Bostanzâde Yahyâ Efendi
Nurgül Sucu 01 Ocak 1970
Aslen Tireli olan Bostanzâde Yahyâ Efendi (ö. 1049/1639), 16. ve 17. yüzyıllarda önemli âlimlerin yetiştiği Bostanzâdeler ailesinden Bostanzâde Mustafa’nın torunu ve Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendi’nin oğludur (Kurnaz 2001:II/1216). Kaynaklarda doğum tarihi, gençlik ve öğrenim yılları hakkında bilgi bulunmamakta yalnız babasından eğitim aldığı ve ilmiye sınıfındaki görevinin ilk yıllarını babasının yanında geçirdiği belirtilmektedir (Dâiretü’l-Ma’ârif 1383:114). 1003/1594 tarihinden itibaren Üsküdar Mihrimâh Sultan, Sahn-ı Semân, Üsküdar Vâlide Atik ve Süleymaniye medreselerinde müderrislik yapmış; 1601-1614 yılları arasında Halep, Galata, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılığı görevlerinde bulunmuştur (Akbayar 1996:5/1672). Gül-i Sad-Berg adlı eserinin sonunda, bu kitabı 1030/1621 yılında tamamladığını ve o sırada İstanbul kadılığından ayrılmış bulunduğunu ifade eder (Süleymaniye Ktp. Ayasofya 3386/161a). Vekâyi’u’l-Fuzalâ’da ise İstanbul kadılığından 1023/1614’te azledildiği belirtilir (Özcan 1989:I/46). Bu kayıtlardan, müellifin 1614’ten 1622’ye kadar herhangi bir resmî görev almadığı anlaşılmaktadır. 1622’de Anadolu kazaskerliğine getirildiyse de kısa bir süre sonra azledilmiş, 1629’da tayin edildiği Rumeli kazaskerliği görevinde ise ancak on ay kalabilmiştir (Özcan 1989:I/46). Ayrıca İstanbul kadılığından azledilmesinden sonra Rodoscuk/Tekirdağ kazası, Anadolu kazaskerliğinden ayrılmasından sonra da Uzuncaova kazası kendisine arpalık olarak tahsis edilmiştir. 26 Rebiülevvel 1049/27 Temmuz 1639 tarihinde vefat eden Bostanzâde Yahyâ Efendi (Bursalı Mehmed Tâhir 1333:I/257); babası Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendi’nin kabrinin yanına, Şehzâde Camii haziresine defnedilmiştir (Çağrıcı 1992:311-313). Tuhfetü’l-Ahbâb, Fî Beyâni Vak’a-i Sultan Osman, Gül-i Sad-Berg ve Mir’âtü’l-Ahlâk olmak üzere toplam dört eseri vardır.
1. Tuhfetü’l-Ahbâb: Târîh-i Sâf ve Duru Tarih adlarıyla da bilinen eser, takriben 1025/1616 yılında yazılmış kısa bir genel tarihtir. Çoğu Türk olmak üzere 300’e yakın Müslüman hükümdarı tanıtır. Ayrıca kitabın sonunda sekiz hikâye yer alır. İlk defa 1287/1870 yılında eski harflerle tabedilen eserin bu baskısına esas kabul edilen yazma nüshanın nerede olduğu bilinmemektedir (Sakaoğlu 1978).
2. Fî Beyâni Vak’a-i Sultan Osman: Sultan II. Osman’ın şehadetini konu alır. Eserin; biri Topkapı Sarayı Müzesi’nde (Revan/1305), diğeri Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hâlet Efendi/611) kayıtlı iki nüshası mevcuttur. Bu ikinci nüsha, Milli Kütüphane Mikrofilm Arşivi’nde (A-3224) sehven Şeyhülislâm Yahyâ Efendi üzerine kaydedilmiştir. Söz konusu nüsha 65 yapraktan müteşekkildir ve nüshanın son iki yaprağı; “Şeyhülislâm merhûm şehîd Seyyid Feyzullâh Efendinin büyük oglı Seyyid Fethullâh Efendi’ye veliyy-i ‘ahd olmak üzre ve müftîlik pâyesi içün virilen nişân-ı hümâyûnun sûretidür.” (63b-65a) cümlesi ile başlayan farklı bir konuya tahsis edilmiştir. Revan nüshası ise 66 yapraktır. Eserin Revan nüshasını esas alan bir çalışma ile metni neşredilmiştir (Gökyay 1976).
