Trablusgarp Savaşı
01 Ocak 1970
Derne–Tobruk –Beyrut-On İki Ada
Trablusgarp Savaşı veya diğer adıyla 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı, 1911-1912 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ve İtalya Krallığı arasında geçen bir savaştır. Adı, "Trablusgarp Savaşı" olmasına rağmen çarpışmalar Trablusgarp dışında Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz gibi farklı bölgelerde de sürmüştür. Diğer büyük devletlerin ve I. Balkan Savaşı'nın patlak vermesi sayesinde savaşı kazanan İtalya, Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp Vilayeti'ne bağlı Trablusgarp, Fizan ve Sirenayka bölgelerini ele geçirmiştir. Bu bölgeler hep beraber birleşip gelecekteki Libya devletini oluşturacaklardır.
Savaş sürerken Rodos ve On İki Ada İtalyan kuvvetlerinin işgaline uğramış, savaş sonrasında imzalanan Uşi Antlaşması'yla birlikte On İki Ada Osmanlı İmparatorluğu'na geri verme sözünü vermiş, ancak 2. cihan harbinden sonra Yunanistana hibe etmistir.[8] Bununla birlikte, antlaşmanın belirsizliği adaları geçici İtalyan yönetimine bırakmış ve Türkiye, 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nın 15'inci maddesinde bu adalar üzerindeki bütün taleplerinden vazgeçmiştir.[9]
23 Ekim 1911'de Osmanlı toprakları üzerinde uçan İtalyan Yüzbaşı Carlo Piazza, tarihteki ilk keşif uçuşunu gerçekleştirmiştir. Giulio Gavotti ise 1 Kasım günü Etrich Taube model bir uçakla Libya'daki Osmanlı kuvvetlerine karşı bir hava saldırısı düzenlemiş ve bu saldırı, ilk hava saldırısı olarak tarihe geçmiştir.[10] Herhangi bir hava taşıtı savunma silahı olmayan Osmanlı askerleri ise tüfek atışıyla bir uçak düşürmeyi başarmıştır.[11]
Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecekteki cumhurbaşkanı ve Kurtuluş Savaşı'ndaki lideri Mustafa Kemal Atatürk, savaş sırasında sahip olduğu binbaşı rütbesiyle Tobruk Muharebesi'ni yöneterek kendini göstermiştir.
Kuzey Afrika'daki eyaletler içerisinde devlete en çok bağlı olan eyalet, Osmanlı'nın 1551'de ele geçirdiği Trablusgarp'tı.[12] 1864 tarihinden itibaren vilayete dönüştürülen Trablusgarp eyaleti, 1877 tarihli kanunla da doğrudan doğruya başkente bağlı bağımsız bir sancak haline getirildi.
Sanayi Devrimi'yle birlikte paralel olarak endüstrinin gelişmesi ortaya bir takım problemler çıkarmıştır. Endüstri geliştikçe üretim artmış ve ülkeler bu üretim fazlasını kendi sınırları içinde tüketemez olmuşlardı. Bu üretim fazlasını dağıtacak yeni pazarlar aramaya başlayan ülkeler, sömürgeciliğin önemini daha da arttırmışlardır. Diğer yandan endüstrinin hammadde ihtiyacına Avrupa'nın sınırlı kaynakları cevap vermekten çok uzaktı. Endüstrileşen Avrupa devletleri kendilerine yeni hammadde kaynakları sağlayacak topraklar elde etmek zorundalardı.[13] 16. yüzyılda başlayan sömürgeleştirme hareketlerinin dışında kalan İtalya Krallığı, Fransız İhtilali'nden yaklaşık bir yüzyıl sonra, 1870 yılında, siyasi birliğini geç olarak sağladığında Afrika topraklarının hemen hemen tamamı Avrupalı devletlerin tarafından paylaşılmıştı.[14] 1881'de Fransa'nın Tunus'u işgali, ardından da Birleşik Krallık'ın 1882'de Mısır'ı ele geçirmesinden sonra Akdeniz'deki iki muhtemel üssü elinden kaçıran İtalya, coğrafi olarak kendine çok yakın konumda bulunan Kuzey Afrika'da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'la ilgilenmeye başlamıştı.[15]
İtalya, amacına ulaşmak için ilk etapta büyük Avrupa devletleri ile kendisine burada hareket serbestliği tanıyan gizli antlaşmalar yaptı. Britanya ve Fransa arasında, Kuzey Afrika'daki sömürgelerin paylaşımı yüzünden çıkan Faşoda Buhranı sonunda Kuzey Afrika'nın paylaşımı yapıldı ve böylece Trablusgarp da kâğıt üzerinde İtalya'ya bırakıldı. İtalya 1887'de Birleşik Krallık ve Avusturya, 1891'de Almanya, 1900 ve 1902'de Fransa, 1902'de Avusturya, 1909'da Rusya ile gizli antlaşmalar yaptı ve Trablusgarp üzerindeki emellerini bu devletlere kabul ettirdi.[16] İtalya Trablusgarp'taki hareketlerinin bu antlaşmalarla engellenmeyeceği garantisini sağladıktan sonra buradaki faaliyetlerine hız verdi ve en uygun anı beklemeye başladı.
