Türk-İslam sentezi nedir, ne değildir? -1-
Prof. Dr. Yümni Sezen 01 Ocak 1970
Türkiye'nin başında bunca bela varken, ideolojik ve kültürel dertlerimiz bile neredeyse unutulup her şey siyasete endekslenmişken, problemler her gün artarak devam edip dururken, şimdi bu konu nereden çıktı, denilecektir. Evvela biz bunu çıkarmadık.
Birileri zaman zaman hiç yeri değilken sataşıp duruyor. Ayrıca meseleler iç içedir ve birbirinin sebebidirler. Belki de bu mesele bilinçli hale gelmediği için, aydın dediklerimiz, problemleri artırmaktadırlar.
30-40 yıl önce Türk-İslam sentezi konusu gündemdeydi. Sonra İslamcılar hızla siyasette ve iktidarda söz sahibi olmaya doğru gidince, sentez meselesi gündemden düşmeye başladı. Çünkü sentezin bir tarafı önemini, hatta varlığını yitiriyordu. Sadece senteze değil, Türklüğe de karşı çıkılıyordu. Siyaset tıkanmaya, olaylar millî olanın aleyhinde gelişmeye yüz tutunca, İslamcılar Milliyetçiliğe göz kırpmaya başladılar. Gerçeği mi görüp ıslah-ı nefs ettiler, samimi mi değiller, elbette niyetleri bilemeyiz. Bakıp göreceğiz.
Şimdi, alerji duyulan şu Türk-İslam sentezinin aslına bakmaya çalışalım.
Sosyoloji, Max Scheler'in ağzından şöyle der: ''Tek bir Hristiyan, Hristiyan değildir.'' Bu sözün salt dini değil, sosyolojik bir anlamı vardır. Bu demektir ki din bir müessesedir ve dinin mensubu, bu müessesenin de mensubudur. Bu da ister istemez işin içinde kültür vardır demek olur.
Bir toplumda, isterlerse insanlar tek tek Müslüman olacak, fakat bu durum toplumu etkilemeyecek, toplum bunlardan haberdar olmayacak veya bunlarla ilgilenmeyecek, böyle bir şey düşünülebilir mi? Din, Allah ile kul arasındadır derken, burada iman kastedilmektedir. İman dinin temelidir ama tek başına din demek değildir. Dıştan bir başkası tarafından görülmeyen ve bilinmeyen, ancak ifade edilirse açığa vurulup paylaşılan veya paylaşılmayan imanın, Allah ile kul arasında olması, bir temel hareket noktasıdır. Kaldı ki bu da ona çevreden verilmiş ve fakat içselleştirilmiştir. Açığa vurulan imanın tezahürleri, çok kişiye ait olunca, dikey boyutluluğu aşıp yatay boyuta geçmiş olur. Bu tezahürler artık o toplumun malı, yani ''din'' olmuş olur. Böylece din, Allah-İnsan-Toplum arasında bir meseledir. Bu izahımız evrensel bir din içindir. ''Kültür dinleri'' sırf kültür olarak devam ederler ve onlar kültürün bir çeşididirler. Totemizm, Animizm vb.
Evrensel din, davranış ve hareketler haline geldiği için, Allah-Âlem-İnsan ile ilgili zihnî ve fikrî açılımına toplum da katılmıştır. Zaten toplum insan ve âlemin bir parçasıdır. Karıştırılan şey şudur: Siyasi ve idari otorite ile din arasındaki ilişki. Bu ilişki de bir gerçektir, ama diğer bir gerçek olan din-toplum, din-kültür arasındaki ilişkiyle karıştırılmakta, bir uyum sağlanamamaktadır. ''Din devleti'' veya ''Devlet dini'' meselelerine haklı bir alerji, öbür taraftan bizi gerçek dışı ve bilim dışı yerlere taşıyabilmektedir.
