Katip Çelebi 1608 - 1658
01 Ocak 1970
Coğrafyacı, tarihçi, bibliyograf. Asıl adı Mustafa’dır. Hacı Halife, Hacı Kalfa adıyla da tanındı. Babasının adı Abdullah’tır. Beş yaşındayken babasının özel olarak tuttuğu İsa Halife el-Kırımî’den ilk dini bilgileri alarak Kuran’ı kısmen ezberledi. Daha sonra da dilbilgisi ve hattatlık dersleri aldı. Kısa bir süre divan Kâtipliği (1623) yapıp, Enderun’dan yetişme bir silahtar olan babası ile Tercan (1624 ) ve Bağdat (1625-26) seferlerine katıldı. Her iki savaşta da savaşın tüm safhalarına ve sıkıntılarına, ordunun Bağdat’ı alamadan geri dönüşü sırasındaki kıtlık ve karışıklıklara tanık oldu. Dönüş yolculuğunda babasının ölümü üzerine bir süre Diyarbakır ve Erzurum’da kalarak döndüğü İstanbul’da kendini yetiştirmeye koyuldu (1628-29). Tanınmış bilginlerden ders alarak bilgilerini genişletti. Bu arada babasının arkadaşları tarafından Süvari Mukabelesi Kalemine tayin edildi. Daha sonra katıldığı Bağdat (1630) ve Hemedan (1638) seferlerinde ordu defterlerini tuttu.
Bu zaferler sırasında uğradıkları ve zapt ettikleri Gülanber Kalesi, Hasanabad, Hemedan, Bîsütun gibi şehir ve menziller hakkındaki gözlemlerini Cihannüma ve Fezleke adlı eserlerinde anlattı. Ordunun Halep’e çekilmesiyle hacca gitti. Ardından Diyarbakır’daki orduya katıldı. Burada bazı âlimlerle ilmî sohbet ve tartışmalar yaptı. 1635’te IV. Murad’ın Revan Seferine katıldı. Bu sefere ait gözlemlerini de Fezleke’ye aktaran Kâtip Çelebi, on yıl kadar sürmüş olan ordu hizmetinden ayrılarak ilmî araştırmalarına başladı. Yazar bu durumunu Hz. Muhammed’in bir hadisine telmihte bulunarak, “Büyük cihaddan küçük cihada dönmek” şeklinde ifade etmiştir. Bu arada kendisine kalan mirasla çok sayıda kitap alma imkânına kavuştu. Daha çok tarih, tabakat ve vefayat türü eserler okudu.
Ertesi yıl bu kez zengin bir akrabasının ölümü üzerine payına düşen büyük mirasın 300.000 akçesini yine kitaplara yatırdı. Geri kalanla da evini tamir ettirerek evlendi. Yine medrese derslerine uzun süre devam ederek bilgilerini arttırdı ve bu arada bazı talebelere de ders verdi. Girit seferi sebebiyle harita yapımıyla da ilgilenen Kâtip Çelebi, terfi meselesiyle ilgili bir tartışma sonucu memuriyetten ayrıldı; kendini eserlerine ve ilme verdi. Bir hastalığı sırasında tedavi yolu aramak maksadıyla tıp kitapları okuma fırsatı da buldu. Bu arada duaların şifalı tesirinden faydalanmak için esma kitaplarını da inceledi. Bütün bu çalışmaları ve eserleri sebebiyle devrinde tanınmaya başlayan yazarın, Takvimü’t-Tevarih Tarihlerin takvimi, kronolojik tarih) adlı eserinin tamamlanması üzerine zamanın şeyhülislamı Abdurrahim Efendi tarafından eski mesleğine, hakkı olan kıdemle geri dönmesi sağlandı. Yazar bu tarihten sonra ölümüne kadar verimli çalışmalarda bulundu. Eserlerinin önemli kısmını bu dönemde ortaya koydu. Sonradan Müslüman olan Fransız asıllı Mehmed İhlasî’nin yardımıyla bazı eserleri Latinceden Türkçeye çeviren yazar, erken denecek yaşta, 49 yaşında iken vefat etti. Mezarı İstanbul’un Zeyrek semtinde, Zeyrek Camii civarındadır.
