Türkçülük ve İslamiyet, Türk-İslam Sentezi üzerine ufuk turu
Oğuz ÇETİNOĞLU 01 Ocak 1970
Prof. Dr. Abdülkadir DONUK ile Türkçülük ve İsamiyet, Türk-İslam Sentezi üzerine ufuk turu…
Oğuz Çetinoğlu: ‘Türkçü’ ve ‘Türkçülük’ sözünden ne anlamalıyız?
Prof. Dr. Abdülkadir Donuk: Ziya Gökalp; ‘Türkçülük Türk milletini yüceltmek demektir.’ Bu düsturun dışına çıkmayan kişi ‘Türkçü’dür. Bilindiği gibi, Türkçülük, Millî Mücâdele’nin başarıya ulaşmasında ve Cumhuriyetin teşkilâtlanmasında rol oynayan en önemli akımdır. Kasım 1908’de kurulan ‘Türk Derneği’ bu akımın beşiği olmuştur. Türkçüler daha sonra Ağustos 1911’de kurulan ‘Türk Yurdu Cemiyeti’nde toplanmaya başladılar. Asıl teşkilâtlanma 3 Temmuz 1911’de kurulan ‘Türk Ocağı Derneği’nde gerçekleşti.
Çetinoğlu: Türkçülük akımının gayesi hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Donuk: Türkçülük akımının gayesini genel hatları ile şu şekilde özetlemek mümkündür: ‘Osmanlı bayrağı altında bilinçsiz bir şekilde yaşayan Türkleri millî bir duygu ile bilinçlendirmek, milliyetini idrak ettirmek. Sarsılmış olan Osmanlı Saltanatı’nın dayanaklarını yeniden kuvvetlendirmek. Millî hüviyetinden ve şahsiyetinden tâviz vermeden batı medeniyeti içerisinde yerini almaktır.’ Türkçüler batılılaşma konusunda da medeniyet ve kültürü ayırarak, batıdan medeniyetin alınabileceğini, ancak kültürün millî olduğunu savunmuşlardır. Bu konuda Ziya Gökalp’in şu formülünü hatırlatalım: ‘Türk ırkındanım. İslâm ümmetindenim. Garb medeniyetindenim.’ Özetle Türkçüler şöyle diyorlardı: ‘Balkan Savaşları neticesinde gayr-i Müslimler ayrılmışlardır. Orta Doğu’da Araplar kendi organizasyonları ile meşguldürler. O hâlde devlet ancak, Türk milletini bilinçlendirip güçlendirmekle kurtarılabilir.’
Çetinoğlu: ‘Türklük’ ile ‘Türk milleti’ kavramı arasındaki farkı açıklar mısınız?
Donuk: Türklük kavramı, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bütün Türk topluluklarını kapsayan, ‘Türk olma halini’ ifade eden geniş ve zengin bir tanımdır. Türklük, Türk milletinin yalnızca Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki varlık ve değerlerini değil, dünyanın her bölgesindeki Türkleri ve ortak eserlerini içine alan umumî bir kavramdır. Türklükte anlaşılması gereken, yalnızca bugünü değil, coğrafyaları ve zamanı aşan bir derinlik ve bakış açısı ile, bu tanıma uyan maddî, mânevî, beşerî, kültürel, sosyal, ekonomik, antropolojik ve arkeolojik vb. bütün Türk varlığını, eserlerini ve geleceğini ihtiva etmektir. ‘Türklük’ kavramı ile ne anlamamız gerektiğini rahmetli hocam İbrahim Kafesoğlu’dan okuyalım: ‘Türkiye’nin de dâhil bulunduğu yaklaşık 250 milyona yakın Türk dünyasını bütün olarak ele almak, birbirinden ayrı kalmış Türk toplulukları arasındaki tarihî ve kültürel bağları, ilmî olarak tespit etmek gerekmektedir. Binlerce yıllık tarih birliği yanında günün problemleri açısından da bütün Türk âleminin bir