1902 yılından itibaren İtalya, Trablusgarp üzerinde bir "Barışçıl İşgal" politikası uygulamaya başladı. Buna göre Roma Bankası'nın maddi desteğiyle ekonomik ve ticari alanlarda bir takım girişimler başladı. Böylelikle kurulan fabrikaların ve diğer iş yerlerinin,gerekirse, silahlı , İtalya'nın Trablusgarp'taki bütün ekonomik imtiyazlarını sonlandırarak sonunda tehlikenin önünü kesmeyi başardı. Ortaya çıkan büyük mali çöküntü sonunda, hissedara alacaklarının ödenebilmesi için, Roma Bankası, İngiliz ve Alman finansörlerle görüşmeye başladı.
Bunun yanında, Almanya, İttifak Devletleri ile beraber olduğu İtalya'nın Trablusgarp'a sahip olmasını istemiyordu. Çünkü Kuzey Afrika'daki bu bölgeyi ileride kullanabileceği bir istasyon olarak görüyordu.
Savaş öncesi genel durum
Osmanlı Devleti
Trablusgarp Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti çok büyük iç ve dış karışıklıklar içerisindeydi. 23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet ikinci defa ilan edilmiş ve II. Abdülhamit 24 Temmuz 1908'de anayasayı yeniden yürürlüğe koymuştu.[17] 5 Ekim 1908'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna Vilayeti'ni işgal etmiş aynı gün Bulgaristan prensi de İstanbul'a telgraf çekerek bağımsızlığını ve krallığını ilan etmişti. Avusturya, Sırplara karşı Bulgarları destekliyordu ve Bulgaristan ile Avusturya eş zamanlı darbeler için anlaşmaya varmışlardı.[18] Bu iki önemli toprak parçasının resmen elden çıkması İttihat ve Terakki'nin prestijini büyük ölçüde sarsmıştı.[19] Bosna-Hersek ve Bulgaristan'dan sonra Osmanlı Devleti'nin üçüncü sorunu da Girit oldu. Girit'in zaten bu tarihte Osmanlı Devleti ile pek bir bağlantısı kalmamıştı. Fakat ada, hukuken Osmanlı toprağı olarak görünüyordu.[20] Bosna-Hersek krizi sırasında Girit Rumları da harekete geçerek adayı Yunanistan Krallığı'na ilhak ettiklerini ilan ettiler. Fakat bu Avrupa Devletleri tarafından kabul edilmedi.[21] Gelişen iç ve dış olaylar, İttihat ve Terakki'ye karşı bir muhalefetin olgunlaşmasına ve 13 Nisan 1909'da başlayan olayların bir irtica hareketi şeklinde patlak vermesine neden oldu.[22] İstanbul'daki gerici ayaklanma Rumeli'deki İttihat ve Terakki şubelerinde ve ordu içinde Meşrutiyetin tehlikede olduğu düşüncesini uyandırdı. Bunun üzerine, 3. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa'nın Hareket Ordusu adındaki bir orduyu İstanbul'a göndermesiyle ayaklanma bastırıldı. Tehlike böylece önlenmiş oldu. Meclis, 27 Nisan 1909'da II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesine karar verdi. Yerine kardeşi Mehmet Reşat padişah oldu. Bundan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti, ülke yönetimini kesin olarak eline aldı.[23]
Trablusgarp Savaşı öncesinde Balkanlar'ın durumu son derece karışıktı. Mart 1911'de Katolik Arnavutlar İşkodra'da ayaklanmışlardı. Karadağ Krallığı bu isyancılara her türlü yardımda bulundu.[24] Bundan dolayı Osmanlı-Karadağ ilişkileri çok gergindi. İtalya, Karadağ'ı desteklemekte, onu Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtmakta idi. Bu ayaklanmada İtalyan parmağının olduğu açıktı. Ayaklanma Haziran 1911'de bastırıldı ve ayaklananlar Karadağ'a sığındılar.[25] Bu olaylardan sonra İttihat ve Terakki'nin Osmanlıcılık ideolojisini gerçekleştirmek için yürüttüğü "Balkanlar'ın tek bir bayrak altında birleşmesi" politikası Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanarak Bulgar, Sırp ve Yunan çetecilerin faaliyetlerini daha da arttırmalarına ve Osmanlı'ya karşı işbirliğine girmelerine sebep oldu.[24]
