FRANZ LİSZT
Cevad Memduh Altar 01 Ocak 1970
Sanatın en büyük gücü, milletleri birbirine yaklaştırmasındadır. Hele müzik sanatı gibi, ancak ritmik akış içinde hayatı idrak eden bir yaratış bahis konusu olursa. Böylelikle zamanın akışından doğan müzik, her sanattan daha kolay kıtaları aşıp kitlelere ulaşmakta, canlı veya cansız araçlarla geniş çevrelere yayılma istidadı göstermektedir. Burada canlı araç insan, yani müziği yapan veya icra edenin bizzat kendisidir; cansız araç ise yapılmış ve icra edilmiş bir müzik eserini kolayca yaymaya imkân veren cihazlardır. Onun içindir ki, güzel sanatlar alanında, sırf müzikle ilgili bir özelliğe bağlı olan bu durum, ses sanatının yaratıcısını da icracısını da bol bol gezip dolaşmaya, başka ülkelerde başka insanlarla karşılaşmaya zorlar. Böylesine bir kültür alışverişine temel olan müzik, geniş insan kitlelerinin kolayca anlaşabilmelerini sağlayan güçlü bir tesir vasıtası olma önemini taşır.
Sanat dünyasının en tanınmış şahsiyetlerinden biri olan büyük Macar bestecisi Franz Liszt de çok gezip çok gören bir sanatçı olarak, müziğin yaklaştırıcı, uzlaştırıcı gücünden hemen herkesten çok faydalanabilmenin sırrına ulaşmıştı. Hele ateşli bir ömrün 75. yılını da idrak eden Franz Liszt’in, 1838-1848 yılları arasında geçen büyük çaptaki sanat yolculukları, gençliğinin en verimli çalışmalarına sahne olmuştu. Gene bu devre içinde hükümdarlara bile nasip olmayan saygı ve sevgi gösterileri arasında bütün bir Avrupa’yı kendine bağlayan Liszt’in, 1838 yılında Peşte’yi baştan başa mahveden sel felaketini işitir işitmez, bu korkunç âfetten zarar görenlere yardım için hayatının en önemli sanat turnesine çıkması ve Viyana’da arka arkaya verdiği konserlerle felaketzedelere 25 bin Guldenlik bir bağışın toplanmasını sağlamıştı. Büyük sanatçı bu acıklı olay karşısında duyduğu üzüntüyü, şu sözlerle açıklıyordu: “Beni saran heyecan ve duygu, kafamdaki vatan anlamına yeniden can vermişti. Çünkü ben de bu eski, bu güçlü ırkın çocuğu idim”.
Bu yardım konserlerini vatan hasretiyle veren Franz Liszt’in artık bütün isteği, 16 yıldır görmediği memleketini ziyaret etmekti. 1839 yılında Peşte’ye gelen Liszt, büyük sevgi tezahürleriyle karşılaştı. Liszt’in Macaristan’da olduğu az zamanda duyulmuştu. Hattâ millî bir kahraman gibi karşılanan Liszt için Pressburg’da şenlikler tertiplenmişti. Lizst, 27 Aralık 1839’da bu şehirde büyük bir konser vermiş ve konserin sonunda kendisine Macar milleti adına murassa [değerli taşlarla bezeli] bir kılınç hediye edilmişti. O tarihlerde henüz 30 yaşına ulaşmış olan sanatçının Peşte’den sonra Berlin’de elde ettiği başarı, aralarında Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm’in de bulunduğu geniş bir dinleyici kitlesini hayrete düşürmüştü.
Liszt, Berlin turnesinde 21 konser vermiş, ayrıca Berlin Teganni [Şan] Akademisi’nde, devrin büyük viyolonisti Joachim’in de iştirakiyle [katılımıyla] tertiplenen büyük bir konserde “Prelüdler” ve “Tasso” adlı orkestra eserlerini idare etmiş ve kendi yazdığı Mi-bemol-majör piyano konçertosunu bizzat çalmıştı. İşte bu konserin sebep olduğu sevgi ve saygı gösterisi hudutsuzdu. Nitekim sanatçının Berlin’de Hotel de Russie’den ayrılışı, tam bir zafer alayı manzarası arz ediyordu. Üç çift kır atın çektiği bir araba ile uğurlanan Liszt’i, dörder atlı otuz araba ve akademik tören nizamında dizilmiş atlılar takip etmiş, Prusya Kralı Friedrich Wilhelm, bu görülmemiş vedaı seyretme fırsatını kaçırmamak için, Potsdam’dan Berlin’e gelip sarayının penceresinden töreni dikkatle takip etmişti. Böylesine bir veda ile Berlin’den ayrılan Liszt, o günün hatırasını açıklayan bir mektubunda şöyle demektedir: “Sanatın bir hükümdarı gibi Berlin’den ayrıldım, sanatın bir hizmetkârı olarak dönüyorum”.