Ölümünden sonra müsveddelerinin çoğunu satın alan İzzetî Mehmed Efendi’nin tanımlamasına göre, az konuşan, ağırbaşlı, alçakgönüllü, çalışkan, vakur, hicivden pek hoşlanmayan bir karaktere sahip olan Kâtip Çelebi’nin çiçek yetiştirmeye büyük merakı vardı. İçki, sigara gibi kötü alışkanlıkları olmayan yazar, daima doğru ve faydalı olanı arayan bir kimse olarak tanındı. Dinî hassasiyeti yüksekti. Boş inançlara karşı olduğu, taassubun her türlüsüne karşı çıktığı ve bunları önlemeye çalıştığı da bilinmektedir. Yeni fikirler peşinde olan bir âlim olmaktan çok, yaşadığı dönemin Osmanlı devlet ve toplum düzenini bozan meselelere çözüm getirmeye uğraştı. Bu yönüyle yazarın, yaşadığı döneme şahitlik yaptığı da söylenebilir. Kâtip Çelebi, din ile hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın ancak ilimle mümkün olabileceğini düşünmüş; sosyal hayatın birliğini sağlamada toplumsal birliğin dayanağı olarak ilimde birlik fikrini görmüştür.
Kâtip Çelebi’nin çeşitli yönlerden İbn Haldun’un takipçisi olduğu da söylenmektedir. Keşfü’z- Zünun’un mukaddimesinde ve Düstûrü’l-Amel adlı eserlerinde onun görüşlerinden faydalandığı bilinir. Osmanlı Devleti’nde Batı kaynaklarına başvuran ender yazarlardan olan Kâtip Çelebi, çeviriler yapan ve faydalandığı eserleri eleştirmekten geri durmayan bir şahsiyettir. Onun, edebiyat ve üslûptan çok anlamı ön planda tutan, sözü uzatmaktan kaçınan bir yazar olduğu söylenir. Eserlerinde seci (nesirde kâfiye) pek az yer alırken yer yer cinas ve teşbihlere rastlanmaktadır. Oldukça sade ve yalın bir dil kullanmış olduğu halde, bazen bu yalınlığın cümlenin yapısını bozma derecesine vararak anlamayı güçleştirdiği söylenmektedir.
XVII. yüzyılın ilim ve kültür hayatında çok büyük önemi olan yazar, Batı dünyasında da büyük bir takdir kazandı. Bu yüzden onun eserlerinden bir kısmı çeşitli Batı dillerine çevrildi. Arapça ve Farsça ile birlikte, Batı kaynaklarından faydalanmak için Fransızca ve Latince de öğrenmiş olan Kâtip Çelebi, kültür tarihimize tarih, coğrafya, bibliyografya ve sosyoloji alanlarında oldukça değerli eserler kazandırdı. Yirminin üzerinde eser yazmış olan Kâtip Çelebi’nin bu eserlerinden pek azı tercümedir. Telif eserlerinin büyük çoğunluğu Türkçe, bir kısmı da Arapçadır.
Coğrafya alanında İslam coğrafyacılarının Batılılardan ve Yunanlılardan ilerde olduğunu belirterek bu eksikliği gidermek amacıyla Cihannüma adlı eserini ortaya koydu. Modern Türk coğrafyacılığının başlangıcı sayılan bu eser, pek çok coğrafya eserinin inceleme ve karşılaştırmasından çıkan bilgilerle yazar tarafından derlenen bilgilerden meydana gelmiştir. Fezleketü’t-Tevarih adlı eseri evrenin yaradılışından 1592 yılına kadar gelen umumi bir tarih kitabıdır. Hz. Âdem’den başlayıp 1648’e kadar gelen olayları sıralayan müellifin Arapça Fezleke’sinin bir tür kronoloji cetvelidir. Bibliyografya alanında yazılmış olan ve 14.500 eser hakkında bilgi veren Keşfü’z-Zünûn, en tanınmış eseri olup Batı’da İslâm araştırmaları yapan pek çok kişinin başvurduğu bibliyografik bir kaynaktır. Alfabetik bir düzenle sıralanmış olan bu eser yirmi yılda tamamlanmıştı. Bir İslâm ansiklopedisi fikrinin doğmasında önemli etkisi olduğu düşünülen bu kitap Arapça yazılmıştır. Tuhfetü’l-Kibar, Osmanlı Devletinin deniz gücünü anlatan bir eser olup 1645’te başlayan Girit seferi sebebiyle kaleme alınmıştır. Girit seferinde ortaya çıkan başarısızlıklarla kaybolmaya başlayan moral gücünü takviye etme amacını taşır. Mizânü’l-Hak adlı eser ise İslâm dünyasında sık sık tartışılmış olan bazı dinî ve toplumsal meselelerin tartışılmasına son verme maksadıyla yazılmıştır. Son bölümünde kendi hayatı hakkında bilgi veren yazarın, son eseridir.