« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Ağu

2020

AHMED BÎCAN

Amil Çelebioğlu 01 Ocak 1970

XV. yüzyılda yaşayan Türk âlim, mutasavvıf, mütercim ve nâsirlerindendir. Yazıcıoğlu, Yazıcızâde veya nâdiren İbnü’l-Kâtib (Ahmed) dahi denilmekle beraber daha çok Bîcan lakabıyla meşhur olmuştur. Muhammediyye adlı manzum eseriyle tanınan Yazıcıoğlu Mehmed’in (ö. 855/1451) küçük kardeşidir. Babaları, Yazıcı (Kâtib) Sâlih’tir (Sâlihüddin ?). Bu ismin eski veya yeni bir kısım eserlerde Selâhaddin şeklinde zikredilmesi yanlıştır (Çelebioğlu, s. 173 vd.). Bu bakımdan iki kardeş ve daha ziyade de Mehmed (Muhammed), Yazıcıoğlu lakabıyla şöhret kazanmıştır. Dedeleri, hakkında hiçbir bilgimiz olmayan Süleyman adında bir zattır.

Yazıcı Sâlih, bazı rivayetlere göre Ankara veya Bolu civarındandır. Devlet hizmetinde kâtip* olarak çalışmıştır. 811’de (1408) tamamladığı, Anadolu’da astroloji sahasında muhtemelen Türkçe ilk manzum eser olan beş bin beyte yakın “melhame” nevinden Şemsiyye’sini, Ankara’da yaşayan Devlet Han ailesinden İskender b. Hacı Paşa’ya ithaf etmiştir. Mezarı, kesin olarak belli değilse de şifahî rivayetlere göre Gelibolu’da, elli altmış sene öncesine kadar türbe olan ve bugün Yazıcıoğlu Mescidi denilen binada bulunmaktadır.

Ahmed Bîcan, babası ve ağabeyi, Malkara’dan veya ona bağlı Kadıköyü’nden gelip Gelibolu’ya yerleşmişlerdir. Bu itibarla onun Malkara veya Kadıköyü’nde doğduğunu tahmin etmek mümkünse de Envârü’l-âşıkin’da yer alan, “Hak Teâlâ Hazretleri, miskin Ahmed-i Bîcan’ı, deniz kenarında gaziler şehrinde, Gelibolu’da yarattı” (İstanbul 1305, s. 403) ifadesinden, Gelibolu’da doğduğunu da söylemek mümkündür. Ahmed Bîcan’ın devrinin ilimlerini tahsil ettiği, Arapça’yı ve Farsça’yı gayet iyi bildiği eserlerinden de anlaşılmaktadır. Kendi ifadesiyle de sabit olduğu üzere mezhepçe Hanefî, tarikat olarak da Bayramî’dir. Devrinin “mâna sultanı” telakki edilen Hacı Bayrâm-ı Velî’nin (ö. 833/1429) Yazıcıoğlu Mehmed’i ve kardeşi Ahmed Bîcan’ı irşadı, onun, Sultan II. Murad ile görüşmek için Edirne’ye seyahati dolayısıyla vuku bulmuştur. Bayramiyye erkânından olan riyâzet* sebebiyle devamlı oruç tutup çile çıkarmasından veya yine Bayramiyye esaslarından olan aşk ve muhabbetinin, âşıklığının çokluğundan yiyip içmekten kesilmek ve bedenen de çok zayıflamakla “Bîcan” (cansız) sıfatıyla meşhur olduğu söylenmektedir. Çilehanesi, ağabeyi Yazıcıoğlu Mehmed’in, Gelibolu’da Namazgâh yöresinde Hamzakoyu sahillerindeki büyük bir kaya blokuna oyulmuş, birbiri içinden geçilen iki küçük hücresinin üzerindeki bir hücre imiş ki bugün bu kısım mevcut değildir. Envârü’l-âşıkin’daki, “Elhamdülillâh ki Gelibolu’da nice kez kâfir ile ceng idüp gazâlar idüp dururuz. Gâh kâfir bize geldi. Gâh biz kâfire varup dururuz” (Süleymaniye Ktp., Hasib Efendi, nr. 211, vr. 285a) sözlerinden, Ahmed Bîcan’ın veya iki kardeşin sadece şeyh ve derviş olmayıp hem nefislerine ceza, “hem de düşman ile gazâ” ettikleri anlaşılmaktadır (bk. Muhammediyye, haz. Âmil Çelebioğlu, IV, 820).

