« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Eyl

2020

Yavuz Sultân Selîm

Ahmet Tanyıldız 01 Ocak 1970

Osmanlı Devleti’nin sekizinci padişahı Yavuz Sultân Selîm, 871-72/1467 yılında babası II. Bâyezîd’in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da doğmuştur. Doğum tarihini 872-73/1468 ve 874-75/1470 gösteren kaynaklar da vardır (Sakaoğlu 1999: 509). Annesi Dulkadiroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’in kızı Ayşe Hatun’dur. On yaşlarında iken dedesi Fâtih Sultân Mehmed tarafından İstanbul’a çağrılmış, diğer şehzadelerle birlikte onun da sünnet merasimi tertip edilmiştir. Küçük yaştan itibaren iyi bir tahsil gördüğü ve özel hocalardan ders gördüğü belirtilmektedir. 893-916/1487-1510 yılları arasında Trabzon sancak beyliği yapmıştır. Sancak beyliği döneminde Gürcü krallığına ve özellikle Safevî şahlığına karşı faaliyetleri ile dikkat çekmiştir. Yavuz Selîm’in ismi Osmanlı belgelerinde Selîm Şâh olarak geçmektedir. Ancak daha kendi döneminde sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle “Yavuz” lakabıyla tanınmıştır (Emecen 2009: 407). Yavuz Selîm, II. Bâyezîd’in saltanatının son demlerinde onunla, vefatından sonra da kardeşleri Ahmed ve Korkud’la taht kavgasına girişmiş 918/1512 tarihinde tahta çıkmıştır. Sekiz yıl beş aylık hükümdarlık süresince pek çok başarılar kazanmış, Anadolu’nun iç huzurunu sağlamış, meşhur Çaldıran (920/1514), Mercidâbık (922/1516) ve Ridâniye (924/1518) seferleri neticesinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın birçok kısmını Osmanlı sınırlarına dâhil etmiş ve Haremeyn’deki mukaddes emanetleri İstanbul’a getirtmiştir (İsen vd. 2012: 87; Emecen 2009: 411-413). 925/1519 yılında Haçlı ittifakının yeni savaş hazırlığına başladığını haber alan Yavuz Selîm, sefer hazırlıklarına başlamış, ancak o sırada çıkan salgın hastalığın neticesi sırtında çıkan bir ur sebebiyle yaklaşık iki ay tedavi görmüş ve 8 Şevvâl 926/21 Eylül 1520 tarihinde Çorlu civarında vefat etmiştir.

Yavuz Sultân Selîm, Osmanlı kayıtlarında orta boylu, çatık kaşlı, sert bakışlı, sakalsız ancak gür ve uzun bıyıklı, yuvarlak kırmızı yüzlü, koç burunlu bir kişi olarak tasvir edilmiştir. Her türlü silahı çok iyi kullandığı, iyi bir avcı olduğu, debdebeden hoşlanmadığı, sade giyinmeyi tercih ettiği, devlet işlerini sıkı şekilde takip ettiği, disiplinli ve kararlı, ancak sözüne sadık, zarif tabiatlı biri olduğu da belirtilmiştir (Emecen 2009: 414).

Yavuz Sultân Selîm’in tek eseri Farsça Dîvân’ıdır. Selîmî Dîvân’ı ilkin 1890’da İstanbul’da, ardından Alman İmparatoru II. Wilhelm’in emriyle 1904’te Prof. Horn tarafından Berlin’de yayımlanmıştır (İsen vd. 2012: 88). Berlin’de 500 adet bastırılan Dîvân, II. Abdülhamîd’e hediye edilmiştir. Tarlan ise Dîvân’ı Türkçeye tercüme etmiştir (1946). Çeşitli kütüphanelerde 16 yazma nüshası bulunan eserde 2 münâcât, 1 na’t ve 333 gazel yer almaktadır (Aydın 2002: 49).

Sanata, ilme ve ilim ehline saygı duyduğu, sefere çıkarken yanına sandıklar dolusu kitap aldığı belirtilen Yavuz’un etrafında edebî bir muhit teşekkül etmiştir. Onun şahsiyeti ve seferleri hakkında çeşitli manzum ve mensur eserler kaleme alınmış, özellikle seferlerini konu alan Selîm-nâme ismi verilen türün örnekleri yaygınlık kazanmıştır. Yavuz Selîm’in, âlimlerle sohbet etmekten hoşlanan, okumaya meraklı, ilme saygılı biri olduğu, Arapça ve Farsça dışında Tatar lehçesini bildiği, tasavvufa ilgi duyduğu ve Muhyiddîn İbn Arabî’nin görüşlerini benimsediği vurgulanarak o, Osmanlı padişahlarının en bilgililerinden kabul edilmiştir. Divanındaki sohbet meclislerinde Zembilli Alî Efendi, Kemâlpaşazâde, İdrîs-i Bitlisî ve Halîmî Çelebi gibi isimler yer almıştır. Tâcîzâde Ca’fer Çelebi, Âhî Benli Hasan ve Revânî gibi şairler de değer verdiği sanatçılar arasındadır (Emecen: 2009, 414). Hatta Latîfî, Yavuz Selîm’in ilim ve marifete aşırı merakı yüzünden yönetim erkânını bir kenara bırakıp çevresindeki sanat erbabıyla teklifsiz görüştüğüne değinmiştir. Kendisi de Selîmî mahlasıyla şiirler kaleme almıştır. Sehî Bey, Yavuz’un taht meşgalesi ile uğraşmayıp tamamen şiire yönelmesi hâlinde Hüsrev-i Dihlevî ayarında bir şair olacağını, Latîfî ise belâgat ve fesâhat sahibi ârif bir padişah olduğunu söylemiştir. Hem Sehî Bey hem de Latîfî, Selîmî’nin Türkçe şiir söylediğini kesin bir dille reddedip isnat edilen Türkçe şiirlerin ona ait olmadığını ifade etmiştir (İsen 1980: 49-50; Canım 2000:149-151). Ancak son dönemde hazırlanan bir kaynakta Selîmî’ye isnat edilen Türkçe 1 gazel, 2 murabba ve 2 müfred bulunmaktadır (İsen vd. 2012: 88-90). Hatta II. Selîm’e isnad edilen “Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkuz / Âteş kesilür geçse sabâ gülşenümüzden” şeklindeki meşhur beyit de kimi kaynaklarda Yavuz Selîm’in Türkçe şiirleri arasında gösterilmiştir (Arslan 2010: 75; Bilmen 1942: 15).

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 44255

ulkucudunya@ulkucudunya.com