Unutulmaz hatıralarla geçen 10 yıllık bir müzik yolculuğunun beş yılı böylece kapanırken, büyük sanatçının yolu, 16 Ekim 1843’te de Münih’e düşmüştü. Liszt, bu şehirde verdiği beş konserle, Münihlilerin kalbini bir anda kazanıvermiş, bu konserlerinin gelirini de hayır derneklerine terk etmişti. Peşte’de olduğu gibi Münih’te de halk, Liszt için görülmemiş tezahürat yaptı.
Liszt’in 1843 yılındaki Berlin konserleri, yalnız yoksullara para temin eden bir hayır işi olmakla kalmamış, aynı zamanda Liszt-Wagner münasebetine de başlangıç olmuştu. Hattâ Romantik sanatın gelişmesi bakımından verimli sonuçlar doğuran bu karşılaşma, aralarında az bir yaş farkı olmasına rağmen, günün birinde Wagner’i Liszt’e damat yapmış, ayrıca Wagner’in yıllardır kafasında olgunlaştırdığı bazı projelerin bir an öne gerçekleşmesine de sebep olmuştu. O tarihlerde Berlin’de Fidelio operası oynanmakta idi. Beethoven’in ölümünden 16 yıl sonra temsil edilen bu eserde, Fidelio rolündeki yüksek başarısı ile Liszt’in dikkat nazarını kendine çekmiş olan ünlü soprano Schröder-Dervient’in de, Liszt-Wagner münasebetlerinin çabucak gelişmesinde büyük rolü oldu. Çünkü Liszt, bir yıl sonra gene Schröder-Dervient’in iştirakiyle Dresden’de oynanacak Rienzi operasının temsilinde bulunmayı Wagner’e vaat etmiş ve sözünü tutup, eserin 1844’teki oynanışını Dresden’de hayranlıkla seyretmişti. Genç soprano Dervient’in Fidelio rolünde yarattığı heyecanla Dresden’e koşmayı ihmal etmemiş olan Liszt’in bu yakın ilgisidir ki, iki dâhiyi birbirine büsbütün bağlamış ve kısa zamanda gelişen dostluk, her iki sanatçının da büyük çapta eser yazmasına başlangıç olmuştur.
1842’de elde ettiği Berlin zaferi, Franz Liszt’in gene aynı yıl içinde Rusya’ya bir turne yapmasını da gerçekleştirmişti. Hattâ St. Petersburg’daki kışlık sarayda verdiği bir konserde, Çar’ın yüksek sesle konuşması yüzünden konseri yarıda bırakan Liszt, hükümdarın “Niçin devam etmiyorsunuz?” sorusunu, “İmparatorlar konuşurken, başkalarına susmak düşer” diye cevaplandırmaktan çekinmemiştir. Petersburg ve Moskova turneleri de parlak gösterilere yol açmış ve müzik zevki hayli incelmiş olan bu iki şehrin sanat çevrelerinde Franz Liszt, heyecan dolu yankılar bırakmıştır. Diğer yandan Ruslar, Liszt için görülmemiş bir veda töreni tertip etmişlerdi. Petersburg’dan Almanya’ya dönen Liszt’e, tören programına göre özel bir gemi tahsis edilmiş, bu gemiye bindirilen büyük Rus koroları, Kronstad’a kadar sık sık halk şarkıları okumuşlardır. Kronstad’dan itibaren Almanya’ya dönen Liszt, yeniden turne hazırlıklarına başlamıştı. Bu seferki rota, doğruca İspanya idi.
Günün birinde Pireneler’i de aşan arabasıyla Madrid’e varan Liszt, Kraliçe İsabella’nın huzurunda verdiği konserle, İspanyol sanat çevrelerini hayrete düşürmekte gecikmemişti. Liszt, Madrid’ten sonra Kurtuba, Sevil ve Cibraltar’ı da ziyaret etmiş ve İspanyol müziğinin tesiri altında “İspanyol Rapsodisi”ni yazan Liszt’in bu eseri, 1841-1844 yılları arasındaki yolculuklar boyunca meydana getirdiği bütün yaratmalarını parlak bir zafer çelengi ile süslemiştir.