mukadderat ortaklığının ana çizgisi üzerinde bulunduğu inkâr edilemez. Çeşitli bölgelerde dağınık hâlde yaşamalarına bakılınca, Türklerin her tarafta aynı tehlikelere mâruz kaldıkları ve selâmete ulaşmak için, Türkiye dâhil hepsinin, müşterek karakterde bir hedefe doğru ilerleme çabası içinde oldukları anlaşılır. Bundan dolayı, nefis müdafaasının zarurî kıldığı gaye birliğinin sadece bir ifadesinden ibaret ‘bütün Türklük’ mes’elesi dış Türkler için olduğu kadar, korunma ve yükselmesi uğrunda fedakârâne gayretler sarfı gerekli Türkiye’miz için de hayatî değer taşımaktadır. İçimizde aydın geçinen bazı gruplar Türkiye ile Türk dünyası arasındaki bağı koparmak istemektedirler. İddialarına göre, dışarıdaki Türklerle Cumhuriyetimizin ne politik, ne kültürel bağları kalmıştır. Onlar yüzyıllardan beri farklı bir tarihî gelişme sonucunda Türkiye Türklüğünden kopmuşlar, başka ülkelerin, başka idarecilerin fertleri olmuşlar ve bize yabancılaşmışlardır. Tâbi oldukları rejimler ve yaşama imkânları ne olursa olsun, dış Türklerle alâkalandırmamak gerekir, çünkü onlar artık bizden sayılmazlar. Bir Orta Asya Türklüğünün bir İdil-Ural Türklüğünün, bir Doğu Türkistan, bir İran, Irak, Suriye, Kıbrıs ve Balkanlar Türklüğünün varlığını, inkârı imkânsız bir tarihî hakikati, göz kırpmadan red edebilen bu fikrin müdafaacıları bir yandan sakat görüşlerini yaymaya çalışmakta, diğer taraftan da Atatürk devrinin zihinlere işlediği ‘Bütün Türklük’ şuurundan kalan son izleri de silip yok etmek için Türk tarihini ve Türkiye Türkçesini insafsızca tahrif ve tahrip etmek gayretindedirler. Kısaca Türkiye Türkleri Anadolu’da yalnız başına bırakılmış olacaktır. Bugün de her iki tarafın gönül birliği içinde yaşadığına şüphe yoktur. Dışarıdaki kardeşlerimiz yaptığımız İstiklâl Savaşı ile Türklük haysiyetini kurtaran Türkiye’ye şevk dolu gözlerle bakmaktadırlar. Kuvvetli ordusu, demokratik idaresi ve milletlerarası seçkin mevkii ile Türkiye, onlar için, hürriyet zevki ve insan olmanın emsalsiz hazzı içinde yaşayan biricik kardeş ülkedir. Demek ki dış Türkler için Türkiye bir kuvvet ise, Türkiye de dış Türkler için bir ümittir. Ümitle kuvvetin birleştiği ‘Bütün Türklük’ deyiminde Türk dünyasının mukadderat birliği en veciz ifadesini bulur. Yine hatırlatalım ki, mâlum zihniyete göre, meselâ ‘Türk Milleti’ Cumhuriyet sınırları dâhilindeki insanlardan kuruludur ve ondan ibarettir. Halk kütleleri arasında dil birliği, kültür ortaklığı olmadığı gibi, millî kültürün yayılma ve işlenmesine de lüzum yoktur. Yine onlara göre, Türkiye’de nüfus kâğıdında Türk vatandaşı yazılı herkes Türk’tür, fakat resmî sınırlarımız dışında kalan, ana dili Türkçe ve Türk kültürüne mensup milyonlarca insan Türk değil, yabancıdır!’ (İ. Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, İstanbul, 1970, s. 214-224).
Çetinoğlu: ‘Milliyetçi’ ve ‘Türk Milliyetçisi’ kavramından ne anlamak gerekir?