İtalya uzun zamandır hazırlanmakta olduğu savaşı başlatmak zamanının geldiğine hükmederek Osmanlı Devleti'ne 28 Eylül 1911'de bir nota verdi. Bu notada özetle: Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp ve Bingazi'nin ilerlemesi için hiçbir şey yapmadığı, bu bölgenin İtalya kıyılarına yakınlığı dolayısıyla kendileri için hayati önem taşıdığı bölgeye medeniyet götürülmesinin zorunlu olduğu, fakat bu konudaki İtalyan görüş ve fikirlerinin Osmanlı Devleti tarafından tasvip edilmediği ve İtalya'nın buradaki teşebbüslerinin inatla engellendiği, şimdi Osmanlı Devleti'nin İtalya ile kendi menfaatlerine ters düşmeyecek bütün iktisadi imkanları vermeye hazır olduğu ancak İtalya hükümetinin geçmişte yapılanları göz önüne alarak buna güvenmediği belirtiliyor ve İtalya'nın Trablusgarp ve Bingazi'yi askeri işgale karar verdiği, bundan başka çarelerinin kalmadığı ve buradaki Osmanlı memurlarının işgale muhalefet etmemeleri isteniyordu.[41] Osmanlı hükümeti, İtalyan notasına 29 Eylül 1911'de cevap verdi. Bu cevapta; Trablusgarp ve Bingazi'nin geri kalmasının kendilerinden önceki idarenin eseri olduğu, bundan dolayı meşrutiyet hükümetinin suçlanamayacağı, son üç sene zarfında bölgede İtalyan teşebbüslerine büyük kolaylıklar sağlandığı ve iyi niyet gösterildiği, burada asayişin temini konusunda hiçbir endişeye mahal olmadığı, İtalyan ve diğer tebaanın bölgeden ayrılmasını gerektirecek bir olay olmadığı belirtiliyordu.[42] Ancak Bâb-ı Âli'nin notaya cevap verdiği gün, İtalya da harp ilanı notasını verdi.[43] Bu ilan-ı harp notasında, özetle; İtalyan isteklerinin gerçekleştirilmesi konusunda, İtalya'nın, Osmanlı Devleti'ne verdiği sürenin İtalya'nın hoşuna gidecek bir cevap gelemeden sona erdiği, Osmanlı Devleti ve memurunun Trablusgarp ve Bingazi'deki İtalyan hak ve menfaatlerini korumakta kötü niyetli ve aciz olduğu iddia ediliyor, İtalyan hak ve menfaatlerini sağlamak zorunda oldukları bildiriliyordu.[44]
Osmanlı Devleti'ne nota verilmeden hemen önce, 25 Eylül 1911'de, İtalya'da seferberlik emri yayımlandı. Bu emirde seferberliğin birinci günü olarak 28 Eylül tarihi belirlenmişti. Silah altında bulunan 1890 doğumlular ile birlikte, seferi kolordunun birliklerini teşkil edecek olan 1888 doğumlular ise 23 Eylül'de silah altına çağrıldılar. Bunların birliklerine katılımları da 26 Eylül'de tamamlandı.[45]
Savaşın başlangıcı
İtalyan donanması, henüz İtalya Osmanlı Devleti'ne savaş açmamışken, 27 Eylül'de Trablus önlerine gelmişti. 20 Ekim'e kadar İtalyanlar, Türk Afrikası kıyılarının önemli noktalarını ele geçirmiş bulunuyorlardı. Bu şehirlerin hiçbirisi kendiliğinden İtalyanlara teslim olunmamıştı. İtalyanlar ayrıca Kızıldeniz'de de bazı hareketlerde bulunmuşlardı. Savaş öncesi İtalyanlar buraya bazı gemiler göndermişler ve Türklere karşı ayaklanan Şeyh İdris'in yardımıyla, Türkleri burada da sıkıştırmaya çalışmışlardı.