Franz Liszt’in 1845 yılına kadar devam eden sanat yolculukları, aynı yılın Ağustos ayında gerçekleşen önemli bir olay yüzünden ansızın kesintiye uğramıştı. Bu olay, sırf Franz Liszt’in teşebbüsü ile meydana gelebilmiş olan, Bonn’daki Beethoven anıtının açılış töreni idi. Nitekim sanat dünyası, 12 Ağustosta yapılacak törenle çok yakından ilgilenmişti. Bonn’daki açılış töreni, Beethoven gibi bir sanat büyüğü için dikilen ilk anıtı insanlığa kazandırmış, hele toplantıya İngiltere Kraliçesi Victoria ile Prusya Kralı Friedrich Wilhelm’in ve ayrıca Berlioz ve Meyerbeer gibi müzik büyüklerinin de katılmış olması, işe büsbütün başka bir önem vermişti. Törenden sonra davetliler, bu olayı tek başına gerçekleştiren Liszt’i, ayrıca verdiği konserlerde icracı, besteci ve orkestra şefi olarak selamlamak fırsatını da elde ettiler. O tarihlerde 34 yaşına ulaşan Franz Liszt’e devamlı olarak kollarını açan tek şehir şüphesiz Paris idi. Ne çare ki Liszt’in Kontes d’Agoult gibi bir hayat arkadaşından ayrılmış olması, hattâ tam yetişme çağlarında olan iki kızını (Cosima, Blondine) uzun zaman görememek zorunda kalması, sanatçıyı kolay kolay Paris’e yaklaştıramıyordu. Bu ayrılığın tek sebebi, her şeyden önce, müzik sanatının ortaklık kabul etmeyen kendine has inhisarcılığına [tekeline] dayanıyordu.
Artık Liszt’in tek bir ideali kalmıştı: o da, Türkiye’yi ve İmparatorluğun başkenti olan İstanbul’u ziyaret etmek, bu şehirde konserler vermek, Batı sanatının milletlerarası değerdeki örneklerini Türkiye’ye tanıtmak ve Türk sanatını yakından tanımaktı. Bu seferki sanat yolculuğunun hedefi ilk planda Hermanstadt, Koloşvar, Kronstad ve Karpatlar üzerinden Balkanlar idi. Tehlikeli yollarda sekiz atın çektiği posta arabası, Franz Liszt’i hedefe ulaştırmış, hattâ Koloşvar’da geçen birkaç gün, sanat dünyasına Liszt’in o meşhur 1. Macar Rapsodisi’ni kazandırmıştı.
1847’de başarıyla verilen Bükreş konserlerinden sonra Liszt, ilk rotanın aksine olarak yolunu ansızın Rusya’ya çevirmiş ve birkaç gün içinde sanatçı, Dinyeper kıyılarının en eski şehirlerinden biri olan Kiyef’de kendini buluvermişti. Bu şehirde de yoksullar yararına verilen konserlerin birinde, Liszt’in hayatı üzerinde büyük önemi olan bir karşılaşma olmuş ve sanatçı, Odesalı Kontes Iwanowska (Prenses Wittgenstein) ile tanışmıştı. Liszt’in yaratma esprisinin –vaktiyle Kontes d’Agoult’un yaptığı gibi– verimli yolda gelişmesinde büyük rolü olan bu dikkate değer kadın, hayatını tamamen Liszt’e vakfetmiş ve sanatçının 1848 yılından itibaren büyük çapta orkestra eserleri ve bu arada en büyük senfonik şiirlerini yazmasına vesile olmuştur. Franz Liszt, sırf Kiyef turnesinden ve Kontes Iwanowska’dan aldığı ilham iledir ki, on yıldır büyük bir heyecanla planlamaya çalıştığı Türkiye projesini, 1847 yılının Haziran ayında gerçekleştirmeye muvaffak oldu. Liszt’in ilk hayat arkadaşı olan Kontes d’Agoult, bu tarihten 10 yıl önce, arkadaşlarından birine yazdığı mektupta, sanatçının bu idealini şu cümle ile anlatmıştı: “Franz, hep Sultandan bahsediyor, Osmanlı İmparatorluğuna hümaniter müziği sokmak istiyor”.
