Milli Birlik Nasıl Sağlanır?
Ahmet Bican Ercilasun 01 Ocak 1970
Ülke böyle bir ortama yeniden kavuşabilir mi? Elbette kavuşabilir, neden olmasın? Ancak bunun için ilk hareketin iktidar kanadından gelmesi gerekir. İktidar dilini, üslubunu ayarlayabilir ve bazı ön yargılarını değiştirebilirse muhalefetin de kendine çeki düzen vereceğinden eminim.
“Millî birlik”, ülkemizi kuşatmaya yönelik olaylar dolayısıyla sık sık tekrar edilen bir kavram oldu? Gerçekten de Türkiye’de bir millî birlik havası oluşmasına ihtiyaç var. Peki, bu nasıl sağlanacak? Madde madde yazıyorum.
Muhalefet partilerine yönelik saldırgan dil terk edilecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan AKP genel başkanlığını bırakacak. Bunu yapamıyorsa parti ile ilgili faaliyet ve konuşmaları için “Bu partiyle ilgilidir, eleştiriye açıktır.” beyanında bulunacak. Faaliyet ve konuşmalarının sadece resmî olanlarını Cumhurbaşkanı sıfatı ile yapacak; bu faaliyet ve konuşmalarda siyasi partilerle ilgili beyanlarda bulunmayacak.
Muhalefet partileri de hakaret içeren sözlerden ve belgesiz suçlamalardan vazgeçecek.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine saygı gösterilecek.
Anayasanın “değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilmez” maddeleri üzerinde tartışma yapılmayacak.
Yolsuzluklarla ilgili iddiaların önü kesilmeyecek. Yolsuzlukla suçlanan kişi ve kuruluşların cevap hakkının da önü kesilmeyecek. Suçlanan kişi ve kuruluşlar haklarını mahkemelerde de arayabilecek.
Mahkemeler bağımsız olacak. Hiçbir mahkemeye siyasi iktidar tarafından müdahalede bulunulmayacak. Verdikleri kararlar dolayısıyla yargıçlar, cezalandırılmak, görev yeri değiştirilmek gibi endişeler taşımayacaklar.
Suriye yönetimiyle görüşmelere başlanacak. Görüşmelerin ana konusu, ülkemizdeki Suriyelilerin kendi memleketlerine gönderilmesi ve PKK faaliyetlerinin engellenmesi olacak. Bu arada hiçbir Suriyeli, vatandaş yapılmayacak.
Belediyelerin faaliyetleri engellenmeyecek, teşvik edilecek. Gerekli durumlarda iktidarla belediyeler iş birliği yapacak.
Din devleti kurmaya yönelik eylem ve söylemlerden vazgeçilecek. Cami önlerinde, cenaze namazları sırasında demeç verilmeyecek. Dinî görev ve toplantıların yapıldığı yerlerde siyasiler, gazetecilerin soru sormamasını isteyecek; gazeteciler de buna uyacak.
Dernek ve vakıf adı altında bir araya gelen cemaat ve tarikatların eğitim – öğretim faaliyeti yapmalarına izin verilmeyecek. Bu gibi sivil toplum kuruluşlarının Millî Eğitim Bakanlığı ile yaptığı ortak çalışmalara son verilecek. Cemaat ve tarikatların faaliyetlerine müsaade edilmeyecek.
Politikacıların, siyasetle uğraşmayan birinci derece yakınları, devletin resmî kurumları tarafından özel muamele görmeyecek.
Yukarıdaki maddeler yeni nesillere garip gelebilir. Çünkü “yapılmayacak, edilmeyecek” denilen bu eylem ve söylemlerin içinde büyüdüler. Oysa Türkiye, 20. yüzyılın büyük kısmında, bunların yapılmadığı bir ülkeydi. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsızdı. Siyasiler, saldırgan ve hakaret edici bir üslup kullanmazdı. Mahkemeler üzerlerinde baskı hissetmezler, insanlar da yargıya güvenirlerdi. Türkiye, kendi dışındaki ülkelerin iç işlerine karışmazdı. Yani bu maddelerle belirlediğim hususlar bir Türkiye gerçeği idi.
Ülke böyle bir ortama yeniden kavuşabilir mi? Elbette kavuşabilir, neden olmasın? Ancak bunun için ilk hareketin iktidar kanadından gelmesi gerekir. İktidar dilini, üslubunu ayarlayabilir ve bazı ön yargılarını değiştirebilirse muhalefetin de kendine çeki düzen vereceğinden eminim.