Ahmed Bîcan’ın ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Babasının Şemsiyye’sini yine aynı adla 870 (1466) tarihinde nesre çevirdiğini doğru kabul edersek en erken zikredilen tarihte veya müteakip yıllarda ölmüş olmalıdır. Bu yüzden 1455 yılını veya gösterilen başka tarihleri doğru kabul etmemek gerekir. Mezarı, eskiden Yazıcıoğlu Mezarlığı adını taşıdığı halde günümüzde aynı isimle park haline getirilmiş olan yerde, ağabeyi Yazıcıoğlu Mehmed’in kabrinin takriben 150 adım ilerisindedir. Evliya Çelebi’nin ihtiyatla naklettiği, Ahmed Bîcan’ın mezarının Sofya’da olduğu iddiası (Seyahatnâme, V, 232) veya yine E. Hakkı Ayverdi’nin Gelibolu’da, içinde iki lahit bulunan kapalı türbeyi ona ait göstermesi (Osmanlı Mimârîsi II, s. 493 vd.) yanlıştır. Ayrıca kabrin biraz aşağısında İstanbul yolu kenarında, biri 807 (1404) ve diğeri daha sonraki yıllara ait iki kitâbesi olan Yazıcıoğlu Çeşmesi bulunmaktadır. Bu çeşmenin ilk kitâbesi ve muhtemelen kurna taşı eski olup diğer kısımları yakın devirlerde inşa edilmiştir.