***
Bu genel bilgilerden ve kanaatlerden sonra, Türk-İslam sentezi meselesine yaklaşalım. Sentez kelimesinin, meseleyi doğru yansıtmadığı, isabetsiz olduğu, 1970'li yıllarda anlatıldı. Ayrıntılara girmeden çok öz olarak tekrarlayalım. Sentez, ya kimyasal anlamda, ya da Hegel'in zirveye taşıdığı felsefi anlamda kullanılmıştır. Hidrojen ile oksijenin sentezi suyu oluşturur. Artık su ne hidrojendir, ne oksijendir, başka bir maddedir. Felsefede de tez, antitez ile bir senteze girer ve yeni bir fikir oluşumu ortaya çıkar. Oysa mesela Türklük ve İslamiyet senteze girip, ne Türk ne İslam olmayan yeni bir fikir, inanç ve hayat tarzı ortaya çıkmaz. Yani ikisinden ayrı bir başkalaşım çıkması söz konusu değildir. Hem Türk hem Müslüman olmak, adeta ödünç alınmış bir kavramla, sentez kavramıyla ifade edilmeye çalışılmıştır. Ama kastedilen, meselenin niteliği ve hayatın oluşturduğu gerçektir. Amaç açıktır ve zaten oluşmuş olan bir hayat tarzının izahını, belki ideolojisini yapmaktan ibarettir. Siz isteseniz de istemeseniz de, anlasanız da anlamasanız da hayat bu gerçeği yaşıyor ve sürdürüyor. Düşünceye ve bilimsel alana aktarılmasında, aşırılıkların, yanlış noktaların, sapmaların, amaçtan uzak alışkanlıkların olup olmadığını değerlendirmek isteği olabilir. Ayrıca bu konu, Türk ve İslam'a has değil, genelde din-kavim ve kültür birlikteliğinin bir konusudur. Çinli Budist de var, Hintli veya Japon Budist de. İngiliz de Hristiyan, Alman veya İtalyan da. Budist Tibetli, Budist Uygur, Hristiyan Amerikalı, Hristiyan Fransız, hiçbiri garip değil de, Müslüman Türk neden problem olsun? Problem hayatta değil, aydının kafasında görülüyor. Siz buna sentez demeyin de, Türk-İslam birlikteliği, Türk-İslam terkibi deyin. Yahut birini sıfat diğerini isim olarak kullanın. Müslüman Türk, Müslüman Arap gibi. Belirli bir oluşumu anlatmış olursunuz. Hristiyan İngiliz, Budist Japon vs. de böyledir. Budist Arap demiyor isek, böyle bir din-kavim birlikteliğinin gerçek hayatta karşılığının olmadığındandır. 3-5 Arabın Budist olması ise kültürü ilgilendirmiyor ve kimse bunun farkında değildir.
***
Mesele evrensel bir din olan (bütün insanlara hitap eden) bir din ile millî kültürlerin teker teker uyuşabilmesidir. Bilindiği gibi tek tip kültür yoktur. Ancak onların müşterek özlerinde ve hayat gayelerinde müştereklik vardır. Her kültürdeki insanın konuşması, yiyip içmesi, yemeği pişirmesi veya çiğ yemesi, hastalarını tedavi etmesi, vasıtalar kullanması, giyinip kuşanması gibi yüzlerce hayat tarzı ve düşünce biçimleri, çeşitlilik içindeki müşterekliklerdir. Hiç bir şey yoktur ki insanlar arasında müşterek olmasın. Ama bu eksik bir tespittir. Şöyle tamamlanır: İnsanlar arasında hiçbir şey yoktur ki farklı ifade edilmesin. Din de, hayata geçince bu kurala uyar. Dünyadaki kültürlerin toplamından tek bir kültür oluşmadığı gibi, kapalı dinlerin toplamından da evrensel bir din oluşmaz. O halde biz, kültür ile evrensel veya açık din dediğimiz din arasındaki ilgi ve ilişkiye bir yorum getirmek durumundayız.