Donuk: Kısaca milliyetçilik Allah’ın verdiği bütün değerlere sahip çıkmaktır, korumaktır. Kişinin milletine sevgi ve saygı hisleriyle bağlanmasıdır. Allah’ın verdiği kimliği, dili ve diğer bütün değerleri muhafaza etmeye gayret etmenin adı milliyetçiliktir. Milliyetçi olmak sadece mensup olduğun milleti sevmek değil, icabında onlar için her türlü fedakârlıklara katlanmak demektir. Türk milliyetçiliği ise, mensup olduğu Türk milletine bağlılıktır, sadakattir, milletini sevmek ve saymaktır. Türk milliyetçisi Türk dilini koruyan, Türk seciye ve ahlâkını yükselten, Türk düşüncesinin ilmî, fikrî, edebî, felsefî ve teknik sahalarda imkânlarını zenginleştiren, İslâmiyet’i muhterem tutan, dünya Türklüğünün istiklâl, hürriyet, refah ve saadeti için çalışan insandır. Çetinoğlu: Türk milliyetçiliğinin asıl dayanağı sizce nedir? Donuk: Her insan mensup olduğu milletin tarihini, kültürünü ve medeniyet hamlesi olarak ortaya koyduğu yenilikleri bilmek mecburiyetindedir. Kültürün târifi içerisinde yer alan ve milleti millet yapan değerler Türk milliyetçiliğinin hem asıl dayanağı hem de yaşatmak, ayakta tutmak ülküsü olmuştur. Nedir bunlar derseniz, başta dil, din, tarih, edebiyat, musiki, örf ve âdet, töre, ahlâk, vatan sevgisi, hâkim olma duygusu vb. gelir.
Çetinoğlu: ‘Irk’ ve ‘ırkçılık’ kavramlarını yorumlar mısınız?
Donuk: Adına ister ırk, ister kavim, ister millet denilsin, Allah’ın insanoğlunu bu şekilde yarattığı kesindir. ‘Irkçılık’ nazariyesi ise Avrupa’da ilk defa Fransız Comte de Gobineau tarafından ortaya atılmıştır. Buna göre Cermenler ve Cermenlerden Teuton kavmi doğuştan yüksek vasıfta ve diğer soylara nazaran üstün kabiliyette olup, dünyayı idare etmek hakkına sahip telakki edilmekte idi. Hatta bu iddiaya göre, Türk soyu aşağı seviyede idi. 1940’lı yıllarda Hitler’in de ‘üstün ırk’ teorisi hatırlanmalıdır. Allah’a şükür ki, Türk milleti olarak bugüne kadar ırkçı bir düşünce içinde olmadık. Biz Türk kültürü ile yetişmiş, Türkçe konuşan ve kendini Türk hisseden herkesi Türk kabul etmekteyiz.
Çetinoğlu: Türk milliyetçiliği ile Arapçada ‘kavmiyetçilik-asabiyet’ olarak ifade edilen ırkçılık arasında bir bağ söz konusu mudur? Vurgu sağlamak maksadıyla soruyorum.
Donuk: Şu ana kadar verdiğim cevaplar dikkatlice okunursa, ikisi arasında herhangi bir bağın söz konusu olmadığı anlaşılacaktır. Çetinoğlu: Türkçülük ve İslamiyet ilişkisini yorumlar mısınız? Donuk: Bu konuda geçmişe baktığımızda şu gerçeği görürüz: Türk milleti dindar olmakla, yani dinî akidelere ve İslam’ın iman ve amel prensiplerine bağlı kalmakla beraber, tarih boyunca yaşanan hayatı yalnız din açısından değerlendirecek bir gayretin temsilcisi olmamıştır. Vicdan hürriyeti Türk tarihinin ana karakteri halindedir. Türkler en geniş dini toleransa sahip milletlerin başında gelir. Sultan Tuğrul Bey’in kabul ettiği laiklik, hiç olmazsa tatbikat şeklinde, Türk devletlerinde daima mevcut olmuştur. Bugüne kadar hiçbir Türk devleti dinî vasıf taşımamıştır. Peygamberler veya veliler tarafından idare edilen Türk devleti yoktur. İslamî Türk devletlerinde bile din, aynı zamanda dünya işlerine hükmeden bir unsur olarak görülmemiş ve Türk hükümdarları, şeriat yanında, dünyevî kanunlar da yapmışlardır. Sultan Melikşah’ın, Uzun Hasan’ın, Fatih’in, Kanunî’nin kanunları hatırlanmalıdır. Şeriatçı olmayan Türk milliyetçisi yurdumuzda millî birliği temelinden sarsabilecek mahiyetteki Alevilik-Sünnilik gibi mezhep mücadelesine de kesin suretle karşıdır. (bk. İ. Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, s. 274; Aynı müell. Türk Milli Kültürü, s.256)
Çetinoğlu: Bazı çevrelerde ‘Batı tipi milliyetçilik’ten söz ediliyor. Bu kavramın sizde çağrıştırdıkları nelerdir? Türk milliyetçiliği ile Batı tipi milliyetçilik arasında bir bağ veya benzerlik bulunabilir mi?
