Türkiye'deki `revizyonist milliyetçilik` sorunu
Sinan Baykent 01 Ocak 1970
"Revizyonizm" kavramı siyasal bilimler literatüründe de tarih disiplininde de epeyce kullanılır. Gözden geçirmek, düzeltmek anlamına gelen Latince "revisere" (revize etmek) fiilinden türeyen bir kelime.
Revizyonizm, konumuz olan analiz çerçevesinde geriye dönük bir işlem ihtiva eder. Kurucu ilkeleri tenkit etme, sorgulama, tartışmaya açma, velhâsıl bir anlamda "örseleme" hareketinin açılımı şeklinde telakki edilebilir.
Salt pratiği değil, esasen ve doğrudan değerler âlemini ilgilendirir. Bu ilginin yakıcı bir niteliği haizdir. Zira pratik ancak değerlerin metamorfoza uğramasıyla birlikte değişebilir, dönüşebilir.
Türk milliyetçiliğinin jenealojik tasviri bu makalenin odak noktası değil. Dolayısıyla klâsik anlamda bir "neydi/ne oldu" mukayesesine alan açacak şekilde bir tarih arkeolojisine girmek istemiyorum.
Buna mukabil, Türk milliyetçiliğinin tarihsel gelişim seyriyle ilgilenenler için Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın 17 Eylül 2020 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "Milliyetçilik Nereye-2: Milliyetçi hareketin siyasal kronolojisi" başlıklı söyleşisini tavsiye ederim. Hakikaten kompakt bir özet vermesi açısından oldukça kıymetli.
Mevzubahis makalenin gayesi "milliyetçi" etiketini sahiplenip, tarihsel Türk milliyetçiliğinin ideolojik corpus'unu bir "süs" mertebesine indirgeme heveslilerine değinmektir.
Dahası, Türk milliyetçiliğinin asırlara dayanan külliyatını konjonktürel bir siyasal planlamanın olası başarısı uğruna ya inkâra yönelmek ya da en hafif tabirle mevcut pratikle uyumlandırmak için "revize" etmek niyeti hâsıl olanlarla ilintilidir.
Müstakil bir siyasal Türk milliyetçiliğinin yadsınamaz varlığını kabul etmekle birlikte bu akımın aslen bağrında doğrudan bir "sağ/sol" ayrımı taşıdığına inanmıyorum.
Dolayısıyla da Türkiye'de milliyetçiliğin somuttaki izdüşümlerinde hem sağ hem de sol varyantları daima olagelmiştir ve bugün de vardır.
Kurtuluş Savaşı'nın yürütücü, Cumhuriyet'in kurucu ve günümüz sivil siyasetinin sürücü dinamosu -beğenilse de beğenilmese de- işte bu Türk milliyetçiliğidir.
Oysa bu gerçeğin olduğu gibi, layıkıyla benimsenmesinin gün geçtikçe zorlaştığını anlıyorum.
Zira hem milliyetçiliğin yaşam kuvvetinden, diriliğinden ve meşruiyetinden istifade edip hem de milliyetçilik prensibinin aleyhinde en yaralayıcı, en alçaltıcı ve en tahripkâr hamleleri tasarlayıp uygulayanların sayısı çoğalıyor.
Açıkça ifade edelim: İstemeyen, öyle hissetmeyen ya da düşünmeyen için elbette ki milliyetçi olmama hürriyeti sonuna kadar haktır.
Ne var ki bir taraftan "milliyetçiyim" deyip, diğer taraftan milliyetçiliğin temelleriyle oynayıp, onun altını oyup içini boşaltmaya meyilliyseniz burada cüsseli bir sorun var demektir.
Bu tipolojinin örneklerinin çoğu ise ne yazık ki ülkenin bilhassa muhalif kanadında ve oturtulmaya gayret edilen girift ilişkili ittifaklar bağlamında vücuda geliyor.
Marksist-leninist yaklaşımları dahi düzgünce kavrayamamış, tek gündemi Türkiye'nin bütünlüğünü dinamitlemek olan ve emperyalizmlerin taşeronluğunu üstlenmeye memur bir terör örgütünün yasal sözcülüğünü yapan bir yapı bugün itibarıyla birçok partiyi neredeyse gönüllü bir esarete zorlamaktadır.
Normal değildir ve "yeni normal" hiç olmamalıdır.
Mevcut koşullarda -adını koyalım- keskin bir körelme tecrübe ediliyor. Körelme, ideolojik düzlemde cereyan ediyor.
Bu partilerde kişisel menfaatlere doğrudan kast edilmediği müddetçe gidişata ideolojik itiraz minvalinde bir çıkış olmadı, olmuyor. Bu "yokluk" adeta gelenekleşti -kimse de bozmaya yeltenmiyor.
