Ecdat ekonomiyi böyle yönetmiyordu!
İbrahim Kiras 01 Ocak 1970
Gönlümüzü okşayan, içimizi ürperten, duygularımızı kanatlandıran bir retorik var siyasetin dilinde.
İşittikçe coşuyoruz. Ama bunların bir kısmı açıkça realiteye aykırı. Bir kısmının ise konumuzla ilgisi yok. Dolgu için kullanılıyorlar. Kızılelma, Malazgirt vs..
Bu bakımdan milli tarihimiz ve milli değerlerimiz konusundaki tutumları daha düne kadar tam aksi yönde olan bazı kalem ve siyaset erbabının bugünlerde “Malazgirt… Malazgirt…” diye kendilerini helak etmeleri amaçsız değil.
Zayıf tarafımızı yakaladılar, elimizi kolumuzu kendi değerlerimizle bağlıyorlar.
Yapılan yanlışlara itiraz edecek gibi olanlar “Bu iktidar yedi düvele karşı mücadele verirken siz Amerika’nın, İsrail’in, Yunanistan’ın tarafını mı tutuyorsunuz” suçlamasına muhatap olmamak için seslerini kesiyorlar.
***
Zaten yedi düvele karşı büyük bir mücadele verdiğimiz iddiası da tamamen kurgusal. Yalnızca sağda solda hırçınlık çıkarıp buna karşı gösterilen tepkiyi iç siyaset kurgusu içinde bir yere yerleştiriyoruz.
İç siyasette sıkıntı olduğunda dış siyaset içerideki sıkıntıyı unutturabilir, dahası böyle durumlarda “bayrak altında toplanma refleksi” devreye gireceğinden dışarıdaki tablonun sıkıntılı olması kimilerinin işine bile gelir.
Ne var ki son derece tehlikeli bir kumar bu. Çünkü içeriyi yönelik bir kurgunun parçası da olsa dışarıda sergilenen hangi eylemin hangi tepkiye yol açacağını, hangi gelişmeyi tetikleyeceğini öngöremeyebilirsiniz. Kimilerinin umurunda da olmayabilir bu tabii ama ülkesinin çıkarını kendi kişisel çıkarından önde tutan kimselerin milli duygularla ele aldıkları meseleyi bir de aklın süzgecinden geçirmeleri milliyetçiliğin de gereği olmalıdır.
***
Hamasi retoriklerin milli duygularımızla bu kadar kolayca oynayabilmesinin sebepleri var tabii… Yakın tarihte yaşadığımız büyük travmayla ilgili belki bu. Üç kıtaya hükmeden devletimizden geriye bir avuç toprak kalmış olmasının yarattığı psikolojiyle. Komplo teorilerine ve içi boş retoriklere zaafımız bundan.
Batı dünyası karşısındaki entelektüel, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda uğradığımız mağlubiyeti unutturacak veya önemsizleştirecek kadar şan ve haşmet dolu olan tarihimize sarılmamız bundan. Ama “ecdadımızın” şan ve haşmet dolu o büyük başarıları nasıl elde ettiklerini düşünmeksizin… Sanki onlar da sabah akşam “vatan, millet, din, kitap” nutukları atarak yaptılar o işleri….
Tarih tasavvurumuz o kadar sağlıksız ki bugün biz ecdadımızın Süleymaniye’yi inşa etmiş olmasıyla değil, Ayasofya’yı ele geçirmiş olmasıyla övünüyoruz. Sözgelimi Osmanlı bayındırlık sisteminin, eğitim sisteminin, tarım sisteminin, yargı sisteminin kusursuz işlediği dönemlerde bu başarıların at sırtında dıgıdık dıgıdık koşarak elde edildiğini zannediyoruz.
Osmanlı askeri gücünün Şah İsmail’i aşağıladığımız, Osmanlı ekonomisinin gücünün Fransız kralına hakaret ettiğimiz mektuplar yazmaktan geldiğini düşünüyoruz. Sebep sonuç ilişkisi tanımıyoruz. Bugün de ona buna bağırıp çağırarak yeniden eskisi gibi güçlü bir cihan devleti olabileceğimize inanıyoruz.
***
İşte böyle bir ruh hali içinde, Şeyh Galib’in “Giydikleri âfitab-ı temmuz/ İçtikleri şûle-i cihansûz…” mısraındaki gibi sabah akşam oturup kalktığımız, yediğimiz içtiğimiz hamaset… Kahramanlık, yiğitlik, fetih, ümmet, ecdat vs. sözleri dilimizden düşmüyor.
Ne var ki ekonomimizin durumu ortada. Yargı sistemimizin, eğitim sistemimizin durumu ortada… Ne ürettiğimiz ortada. Ne geliştirdiğimiz ortada... Gayrisafi yurtiçi hâsılamız ortada, borçlarımız ortada, bütçemiz ortada… Paramızın dolar ve Euro karşısındaki durumu ortada…
Bu tabloyu düzeltmek için, geliştirmek için çaba harcamakla olur milliyetçilik… Ve tam da buralardaki kusurları örtmek için, dikkatleri dağıtmak için milliyetçilik enstrümanını oyuna sokanlara aldanmamakla olur.