Donuk: Bu hususta da bir benzerlikten söz etmek mümkün değildir. Batıda milliyetçilik duyguları 18. asırda ortaya çıkmıştır. Bu fikirlerin yayılmasında Almanya, İtalya ve Fransa’da vuku bulan hareketlerin rol oynadığı kabul edilir ve bize de oradan geldiği söylenir. Milliyetçilikte Avrupa görüşünün batı dünyası bakımından doğruluğu belki mümkündür. Fakat Türk Tarihi yönünden isabetli olmadığı açıktır. Çünkü Türklerde milliyetçiliğin bundan 2100 yıl öncesine ait izleri bizzat Avrupalı bilginler tarafından tespit edilmiştir. Tanınmış Alman Sinolog Fr. Hirth eski Çin yıllıklarında araştırmalar yaparken Asya Hun hükümdarlarında Çi-çi’nin halka yaptığı konuşmaları tespit etmiş ve hayretle görmüştür ki, bu ünlü Türk başbuğunun devlet anlayışı doğrudan doğruya millî duygulara dayanmaktadır. Çi-çi’nin atalarından kalan yadigârlar arasında, geniş ülkelerle birlikte, hürriyet ve istiklalin de bulunduğunu ve bu en kıymetli emanetlere ehemmiyet verilmemesinin millî ihanet sayılacağını açıklayan sözlerini, ‘dünya edebiyatında milliyet fikirlerinin ilk dile gelişi’ diye yorumlayan Fr. Hirth şu neticeye varmıştır; ‘Tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet adamı Çi-çi’dir.’ (bk. İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 234, 281 n. 378) Demek ki, her milletin kendine göre bir milliyetçilik anlayışı vardır.
Çetinoğlu: Türk milliyetçilerinin din ile kavgalı olduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Donuk: Her millette olduğu gibi, Türk milleti içerisinde de dinî duyguları zayıf insanlar olabilir. Bu inanış ve düşünce tamamen onları bağlar. O, kul ile Allah arasında olan bağlantıdır, hesabını kendisi verecektir. Her Türk milliyetçisi inançlı olmak ve mensup olduğu İslâmiyet’i daima muhterem tutmak mevkiindedir. İslâm mübarek ve mukaddes dinimizdir. Din-i mübindir, yani Allah’ın iyiyi kötüyü, hayrı ve şerri ayırt eden apaçık ilahî hükümler manzumesidir. Vicdanlarımızdaki ilahî ışıktır. Türklük şuuru, İslâm ahlak ve faziletini şiar edinerek Allah’ın emirleri doğrultusunda yaşamaya gayret eden insanlarız.
Çetinoğlu: ‘Türk İslam Sentezi’ kavramını yorumlar mısınız?
