Türk-İslam sentezi nedir, ne değildir? -2-
Prof. Dr. Yümni Sezen 01 Ocak 1970
İslam hem Arap'a hem Türk'e hem İranlıya hitap edebilecek, onların kültürlerine yerleşecek, ama kendisi kalacaktır, hem de o kültürde geleneksel hale gelecek ve fakat vahiy ve tebliğ kimliğine bir zarar gelmeyecektir. Bu nasıl olabilecek veya nasıl olmuştur? Mesele budur. Bunun dini-sosyal-bilimsel analizi ayrı bir uzmanlık alanıdır ki burada buna girecek değiliz. Ancak şunu ifade etmeliyiz ki, tek tek insanların Müslüman veya Hristiyan olmasının ötesinde, kültürlerin İslamlaşması veya Hristiyanlaşması vs söz konusudur. Onun için Arap, Türk, Fars örneklerini verirken, İngiliz veya Fransız demedik. Onlar başka bir din ile bütünleşmişlerdir. Yani kültürlerinin Müslümanlaşmasından sonra İslam örneğine katılabilirler. Yoksa binlerce İngiliz'in veya İtalyan'ın Müslüman olması, kültür-din ilişkisi için bir şey ifade etmez. Kültür Müslümanlaşmadıkça, şahısların Müslüman olması, iki kültür arasında kalıp hayatını devam ettirmesi gibidir. Kültürlerin Müslümanlaşması veya Hristiyanlaşması (vs.) asırlar içinde oluşur.
***
Bir kültürün Müslümanlaşması, doğru bir yol takip edilmişse, kendi kimliğini terk etmesi değil, yeni bir anlam ve yeni bir tarz kazanması demektir. Dil ve diğer kültürel değerler devam eder ama yüklendiği anlamlar ve gayeler değişir. Mesela İslamiyet Türk diline ne yapmıştır? Türkçe devam etmiş, ama artık Dede Korkut'un, Kaşgarlı Mahmud'un daha sonra Yunus Emre'nin, Mehmet Akif'in dili haline gelmiştir. Tıpkı İslamiyet'ten önce puta şiir yazan Arap şairinin, daha sonra İslamiyet'e şiir yazması gibi. Ama aynı Arapça ile. Değişim, kelimelerde ve harflerde gözle görülmez ama hissedilir. Halk şiir ve musikisinde de değişim kendiliğinden oluşur. ''Ben müftüye danıştım, sen benim olacaksın'', ''Uyan uyan sabah oldu, namazını kıl Fadime'm'', ''Mevlam sabırlar versin'' gibi. Bunlar bir başka Müslüman toplumda, mesela Endonezya Müslümanlarında aynısıyla bulunmaz. Ama orada da bir başka terkip, bir başka model meydana gelmiştir. Ancak oradaki de buradaki de Müslümandır.
***
Bir milletin kültürü, İslamiyet ile bir problem teşkil etmeden yeni bir tarza kavuştuğu gibi, millet olma, hatta Milliyetçilik de bir problem teşkil etmez. Yeter ki saptırılmasın ve aşırı uçlara taşınmasın. Din ve milliyet, dindarlık ve milliyetçilik birlikte olduklarında, hayata ve topluma anlam katarlar. Yoksa birbirinin yerine geçmez, özdeşleşmezler. Ancak yan yana ve birbiri ile ilgisiz gibi de durmazlar. Birliktelikte ikisi de aşırılığı kabul etmez. Dinde aşırılık, nasıl bizzat dine aykırı ise ve dine zarar verirse, milliyetçilikte de aşırılık, milliyetçiliğe aykırıdır ve ona zarar verir. Bu aşırılıklarda gerçek ahenk sağlanamaz. Uyum yorumuna karşı çıkanların bir kısmı, birinde veya diğerinde aşırılığa kaçanlardır. Türk'e yanaştırılması istenmeyen, aslında İslam değil, İslamizm (İslamcılık) anlayışı olabilir. Yahut ırkçılar karşı çıkabilirler. Bu ideolojidekilere dikkat edilmelidir.
Türk-İslam birlikteliğine karşı çıkanlar (sentez kelimesini doğru bulmayıp meselenin özüne karşı çıkmayanlar hariç), yahut alerji duyanlar kimlerdir?
1-Türk'e ve Türklüğe karşı olanlar.
2-İslam'a karşı olanlar.
3-İkisine birden karşı olanlar.
4-Bu kanaatleri taşımadığı halde bu konunun cahili olanlar, terkibi kavrayamayanlar. Bu insanlar sadece itiraz etmekte, ama hiçbir yorum getirmemektedirler.
Konunun uzağında olup da farklı bir niyet taşımadan birliktelik yorumuna karşı çıkanlar, şu soruların cevaplarını verebilmelidirler:
1-Çanakkale ve İstiklal Savaşları, Türklük için mi, Müslümanlık için mi yapıldı?
2-Bu savaşlarda şehit olanlara sorulabilse, hangisi için öldünüz, ne cevap verirlerdi?
3-Çanakkale ve İstiklal Savaşları'nda bizi imha etmek isteyenlere sorulsa, Türklüğe mi İslam'a mı hücum ettiniz, ne cevap verirlerdi?
Mustafa Kemal, 1922'de şöyle diyordu: ''Türk ve İslam Türkiye Devleti, iki saadetin tecelli ve tezahürüne kaynak olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır.'' (Atatürk, Nutuk III, Vesikalar, s.1251)
Din gibi insana hitap eden, hayattan ve gerçeklerden kopuk olmayan milliyetçilik, saygı bütünlüğünü korumak için dine dayanmak zorundadır. Bu saygı mevcut dinden alınmak istenmiyorsa, yine tarihi ve manevi başka bir şeye sarılmak zorunda kalınır ki bu, gerçek hayattan kopmak demektir. Ziya Gökalp'e göre millet, harsları (kültürleri) ve dinleri bir olanlardır. Buna bugün siyasi ve hukuki anlamda bir vatandaşlık ilave etmiş olmak, aynı devlete tabi olmanın gereğidir ve fakat meselenin niteliğini bozmak değil sadece çerçeveyi genişletmektir.
Teorik olarak yapılan din ve milliyetçilik ayrımları, hayatın pratiğinde geçerli olmamış, ikisinden sadece birini esas alarak yapılan telkinler sorunlar yaratmıştır. ''Türk-İslam sentezi Türklük için bir tuzaktır'' lafları, eğer kasıtlı değilse, konunun çok uzağında olmayı göstermekten başka bir şey değildir. Tarihi ve sosyal gerçekler ya bilinmemekte, ya göz ardı edilmektedir. Osman Turan'ın dediği gibi, ırken Türk olmayan Müslümanların neden Türkiye'ye göç etmek istedikleri ve göç ettikleri, onları vatanlarından söken ve bize bağlayan kuvvetin manası düşünülmelidir. Yine Mümtaz Turhan'ın dediği gibi, bir Pomağı, bir Arnavut'u, bir Boşnak'ı, bir Çerkez ve Gürcü'yü anavatanlarından koparıp Türkiye'ye sürükleyen, önceden gelmiş olanları da bizimle beraber yaşamaya sevk eden kuvvetin din olduğu unutulmamalıdır. Ancak neden başka bir İslam ülkesine değil de, Türkiye'ye? Kendilerini hem Türk hem Müslüman sayan bu insanlar, bizim Türklük ve Müslümanlığı birlikte kendimizde barındırdığımızı bildikleri için bizi tercih etmişlerdir.