Ne zaman ki kişisel menfaatler hedef alınıyor ancak o zaman bu menfaatlere alelacele bir "fikrî" kılıf dikme yarışı başlıyor. Ki bu, acelecilikten mülhem, her halükârda son derece basmakalıp bir içerikle donatılıp bayat söylemlerle örtülüyor ve sonuç tabiatıyla kaçınılmaz olarak hüsran oluyor.
Bugün karşımızda Mavi Vatan, kuzey Irak ve kuzey Suriye'de terörle mücadele, Kafkasya cephesi vb. katıksız bir millî tavır gerektiren pek çok dış politika levhası var.
Keza ekonomide zorlu bir süreçten geçiyoruz ve içimizden geliştirilecek kapsamlı, radikal çözüm programlarına muhtacız.
Kısacası hem içte hem de dışta üst üste binen ve birbiriyle kesişen tıkanıklıklara karşın muazzam bir sıkışmışlık, çaresizlik ve ilham noksanlığından mustarip katatonik bir manzaraya muhatabız.
Mesele aslında çok basit: Yerleşik ideolojiyi günlük pratiğe feda ederseniz bu, referanslarınızı yani pusulanızı geride bırakmakla eşanlamlıdır.
Hâl böyle olunca da ne çevrenizde olan biteni doğru okuyabilirsiniz ne de okuduğunuzu doğru anlamlandırabilirsiniz. Bakışınızı yeniye sevk edemez, yeniyi üretmeye yoğunlaşamazsınız.
Sizi yıllar içinde yoğurmuş bir fikir çeşmesinin bütün pınarlarını kapatırsanız susuz kalırsınız. Suyu akmayan bir çeşme sizin susuzluğunuzu gidermez.
Kendi içinde tutarlı, ahenkli bir "dünya görüşünüz" olmadığı takdirde peşinizden gelen topluluk istediği kadar kalabalık olsun çağın sorularını çağın gereçleriyle cevaplayamazsınız.
Bugün muhalefetin yüzde 40'lık porsiyonuna hükmedenlerin parti çizgilerinde kaydedilen milliyetçilik temelli oynama (buna "sapma" dersek daha isabetli olur) beraberinde müthiş bir revizyonizm, bir aşınma ve bir başıboşluk getiriyor.
Etnik, mezhebî yahut genel anlamda kültürel-toplumsal meseleleri önünüze serip buna göre kendi vizyonunuzu serdedebilirsiniz.
Bilimsel sütunlarla yükselen her ideoloji gibi milliyetçilik de zamanın düğümlerine kayıtsız değildir, kalamaz.
Belirleyici olan, meseleleri "kendi" zaviyesinden ele almaktır, komşununkinden değil.
Meselelere bakışta kendinizi törpüleme ve dahi kendi dallarınızı budama gereksinimi hissediyor, kendi ağzınızı bantlıyor, kendi kulaklarınızı tıkıyor ve kendi gözlerinizi kapatıyorsanız çoktan revizyonist savruluşun eşiğini geçmişsinizdir.
Daha kötüsü ise revizyonist savrulmaya bu partiler içinde yer alan ve kök-prensiplere bağlı milliyetçilerin ses çıkarmadan onay vermeleridir.
Buralarda fikir haysiyetini yakın zamanda topyekûn bir strateji şekline bürünecek taktik değerlendirmelere önceleyen sağ ve sol milliyetçiler yumruklarını masaya vurma cesaretini gösterebilseler aslında hem iç hem de dış politikada büyük ölçüde rahatlama yaşanır.
Evet, bugün Türkiye'de milliyetçilerin hepten mutmain oldukları bir milliyetçi parti yok belki.
Ancak her şeye rağmen müşterek "milliyetçilik" zemininde hem "vatansever sağ" hem de "vatansever sol" kesimler milliyetçiliğin içinden geçirilmek istenildiği revizyonizm çarkına eleştirel yaklaşmakla mükelleftirler.
İktidara yakın duran veya iktidarın kimi icraatlarına destek veren sağdan-soldan milliyetçilerin bu husustaki tavırları birbiriyle nispeten örtüşüyor.
Muhalefetteki milliyetçilerin ise -yine yelpazenin hangi ucundan gelirlerse gelsinler- revizyonist tehlikenin Türkiye'nin geleceğini kısa, orta ve uzun vadede nasıl etkileyebileceğine dair ciddi bir muhasebe yürütmeleri elzemdir.
"Bizim değerlerimiz aynı, pratiğimiz değişti" demek, üzgünüm, ama bir aldatmacadan ibarettir.
Pratiğiniz değişmişse evvelâ değerleriniz değişmiştir.
Sadece bunu dışarıya tüm yalınlığıyla itiraf etmeye utanıyorsunuzdur…