederek Süleyman Paşa kuvvetlerini bozmuş ve Papa kendisine "Athleta Christi İsa'nın pehlivanı" unvanını vermişti (1).
İslâm'ı dünyâya yaymayı gaye edinmiş Fatih'in bütün hareket ve adımlarında devletini her bakımdan dünyânın en üstün ve kudretli devleti yapmak islediği görülür (2).
Papa'nın bu "Athleta Christi"si'ni ise İstanbul'un cezasız bırakması mümkün değildi.
Öte yandan dünya siyasetini ve bilhassa siyaset âleminin Osmanlı aleyhindeki plânlarını çok büyük bir dikkatle takip eden Fatih'in yakından takip ettiği ve kuzeyde kimsenin dikkatini çekmeyen bir gelişme vardır. Moskova Büyük Prensliği... Kuzey Karadeniz sahillerinin fethi ve Kırım Hanlığı’nın himaye altına alınması Moskova'nın daha fazla genişlemesine sed çekecektir. Aynı zamanda Boğdan beyliği bu fütuhat üzerine hem kuzeyden, hem de güneyden tehdit edilebilecektir. Nitekim Osmanlı donanması Kırım'a çıkartma yaparak (1475) bu hedeflerini gerçekleştirmiştir.
Kuzey Karadeniz fütuhatı, Boğdan'ın kuzeyden ve güneyden tazyikine imkân verdiği için Fatih Sultan Mehmed ordusunun başında harekete geçti. Tuna sahillerine geldiğinde, daha önceden İstanbul 'dan hareket eden donanmayı "Tuna kenarında hazır bulup, ol gemilerle Tuna'yı öte geçip niyyet-i gaza" deyip Boğdan topraklarına girdi (3).
Fatih'in Boğdan seferinin derin izleri gerek Osmanlı ve gerek yabancı, yani Roman-Avrupalı kaynaklar geniş şekilde müşahede edilebilir. Batı ve orta Avrupa'da yazılmış elliden fazla diplomatik kaynakta bu hususta belgeler mevcuttur (4).
Stefan, Osmanlı ordusunun sefere çıktığını duyunca ülkesindeki bağ ve tarlaları yaktırarak ot ve tahıldan eser bırakmadı (5). Bu yüzden asker içinde kıtlık görüldü (6). Kıtlık o dereceye ulaştı ki, eğer gemilerle erzak ve zahire olmasaydı askerin kırılması, at ve koyunların telef olması muhakkaktı. Stefan, ileri gelen adamlarını sarp tepelere gönderirken, kendisi bir ormana girip gizlenmişti. Askerler "bir nice gün gezdiler, ol âsiyi her kande (nerde) sezdilerse aradılar, dereler ağzın arayub, dağlar başın taradılar" (7). Hoca Saadeddin Efendi'nin ifadesiyle "asker kıtlık ve zorluklar içinde günlerce dolaşarak, yatak ve yastıkları kara toprak oldu.
Burunları, boğazları ve gözleri toz ve toprakla doldu" (8). Nihayet Stefan'ın sarp bir dağda, ormanlar içinde saklandığı öğrenildi (9). Stefan Türklerin, Akdere dedikleri "Valea Alfaa" denilen mevkide ormanlar içine saklanmıştı. 26 Temmuz 1476'da Fatih, Valea Alba önlerine geldi.
Arkasını ormana dayamış olan Stefan burasını çok kuvvetli bir surette tahkim etmişti. Osmanlı ordusu ile kendi aralarında bir takım hendekler kazmış, ağaç ve arabalardan manialar meydana getirmiş, bunların önüne atları dizmiş ve en öne de topları yerleştirmişti. Bu suretle müthiş bir müdafaa hattı meydana gelmişti (10). Padişah: "Hey Gaziler!.. Gayret-i İslâm'dır "saf saf olup, alay alay olun" dedi (11). Bahâdırlar yalın kılıçlarla yanar âd (kor) gibi kendülerinü kalb-i küffara urdilar.Düşman dahi bunlarun üzerine top ve tüfengi, dolu gibi saçup, oku yağmur gibi yağdırdı" (12).
Top seslerinden yer sarsılmaktadır ve yeniçeriler bu müthiş top ateşi karşısında "sinelerini, göğüslerini top ve tüfenge siper etmek âdetleri iken, yüzleri üzere düşüp yattılar" (13). Bu duruma Fatih Sultan Mehmed'in canı çok sıkılmış, Yeniçeri Ağası ve komutanları çağırarak: "Şu oğlanlar ne acîb iş eylediler. Dilâverlik kemerin kuşanan böyle mi eder?" diye azarlamış, kalkanını eline alıp, atını Boğdan toplarının üzerine sürmüştür. Fatih'in bu hükümdarlığına yakışır, mertçe hareketi üzerine "Piyade ve Süvariler, topa, tüfeğe bakmayup yürüdiler, vardılar, düşmanla buluşdilar; barikatlarını aşıp, düşmanla saç saça olub yoluşdılar"(14).
Çok şiddetli ve kanlı geçen savaş alanını meşhur tarihçi Kemalpaşazâde şöyle tasvir eder: "Kan seylabı revân olub, cevv-i semâ pürhûn oldı, ol kanın buharından rûy-ı hava gülgûn oldı. Miğferler dehân-ı gönce gibi kan dolub, siperler sine-i gül gibi pare pare oldı".
Ağır bir mağlubiyete uğrayan Romen prensi güçlükle kaçabilirken, askerlerinin ekserisi "ta'am-ı şemsir" olup, kurtulabilenler dağlara sığınmak için can attılar (15).
Trabzon ve Kırım seferleri ile Karadeniz'in güneydoğu ve kuzey kesimlerini hâkimiyeti altına alan Fatih, Boğdan Seferi ile de batı sahillerini fethederek çemberi tamamlamıştır. Fatih'in asıl gayesi olan İstanbul'un emniyete alınması, ilende büyük bir belâ olabilecek olan Rus prensliğinin büyümeden belinin kırılması ve İslâm'ın güzelliklerinin batıya daha iyi gösterilmesi gibi neticeler de onun derin ferasetini belgelemektedir.
Böylece Fatih'in büyük ideâli, azmi, dirayeti, cesareti, dâhiliği, stratejideki üstadlığı ve babası gibi hayatını ilâ-ı Kelimetullah uğruna feda ederek fazilet âbideliğini göstermesiyle gerçekleşmiş oluyordu.