Savaş başladıktan sonra, Bâb-ı Âli'de Trablusgarp'ta mukavemet edip etmeme konusunda genelde iki görüş mevcuttu. Mehmed Said Paşa'nın ilk toplantısında eldeki mevcut imkanlarla mukavemet lüzumu kararlaştırıldı.[59] Ahmet Muhtar Paşa'ya göre Trablusgarp'ta mukavemet cinayet demekti. Kâmil Paşa da aynı görüşte idi. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi de harbin uzamasının can ve mal kaybından başka bir işe yaramayacağını söylüyordu.[60] Bütün olumsuz şartlara rağmen, Osmanlı Devleti Trablusgarp'ı göz göre göre düşmana savaşmadan teslim edemezdi. Bu hem kamuoyunda hoş görülmez hem de Osmanlı Devleti'nden pay almak için pusuda bekleyen devletlere kötü örnek olurdu. Bu savaş çok ümitsiz şartlar içinde olacaktı. Oradaki kuvvetlere silah ve cephane yollamak imkansız gibiydi. Ancak Birleşik Krallık ile Fransa, Mısır ve Tunus'un tarafsızlığını ilan ederek kendi sömürgelerindeki Müslümanları gücendirmeyecek ve onların şikayetlerine yol açmayacak ve bu üç tarafı bu şekilde idare yoluna gideceklerdi.[61]
Trablus'u bombalayan İtalyan zeplinleri
İtalya, 23 Eylül 1911’de Osmanlı hükümetine bir nota vermiş, 26 Eylül'de, silah ve cephane taşıyan bir Osmanlı gemisi Trablusgarp'a ulaştı. 28 Eylül günü ise İtalya, Osmanlı Devleti'ne bir ültimatom vererek, 48 saat içinde Bingazi ve Trablusgarp'un İtalyan yönetimine bırakılmasını ve İtalya'ya yıllık vergi verilmesini talep etti [62]. 29 Eylül'de İngiliz ve Fransız hükümetlerinin desteğini de arkasına alan İtalya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etti. Aynı gün İtalya'nın Adriyatik Denizi'ndeki bazı Osmanlı gemilerini batırması üzerine, Adriyatik'te çıkarları bulunan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bu bölgede savaşılmasını yasakladı. 30 Eylül'de Trablus şehri bombardımana tutuldu. Kenti eski silahlarla savunmaya çalışan 8 bin kişilik Osmanlı kuvveti dayanamadı ve 5 Ekim'de İtalyanlar şehri ele geçirdi. Bunun üzerine Osmanlı kuvvetleri kıyıdan 15 km içeriye çekildiler. 18 Ekim'de Derne'yi, 20 Ekim'de de Bingazi'yi ele geçiren İtalyanlar, buralara asker çıkartmaya başladılar. 23 Ekim'de saldırıya geçen Osmanlı Ordusu, İtalyanları kuşatmış ve uzun süren savaştan sonra İtalyanlar kurtulmuşlardı. 26 Ekim'de yapılan bir başka Osmanlı saldırısı, İtalyan kuvvetlerinin büyük kayıp vermesiyle geri püskürtüldü. 23 Ekim 1911'de Sciara Sciat'da (Trablus yakınlarında) oluşan bir ağır çatışma sonrası İtalyan askerleri Arap sivil halkına karşı, ihanet suçlamasıyla, bir pogrom gerçekleştirdi. 5 gün içinde binlerce sivil Arap öldürüldü, evleri yakıldı ve hayvanlarına el koyuldu. İleriki haftalarda İtalyanlar açık alanlarda toplu idamlar (Görsel) gerçekleştirdi ve 4.000 sivili Tremiti ve Ponza adalarına tehcir etti. 5 Kasım'da İtalyan resmî gazetesi, Trablusgarp'ın İtalya tarafından ilhak edildiğini yayımlamışsa da bu henüz gerçekleşmemişti. Osmanlı direnişi karşısında İtalyan kuvvetleri sahilden fazla uzaklaşamamışlardı.