Elde bulunan bazı vesikalara görei Liszt, nihayet muradına nail olmuş ve Dolmabahçe Sarayında tertiplenen büyük bir davette ve Padişah Abdülmecit’in huzurunda konserini vermişti. Liszt’in piyanodaki eşsiz tekniğine ve görülmemiş ifade kudretine hayran olan davetliler, konseri uzun uzun alkışlamışlar ve Sultan Abdülmecit büyük sanatçıya nişan tevcih etmişti. Liszt’in bu konserden başka ayrıca Büyükdere’de de bir konser vermiş olduğu bilinmektedir.
Büyük çaptaki sanat yolculukları Franz Liszt’i, hele hayatının en mesut ânı olarak vasıflandırdığı Türkiye yolculuğundan sonra, dünya şöhretine ulaştırdığı kadar, ileri derecede yormuştu da. Franz Liszt, Türkiye’yi ziyaretten sonra, gene Odesa üzerinden Rusya’ya dönmüş, sonra da 1848’de Weimar’a yerleşmişti. Sanatçı, bu tarihten 1861 yılına ve 1869’dan 1886 yılına kadar Saksonya-Weimar-Eisenach Arşidüklüğü’nün başkenti olan bu şehirde oturdu. Fakat bu iki uzun devre, Kontes Iwanowska ile geçen verimli bir arkadaşlığın, Roma’da büyük bir facia ile sona erdiği güne kadar, Franz Liszt’in büyük ölçüde senfonik eserler yaratmasına yol açtı. Böylelikle Liszt, tam 10 yıl süren geniş ölçüdeki sanat gezisinin unutulmaz intibalarını [izlenimlerini] ancak Weimar yıllarında değerlendirmiş ve insanlık tarihi, sanatçının en önemli orkestra eserlerine gene bu devre içinde sahip olabilme imkânını elde etmiştir.
14 yıllık bir bekleyişten sonra, Kontes Iwanowska ile hayatlarını birleştirme yolunda Roma’da yapılması kesinleşen nikâh töreninin, müthiş bir iftira yüzünden başka bir tarihe bırakılması, her ikisi için de sonu olmayan bir ayrılığa yol açmış ve bu tarihten itibaren Kontes Iwanowska, hayatının sonuna kadar yalnızlığı tercih edip, müstear [takma] ad ile dinî yazılar yazmış, Franz Liszt ise kendini tamamen dine vermiş ve ruhaniliğe intisap ederek rahip olmuştur.
Nihayet Liszt’in ve Iwanowska’nın hayata ebediyen veda edecekleri yıllar da gelmişti. Anasının Franz Liszt’e karşı duyduğu derin saygıya hayatı boyunca bağlanmış olan, Iwanowska’nın kızı Prenses Marie, Liszt ile ilgili bütün hatıraları, Weimar’daki Liszt Müzesi’ne vermiş ve 1887 yılında kurulan Liszt Vakfı’na ayrıca 70 bin Mark hibe etmişti. Hattâ Prenses Marie, Liszt metrukatının diğer kısımlarını da Viyana ve Peşte Millî Müzeleri’ne bağışlamayı ihmal etmedi.
Bütün bu olaylardan yıllarca önce beliren “Liszt-Wagner Sentezi”, tam bir huzur içinde olgunlaşmaktan geri kalmamıştı. Nihayet Wagner’in ölümünden bir yıl (1882) önce, sanatçının en büyük eseri olan Parsifal operası da, arkadaşı ve kayınbabası Liszt’in tesiriyle hayatı idrak etti. Hattâ Wagner, o tarihlerde, yakın arkadaşlarından birine gönderdiği mektupta, hiç kimsenin değil, yalnız Liszt’in kendisini yükseltmiş olduğunu açıkça söylemekten çekinmemişti. Çünkü Liszt-Wagner Sentezi, zamanla feyizlenip yeşermiş ve meydana gelen müşterek yaratış, günün birinde insanlığın müşterek eseri olma vasfını elde etmişti.
Görülüyor ki, Franz Liszt, verimli bir ömrün heyecanlı hamleleri içinde tükenmiş ve insanlığı sevme idealini sanatında gerçekleştirerek tarihe intikal etmiştir.