Eserleri. 1. Envârü’l-âşıkin*. Ahmed Bîcan’ın, bütün Türk-İslâm âleminde şöhreti günümüze kadar devam eden en mühim ve en hacimli eseridir. Ağabeyi Yazıcıoğlu Mehmed’in Megaribü’z-zamân li-gurûbi’l-eşyâ? fi’l-?ayn ve’l-?ıyân adlı Arapça eserinin Türkçe serbest bir tercümesidir. Ahmed Bîcan dünyanın vefası olmadığını, bu sebeple bir yâdigâr bırakmasını kardeşine teklif eder. Bunun üzerine o da Megaribü’z-zamân’ı kaleme alır ve Ahmed Bîcan’a Türkçe’ye çevirmesini söyler. Envârü’l-âşıkin böylece yazılmış olur. Yazıcıoğlu Mehmed, ayrıca kendi yazdığı bu eseri Muhammediyye adıyla manzum olarak Türkçe’ye de tercüme etmiştir (Envârü’l-âşıkin, Süleymaniye Ktp., Hasib Efendi, nr. 211, vr. 284b vd.). Gelibolu’da yazılan ve 850 (1446) yılında başlanıp 855 Muharreminde (Şubat 1451) tamamlanan bu eserin pek çok yazma ve matbu nüshaları vardır. 2. Acâibü’l-mahlûkat. Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî’nin (ö. 682/1283) aynı addaki kozmografya, coğrafya ve biyolojiye dair Arapça eserinin hulâsa şeklinde ve serbest bir tercümesi olup 857 (1453) yılında Gelibolu’da tamamlanmıştır. Franz Taeschner (TM, II, 271) ve İ. Hakkı Uzunçarşılı (Osmanlı Tarihi, II, 598), ?Acâ?ibü’l-ma?lûkat ve garâ?ibü’l-mevcûdât’ın Ahmed Bîcan tarafından yapılan tercümesinin Osmanlı Türkleri’nde coğrafya ile ilgili ilk eser olduğunu söylerlerse de aynı eser, daha önce Rükneddin Ahmed adında bir zat tarafından Türkçe’ye tercüme edilip Çelebi Sultan Mehmed’e takdim edilmiştir (Adıvar, s. 14). Yer yer tasavvufî ve didaktik hususiyeti de olan bu eser göklere, ay, güneş ve diğer gezegenlere, günlerin faziletlerine, ayların özelliklerine, denizlere, yedi iklime, dağlara, nehirlere, maden ve mücevherlere, bitkilere, insana, hayvanlara dair olup daha çok bunların efsanevî ve acayip yönleri üzerinde durulmuştur. 3. Dürr-i Meknûn. On sekiz bin âleme işaret olarak on sekiz babdan meydana gelen bu eserde çeşitli âyet, hadis, temsil ve hikâyelerle dünyanın yaratılışı, bazı peygamberlerin ahvali ve kıyamet alâmetleri anlatılmıştır. Tek bir eserin tercümesi olmaktan çok bir derlemeye benzemektedir. Dinî, tasavvufî, didaktik ve efsanevî mahiyetteki bu eserin birinci babı göklerdeki acayiplikler, melekler, arş, kürsî*, cennet, cehennem, ay, güneş, yıldızlar; ikinci babı yerler ve yerlerde olan acayiplikler, cehennem; üçüncü babı yeryüzü; dördüncü babı hendese ilmi ile iklimler, günler ve saatler; beşinci babı acayip dağlar; altıncı babı nehirler ve adalar; yedinci babı şehirler ve iklimleri; sekizinci babı mescidler ve manastırlar; dokuzuncu babı Süleyman peygamberin tahtı ve saltanatı; onuncu babı Belkıs’ın saltanatı ve Süleyman peygamberle görüşmesi; on birinci babı ömürlerin takdiri; on ikinci babı hışımdan helâk olan yerler; on üçüncü babı otlar ve yemişler; on dördüncü babı sûretler ve bazı yerler; on beşinci babı sîmurgu anka*; on altıncı babı cifr* remizleri; on yedinci babı eşrât-ı sâat (kıyamet alâmetleri); on sekizinci babı halkın ve beylerin ahvali, işleri ve bazı uhrevî meseleler beyanındadır. 4. Kitâbü’l-Müntehâ ale’l-Fusûs. Kısaca Müntehâ olarak tanınan bu eser, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fusûsü’l-hikem’inin Müeyyed Cendî şerhine, Yazıcıoğlu Mehmed’in Müntehâ adıyla yine Arapça olarak yazdığı şerhin Ahmed Bîcan tarafından yapılan Türkçe tercümesidir. Bazı nüshalara göre 857 (1453) veya 870 (1466) yılında Gelibolu’da tamamlanan eserde peygamber kıssalarından, dört halifeden, bazı evliya menâkıbından ve çeşitli tasavvufî konulardan bahsedilmektedir. Ahmed Bîcan eserinde yüz kişinin adını zikrettiğini, otuz peygamber, otuz velî, yirmi âlim ve yirmi akıllıdan bahsettiğini ve elli hikâye dercettiğini, Istılâhât-ı Sûfiyye’den, Tezkire-i Evliyâ?dan, muhtelif tefsirlerden, İncil, Tevrat ve Kur’ân-ı Kerîm’den istifade ettiğini belirtir. Genel mahiyette sekiz kısma ayrılabilecek eserin birinci kısmı tasavvufî olarak yaratılıştan, insan ve derecelerinden, âşık, ârif, vâkıf vb. ıstılahlarla çeşitli âlemlerden bahseden ve her birine “temhîd” adı verilen on dört bölümden meydana gelmektedir. İkinci kısım olarak alınabilecek bölüm, peygamberler fassından (fasl) teşekkül etmektedir ki asıl Fusûsü’l-hikem’den tercüme edilen kısım burasıdır. Üçüncü kısımda rü’yetullah*, vahiy sırları, Hz. Peygamber’in hicreti, Hz. Peygamber’in, Hz. Fâtıma’nın, dört halifenin, Hz. Hasan ve Hüseyin’in vefatları ve esmâ-i hüsnâ* konu edilmiştir. “Istılâhât-ı Sûfiyye” başlığını taşıyan dördüncü kısım, Kemâleddin Abdürrezzâk el-Kâşî’nin aynı adlı Arapça eserinden kısaltılarak tercüme edilmiştir. İttihad, büdelâ, cem‘, cem‘u’l-cem‘ gibi yüz yirmi dört civarında tasavvufî terimin izah ve tarifleri yapılmıştır. “Menâzilü’s-sâirîn” başlığını taşıyan beşinci kısım da Hâce Abdullah-ı Ensârî el-Herevî’nin aynı isimli Arapça eserinden tercümedir. Bu kısımda bidâyet, ebvâb, muâmelât, ahlâk, usul... gibi on menzil, her menzilin de meselâ bidâyet menzilinin yakaza, tövbe, inâbe, muhasebe, tefekkür vb. olmak üzere on babı bulunmakta, böylece yüz on terim tasavvufî mahiyette ele alınmaktadır. Altıncı kısım Hz. Peygamber’in nübüvvetine, Kur’an, mi‘rac, abdest, namaz, hicret, cuma, ezan, Kâbe, zekât, hac, ölüm... sırlarına dairdir. Yedinci kısımda Habîb-i Acemî, İbrâhim b. Edhem, Bişr el-Hâfî, Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî gibi evliyanın sözlerine yer verilmiştir. Sekizinci ve sonuncu kısım ise kıyamet alâmetlerine, cehennem ve cennete dairdir. Ebüssuûd sülâlesinden Bahâîzâde Derviş el-Hâc Abdürrahîm-i Nakşibendî, Ahmed Bîcan’ın Müntehâ’sını beğenmeyerek yine aynı tercümeyi Lübb-i Müntehâ-yı Fusûs adıyla özetleyerek Türkçe’ye aktarmıştır. 5. Şemsiyye. Melhame veya Bostânü’l-hakayık adıyla da anılan Ahmed Bîcan’ın bu eseri, babası Yazıcı Sâlih’in aynı adı taşıyan mesnevi tarzındaki manzumesinin nesre çevrilmiş şeklidir. Astroloji, astronomi ve meteoroloji ile ilgili ve yer yer orijinalindeki bazı beyitleri de ihtiva eden eser 870 (1466) yılında tamamlanmıştır. Yılın on iki ayı itibariyle on iki babda her ayın yirmi beş nişanı üzerinde durulur. Her ayın ilk ve diğer günlerinde, güneş veya ay tutulduğunda, güneş veya ay hâlelendiğinde, yeni ay, yıldız kayması, şimşek görüldüğünde, fazla yağmur, dolu, kurbağa yağdığında, zelzele vb. şeyler olduğunda, bazan “Rum iklimi”, “Acem diyarı” diye yer belirtilerek bilhassa kıtlık, bolluk, ucuzluk, pahalılık, barış, savaş, hastalık, sağlık gibi şeylerden hangilerinin meydana geleceğine işaret edilir. 6. Cevâhirnâme. Ahmed Bîcan’ın bilinen tek manzumesidir. Kırk beyit civarındaki bu mesnevide yakut, elmas, zümrüt, fîrûze, akik gibi mücevherlerin daha çok tıbbî yönden tedavi ve tesirleriyle ilgili özellikleri konu edilmiştir (eserlerinin bazı yazma nüshaları ve bunlardan basılmış olanları için bk. bibl.).