Mustafa Kemal Trablusgarp'ta
Enver Paşa, Mustafa Kemal, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Fethi (Okyar) gibi Osmanlı subayları gizli yollarla Trablusgarp'a gelip (Örneğin Mustafa Kemal Paşa, buraya "gazete muhabiri Şerif Bey" adıyla Mısır üzerinden ulaşmıştır) buradaki kuvvetleri düzenleyerek, İtalyanlara rahat vermeyecek şekilde sürekli saldırılar başlattılar. Enver, yaptığı bir gazete röportajında, "Buraya geldiğimde 900 çöl savaşçısı bulmuştum. Şimdi ise elimin altında 16 bin talimli asker var" diyerek durumu ortaya koymaktadır. Bu ordu, yapılan savaşlar sonucunda 2 makineli tüfek, 250 tüfek, 2 top, sayısız mermi ve 10 tane de katır ele geçirmiştir.
Yerel halkın da desteklediği direnişe Senusi tarikatı şeyhi ve adamları destek vermişti. Ancak İtalyanların düşündüğünün aksine, buradaki Osmanlı direnişi çok kuvvetli olmuş, Enver, Mustafa Kemal ve Neşet gibi komutanların yönettiği ordular, sayıca çok üstün olan İtalyan kuvvetlerine karşı kahramanca savaşmışlardır. Trablusgarp'taki Osmanlı birlikleri başlıca üç komutanlığa ayrılmıştı:
Trablus Komutanlığı: Kurmay Albay Neşet
Bingazi Komutanlığı: Kurmay Binbaşı Enver
Derne Komutanlığı: Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal
Kasım 1911'de İtalyanlar Çanakkale Boğazı'na saldırmak için hazırlıklar yaptılar. Ancak Rusya ticari kaygılardan dolayı buna karşı çıktı.
Kasım ayında İtalyanlar, Ekim ayında boşalttıkları bazı mevzileri tekrar ele geçirdiler. 19 Aralık'ta bir İtalyan kolu, imha olmaktan son anda kurtuldu. Ayrıca bu dönemlerde İtalyan basını Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'yı, İtalya'nın başarılarına engel oldukları iddiasıyla suçlamaya başlamıştı.
8 Aralık'ta Trablusgarp'a gelen Mustafa Kemal Paşa, 22 Aralık'ta Tobruk Savaşı'nı kazandı. Derne'de 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gördükten sonra, 6 Mart 1912'de Derne komutanı oldu ve burada başarılı savunma muharebeleri yaptı.
Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal (solda), Mücahit Bedevi Kuvvetleri önünde emirlerini yazdırırken, (Derne, Trablusgarp Vilayeti (Libya), 1912)
Ocak 1912'de İtalyanların 100 bin kişilik askerine karşılık Bingazi'de 15 bin, Trablus'ta da yaklaşık 10 bin Osmanlı askeri ve Arap gönüllüsü savaşmaktaydı. Şubat ve Martta İtalyanlar Bingazi'yi tamamen ele geçirdiler. Bunun yanında Beyrut limanındaki 2 küçük Osmanlı gemisini batırdılar. Yemen'de Ocak 1911'de başlayan isyan nedeniyle daha savaş başlamadan önce Trablus'taki kuvvetlerin bir kısmı bu bölgeye kaydırılmıştı. Ocak 1912'de İtalyan donanması Kızıldeniz'e girip, buradaki Osmanlı gemilerinden bazılarını batırarak Hudeyde limanını bombalamaya başladı. İtalyanların bölgedeki varlığı, deniz ulaşımını aksattığı için Yemen isyanının bastırılmasını zorlaştırıyordu.
25 Mart 1912'de Osmanlı Devleti'nin koruyucusu görevini üstlenen ve İtalya'nın müttefiki olan Almanya, ara buluculuk yapmak için İtalya Kralı'yla Venedik'te görüştü. Ancak bu görüşmeden bir sonuç çıkmadı.
18 Nisan'da İtalya donanması Çanakkale Boğazı'nı bombalamaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu, boğazları kapattı. Ancak bu hareketin uluslararası ticarete darbesi çok büyük oldu. Rusya'nın tahıl ihracatı milyonlarca dolarlık zarara uğrarken, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya gibi ülkelerin zararları da günlük 100 bin doları buluyordu. Karadeniz'e gidecek olan İngiliz gemileri, Süveyş Kanalı üzerinden Hindistan'a gitmek zorunda kaldılar. Ancak 10 Mayıs'ta Avrupa ülkelerinin baskılarından dolayı boğazlar tekrar ticarete açıldı.
Beyrut Deniz Muharebesi
Ana madde: Beyrut Muharebesi (1912)
Trablusgarp Savaşı devam ederken İtalyan kuvvetlerinin Libya sahillerine çakılıp kalmaları ve iç bölgelere bir türlü girememesi üzerine, İtalyan hükümeti, On İki Ada ve diğer bazı Osmanlı şehirlerini baskı altına alarak ve tazyik ederek Osmanlı hükümetine barış antlaşmasını zorla imzalatmaya karar verdi. İtalyanların saldırmayı düşündüğü şehirlerden biri de Beyrut'tu. Beyrut bir Osmanlı şehri olmasına karşın Fransız nüfuzunun yoğun olduğu bir bölgeydi; şehirde çok sayıda Avrupalı yaşıyordu. Aynı zamanda Beyrut bütün ilahi dinlerce kutsal sayılan Kudüs'ün bir kapısı durumundaydı. İtalya'nın Beyrut'a saldırısı, sadece Osmanlı Devleti'ni değil diğer Avrupa devletlerini de rahatsız edecek; bunun sonucunda büyük devletler barışa zorlamak için Bâb-ı Âli'ye baskı yapacaklardı.
Bu gerekçelerle 24 Şubat 1912'de bir İtalyan filosu Beyrut'a saldırdı; limanda bulunan iki Osmanlı gemisi batırıldı ve şehir topa tutuldu.