3. Gül-i Sad-Berg: Hz. Peygamber’in yüz mucizesini konu edinen geniş ölçüde manzum ve Türkçe bir eserdir. Kitapta sırasıyla; giriş, münâcât, na’t ve dönemin padişahı II. Osman’a bir kasideden sonra Hz. Peygamber’in cismani miracının imkân ve mahiyeti, Kur’an-ı Kerim’in icazı konuları üzerinde durulur. Daha sonra, eserin asıl konusunu teşkil eden yüz mucize geniş bir şekilde ele alınıp işlenir. Eserin tespit edilen yedi nüshasından (Süleymaniye Ktp. Ayasofya Böl. Nu. 3386-3390, Lala İsmail Efendi Böl. Nu. 368; Hacı Selim Ağa Ktp. Selim Ağa Böl. Nu. 842; Millet Ktp. Edebiyat Böl. Nu. 360-477; Kayseri Râşid Efendi Ktp. Nu. 114) biri olan Ayasofya 3386 nüshasının müellif hattı olduğu, sonundaki “intehe’t-te’lîf ve’t-telfîk bi-yed-i mü’ellifihi’l-‘abdi’l-fakîr” (161a) kaydından anlaşılmaktadır. Akabinde yer alan sayfada, eserin 5 Zilhicce 1030/21 Ekim 1621 tarihinde tamamlandığına dair bir bilgi yer alır (161b). Aynı nüshanın baş tarafında ise eserin adı “Gül-i Sad-Berg” ve müellifin adı “Yahyâ İbn Bûstân” olarak kayıtlıdır (5a). Eser üzerinde bir yüksek lisans (Demir 2010), bir de doktora çalışması yapılmıştır (Özkan 2011).
4. Mir’âtü’l-Ahlâk: Yirmi dört bölümden oluşan ve her bölümde güzel ahlak bahislerinden birinin ele alındığı, mensur ve didaktik bir ahlak kitabıdır. Eserin iki yazma nüshasından (İstanbul Üniversitesi Ktp. Türkçe Yazmalar Böl. Nu. 3537-5607) birincisi 243 varak, şemseli, kırma nesih hattı ve sayfalar 19 satırdan ibarettir. “bi-yed-i müellifihi’l-‘abdi’l-ezell” (242b) ibaresinden, nüshanın müellif hattı olduğu anlaşılmaktadır. İkinci nüshanın başındaki “Mir’âtü’l-Ahlâk-ı Yahyâ” kaydı ise, bu nüshanın istinsah olduğu fikrini teyit eder. Nüsha 223 varak, şamseli, ta’lik hattı ve her bir sayfa 19 satırdan ibarettir. Müellif hattında yer alan bazı bölümler ve hikâyeler bu nüshada mevcut değildir. Mir’âtü’l-Ahlâk; müellif nüshasındaki kayda göre, 10 Ramazan 1022/1615 tarihinde tamamlanmıştır (243a). Eser üzerinde bir doktora tezi hazırlanmıştır (Sucu 2010).
Bostanzâde Yahyâ Efendi’nin dili, genel olarak 17. yüzyıl Osmanlı Türkçesinin karakteristik özelliklerini gösterir. Eserlerinde sık sık Arapça ve Farsça söz hünerlerine müracaat eder, sec’i baştan sona sürdürür. Mir’âtü’l-Ahlâk adlı eserinin özellikle baş taraflarında edebî gücünü ortaya koyacak ağır bir üslûbu tercih eder ve görüşlerini sık sık beyit, mesnevi, rubai, şiir adını verdiği manzumelerle destekler. Eserin ilerleyen bölümlerinde, özellikle aile ve devlet ahlâkının işlendiği bölümlerde bu ağır ifadelerin oldukça hafiflediğini ve daha anlaşılır hâle geldiğini görürüz. Müellif bu bölümlerde oldukça sade bir dil kullanmaya özen gösterir, açıklamak istediği meseleleri örnekler ve hikâyelerle daha anlaşılır bir hâle getirmeye çalışır. Eserin bu özellikleri; Bostanzâde Yahyâ Efendi’nin, herkesin anlayabileceği tarzda bir eser yazma gayretinin yanında hem halka hem de seçkin zümreye hitap etme gayretinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir (Sucu 2010:97). Gül-i Sad-Berg adlı eserinde gösterdiği başarılı anlatımdan da onun edebî yönünün ne kadar güçlü olduğunu anlayabiliriz. İlmiye sınıfından olması hasebiyle mesleği gereği Arap ve Fars dillerine son derece hâkim olan Yahyâ Efendi bu dilleri manzûmeler söyleyebilecek kadar iyi bilmektedir. Bediî üslupla yazdığı bu eserinden hareketle onun, nesir ve inşâ yolunda meşhur çağdaşı Nergisî’den geri kalmadığı söylenebilir (Özkan 2012:2083).