Ahmed Bîcan’ın peygamberler tarihi ile ilgili, Ravhu’l-ervâh, Ravzatü’l-ervâh veya Revvihu’l-ervâh gibi farklı okunuşlarla adı belirtilen bir eserinden de bahsedilir (TA, I, 251; Gövsa, s. 19). Ancak elde herhangi bir nüshası bulunmadığından bu husustaki kayıtların doğruluk derecesini tesbit etmek mümkün olamıyor. Belki de bu eser, Envârü’l-âşıkin veya Müntehâ’nın peygamberler bölümünün ayrıca istinsah edilmiş şeklidir. Nitekim Envârü’l-âşıkin’dan alınan “Bal Tefsiri”, Müntehâ’dan alınan “Istılâhât-ı Sûfiyye” ve “Menâzilü’s-sâirîn” gibi bölümlerin müstakil bir eser olarak yazma veya matbu nüshaları bulunmaktadır. Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye’sinin tesiriyle Diyarbekirli Ahmed Mürşid’in (ö. 1760) nasihatnâme nevinden Ahmediyye isimli mesnevisini de Ahmed Bîcan’ın eseri zannedenler olmuşsa da bu manzume ona ait değildir.

Ahmed Bîcan’ın eserleri, hemen hemen dinî, tasavvufî ve efsanevî veya mitolojik karakterdedir. Bir kısım eserlerinde kıyamet alâmetleri vb. gibi bazı konular müşterektir. Âlim ve mutasavvıf olmakla beraber teliften çok tercüme ve derleme nevinden mensur eserler yazmıştır. Ekseriya tasavvuf veya tekke edebiyatı şair ve müelliflerinde görüldüğü üzere Ahmed Bîcan da sanat gayesi gütmez. Muradı, “hakikat ve şeriat incilerini cemeylemek, dünya ve âhiret esrarına yol bulmaktır” (Müntehâ, “Sebeb-i Te’lîf”). “Âdem cihanda hayr ile anıla. Zîrâ ki bir gün gele, benden ve senden bir nişan kalmaya, illâ bu sözler bâki kala” (a.y.) diyerek gayesinin hayırla yâdedilmek olduğunu belirten Ahmed Bîcan, “Yazılan birçok âsâr Arabî ve Fârisî olmakla ancak ehline zâhirdi. Bu yüzden Türkî yazdım ki herkes faydalansın” (a.y.) ifadesiyle tutumunu belirtmiş olmaktadır. Dili, bugün de anlayabileceğimiz bir sadelikte ve akıcılıktadır. İddiası olmamakla beraber secilere rastlamak mümkündür. Cümleler çok kere kısadır. Tercümeden kaynaklanmakla birlikte asırlarca önce devrik cümlenin güzel örneklerini vermiştir. Envârü’l-âşıkin’ı yüzyıllar boyunca halk arasında sevilerek okunagelmiş olan Ahmed Bîcan, bilhassa Türk nesir tarihi açısından ihmal edilmemesi gereken bir isimdir.

Ziyaret -> Toplam : 125,37 M - Bugn : 136659

ulkucudunya@ulkucudunya.com