Savaşın sonu
16 Mayıs 1912: Rodos'ta Osmanlı garnizonunun İtalyan general Ameglio'ya teslim oluşu
Bunun üzerine 4 Mayıs'ta İtalya kuvvetleri, Rodos Adası'na çıkarma yaptılar ve iki hafta içerisinde Rodos'u, daha sonraki 2 hafta süre içerisinde On İki Ada olarak bilinen adalar grubunu ele geçirdi. Böylece 389 yıldır Osmanlı yönetiminde kalmış, yönetim merkezi Rodos Adası olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti (On İki Ada) tamamen İtalya'nın eline geçti. 8 Haziran'da Trablus'taki Osmanlı kuvvetleri çöle püskürtüldü. Haziran'dan Ağustos'a kadar süren çarpışmalar sonunda bütün batı sahil şeridi İtalyanların hakimiyetine geçti. 12 Temmuz'da 5 İtalyan savaş gemisi, Osmanlı filosuna saldırmak için Çanakkale Boğazı'na girdi. Ancak boğazın girişine Kilitbahir civarında çelik kablolar çekildiği için İtalyanlar ilerleyemeden ağır ateş altında kaldılar ve geri çekildiler (18 Temmuz). Bu, ayrıca savaş içindeki son deniz savaşı olmuştur. Eylül'de Osmanlı İmparatorluğu ve İtalya Krallığı arasında barış görüşmeleri başladı. İki taraf da savaşın bitmesini istemesine rağmen çatışmalar devam ediyordu. 22 Eylül'de güçlü bir Osmanlı mevkii ele geçirildi. Binbaşı Enver Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri bazı saldırılar yapsalar da, ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Buna rağmen İtalyanlar dörde bir sayı ve büyük silah üstünlüğüne karşın Trablusgarp'ta sonuçsuz durumun ötesine geçemediler,aldıkları bölgelerde de kontrolü sağlayamamaktaydılar; zira bu bölgelerde Arap ve Türk düzensiz kuvvetlerinin gece baskınları,yeniden ele geçirme girişimleri ve gerilla saldırıları ile sürekli kuşatma altındaydı. İtalyanlar bu baskınlara karşı yerel halka sert tedbirler uyguluyordu bu baskınların intikamı ve gözdağı olarak yakalanan kişilerden pek çoğu halkın önünde asılıp idam edildi. Bu sebeple italyanlar ise sahilde belli bir kesim dışında bir hakimiyet alanı oluşturamadılar.[63]
8 Ekim'de Karadağ'ın Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmesiyle Balkan Savaşları başlayınca, Osmanlı İmparatorluğu her ne pahasına olursa olsun İtalya'yla barışa razı oldu, çünkü Ege Denizi'ndeki İtalyan donanması, Makedonya'ya yardım gönderilmesini engelliyordu. Sonuçta İtalya'nın şartları kabul edildi ve 15 Ekim 1912'de İsviçre'nin Ouchy (Uşi) kentinde antlaşma imzalandı.
Uşi Antlaşması ve savaşın sonucu
Ana madde: Uşi Antlaşması
İsviçre'de Lozan'in bir semti olan Uşi (Ouchy)'de imzalanan antlaşmaya göre;[64]
Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp ve Bingazi'deki kuvvetlerini çekecek ve buraları İtalya'ya bırakacak,
Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp'taki Müslümanların haklarını koruyacak,
İtalya Krallığı, On İki Ada'yı Osmanlı İmparatorluğu'na geri verecekti.
Ancak Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Savaşları'nda On İki Ada'yı Yunanistan'a kaptırma endişesi içinde kaldığı için adaları, savaştan sonra geri almak şartıyla İtalya'ya verdi. Ancak İtalya, Balkan Savaşları bitmesine rağmen adaları kendi topraklarına kattığını ilan etti.
Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu, Kuzey Afrika'daki son topraklarını da kaybetmiş oluyordu. Ayrıca ileriki yıllarda Türkiye ve Yunanistan arasında sıkça sürtüşmelere neden olacak olan adalar sorunu da başlamıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından işgal edilen On İki Ada, bir taktik ve hediye olarak Türkiye'ye hediye edilmek istenmiş, ancak ülkenin tarafsızlığını bozacağı için, bu öneri reddedilmiştir. On İki Ada, 1947 yılındaki Paris Antlaşması'yla Yunanistan'a bağlanmıştır.
İtalya'da ise savaş, İtalyan Milliyetçiliği'nin gelişmesine katkıda bulunmuş ve 1922 yılında Benito Mussolini'nin iktidara gelişini kolaylaştırmıştır.
Savaşta içine düşülen çıkmaz, Osmanlı siyasi hayatına 21 Kasım 1911'de Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın kurulması biçiminde yansıdı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı kuran ve bu fırkaya giren kişilerin tek ortak oldukları konu, İttihat ve Terakki düşmanlığıydı. Fırkanın birinci amacı da İttihat ve Terakki'yi iktidardan uzaklaştırmaktı.[65] İttihat ve Terakki'nin itibarını büyük ölçüde kaybettiği bu günlerde, Hürriyet ve İtilaf'ın ortaya çıkması, çok taraftar toplamasına ve dağınık durumdaki muhalefeti birleştirmesine sebep oldu.