Donuk: Türk-İslâm sentezi kavramı bana göre uygun değildir. İslâm’ın senteze ihtiyacı yoktur. Her kişi ve her kavim Allah’ın gönderdiği en son hak dini İslâm’a uymak mecburiyetindedir. Bu konuyu Aydınlar Ocağı kurucularından ve daha sonra başkanlığını yapmış olan Prof. Dr. Süleyman Yalçın hoca çok iyi açıklamış idi. Hoca diyor ki: ‘1970’li yıllara doğru ülke gündemini tespit edecek ve devletimizin bekası için fikirler ileri sürecek bir derneğe veya vakfa veya bir Ocak’a ihtiyacımız olduğunu düşünerek, ülkemizin gerçek aydınları olarak bir araya gelme ihtiyacını hissettik. Bunun içindir ki, arkadaşlarımız arasında Türkçülük ve İslâmcılık yönleri ağır basanlar bir araya gelmek suretiyle Aydınlar Ocağı çatısı altında toplandık. Özetle sentez şahısların bir araya gelmesi ile meydana geldi. Hadise bundan ibarettir.’ Görülüyor ki, olay sadece şahısların bir çatı altında toplanmasıyla teşekkül etmiştir. Gaye, Türk ile İslâm’ı birbirine karıştırarak sentez adı altında İslâm’ı bir ucube haline getirmek değildir. Ancak ülkemizde hem Türk’ten hem İslâm’dan rahatsız olan soysuz ve imansız insanlar bulunmaktadır. Bunlar devamlı olarak Türk’e ve İslâm’a ağır sözler söylerler. Bunlara karşı hem mensup olduğumuz ve iftihar ettiğimiz Türk ve Türklüğün haklarını savunmak hem yüce İslâm dinine yapılan hücumları bertaraf etmek ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Allah’ın bizlere bahşettiği kavmimize ve inancımıza sahip çıkmak, söz söyletmemek vazifemiz değil mi? Bunları yerine getiremiyor isek, mevcudiyetimizin ne anlamı var? İslâm’ı karanlıklar âlemi ve gericilikle itham edenler, Kur’ân’ı açıp okumuş olsa idiler, ne kadar gaflet içerisinde olduklarını anlamış olurlardı. Bu tip insanlar sadece El- Enfâl sûresi 60. âyeti öğrenmiş olsalardı, emin olunuz, hemen imana gelirlerdi: ‘Düşmanın silahından daha üstün bir silahla mücadele ediniz.’ İşte, Türk ve İslâm konusunda bir araya gelen insanların yaptıkları mücadelenin özeti. Bu arada kendini Türk kabul edenlerin yüce İslâm dinine toz kondurmadıkları halde, İslâmî kesimde aynı titizliği müşahede edemiyoruz. Şöyle ki;
a- Diyorlar ki, ‘İslâmiyet milliyetçiliği reddeder.’ Bilindiği gibi, İslâm milliyetçiliği ve ırk kavramını değil, ‘ırkçılığı’ reddeder.
b- Diyorlar ki, ‘Milliyetçilik ilerlemeyi engellermiş.’ Ne kadar sakat bir düşünce. Batılı milletler, millî duygularından dolayı mı geri kaldılar?
c- Diyorlar ki, ‘Mensup olduğunuz soy ve sopunuz ile övünemezsiniz.’ Ne hakla soyumla övünmemi yasaklıyorsunuz? Türk’e olan düşmanlığınızın sebebi nedir? Mesela bir Türk ile bir Rus güreş yapıyorlar, Türk’ün Rus’u tuş ile yenmesi neticesinde övünmek, gurur duymak hakkımız değil mi?
d- Birileri de ortaya çıkıyor ve diyor ki; ‘Çocuklarınıza Türk adını veremezsiniz, çünkü onlar kâfirdi.’ Yani şu Türk isimlerini veremezsiniz demek istiyor: Bilge, Oğuz, Kültegin, Mete, Çağrı, İlteriş, Alp, Alp Bilge, Ayhan, Orhan, Yıldız, İlhan, Aydın, Alptekin, Aybike, Aycan, Alpay, Oktay, Alparslan, Turan, Doğan, Turgut, Korkud, Sencer, Selçuk, Terken vb… İslâmiyet öncesi Türklerin kâfir olmayıp, aksine Tanrı’ya inandıklarını gösteren yüzlerce belgeye sahip bulunmaktayız.
Prof. Dr. Abdülkadir DONUK