İran’ın Karabağ siyasetinin 5 yüzü
Arif Keskin 01 Ocak 1970
İran yönetimi her ikisi de komşusu olan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmalarla ilgili başından beri çelişen açıklamalar yapıyor. Bir yandan Azerbaycan toprağının işgal altında olduğunu kabul ediyor ama Azerbaycan’ı desteklemek için yapılan gösterilere de sert bir şekilde müdahale ediyor. Ermenistan’a İran topraklarından silah sevkiyatı yapıldığı haberleri de basına yansıyor. Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmadan harekâtı durdurmayacağını açıklamasına rağmen Tahran yönetimi, bir an önce ateşkes sağlanması çağrısında da bulunuyor.
Bütün bu tutarsızlık gibi görünen eylem ve tutumların arkasındaysa aslında bütüncül bir yaklaşım ve Karabağ konusunda beş yüzlü bir siyaset var.
Resmî yüzü
Her ne kadar resmî görüşünde ve açıklamalarında ‘Karabağ, Azerbaycan toprağıdır’ ve “işgal edilmiş Azerbaycan toprakları geri verilmelidir’ dese de aslında Tahran, Karabağ ve Karabağ’ın etrafında 27 yıldır işgal altında olan diğer yedi Azerbaycan vilayetini birbirinden ayrı düşünüyor ve bu anlamda Karabağ’ı işgal edilmiş diğer yedi vilayetten ayırıyor.
İran, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul etmesine rağmen Karabağ’ın ayrı bir statüde değerlendirmesi gerektiğini savunuyor. Karabağ’ın Ermeni ve Azerbaycanlıların ortak yönetimiyle idare edilmesini öneriyor.
İran’ın bu çelişkili resmî söylemi Azerbaycanlı analizciler tarafından Ermenistan tezlerinin desteklenmesi olarak nitelendiriliyor ama Tahran Karabağ siyasetini tarafsızlık çerçevesinde şekillendirdiğini taraflara eşit mesafede olduğunu iddia ediyor.
İran’ın tarafsızlık iddiasının onun ‘Azerbaycan toprakları işgal altındadır ve geri verilmelidir’ tezleriyle çeliştiği açık. Zira, işgal ve işgalcinin varlığını kabul ediyorsanız, tarafsız olma iddianız işgalciyle mağduru eşitlemek anlamına gelebilir. İşgalci karşıtı bir tavır almamak da işgalci lehinde olduğunuz anlamına gelebilir.
Oysa İran, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasına yönelik konumunu aktif tarafsızlık olarak adlandırıyor. İran’ın aktif tarafsızlıktan kastı, Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde arabulucu olma isteği ve dolayısıyla Kafkasya’daki nüfuz kazanma iradesidir. Fakat İran’ın arabuluculuğunu Ermenistan kabul ederken Azerbaycan mesafeli duruyor.
İran’ın arabuluculuk isteği yeni değil. İran’ın bu konudaki ilk arabuluculuk girişimi Kasım 19991’de olmuştu. İkinci girişimi, 1992 yılının şubat ve mayıs aylarında gerçekleşmiş ve Tahran’da iki ülke arasında ateşkes imzalanmıştı. Bu anlaşmalardan birincisi Ermenistan’ın Hocalı katliamını (25-26 Şubat 1992) gerçekleştirmesi, ikincisi ise Şuşa ve Laçın’ı işgal etmesi (8-9 Mayıs 1992 ve 18 Mayıs 1992) nedeni ile sonuçsuz kaldı.
İran’ın her arabuluculuk girişiminin Azerbaycan aleyhine olumsuz sonuçlar doğurması, Azerbaycan yetkililerinde İran’ın tarafsız olmadığı kanısını pekiştirdi.
İran’ın arabuluculuk girişimlerine sadece Azerbaycan’ın değil, Rusya’nın da mesafeli olduğu biliniyor. Karabağ konusunda görüşleri Batılı ülkelere yakın olmasına rağmen İran AGİT Minsk Grubu gibi uluslararası girişimlerde de yer alma imkânı bulamıyor.
Mezhepsel yüzü
Dini lider Hamaney’e yakın siyasetçiler ve Şii din adamları, ‘Karabağ Müslüman toprağıdır’ şeklinde açıklamalar yapıyorlar. Bu açıklamalar yeni de değil. Örneğin, Haziran 1993’te Tebriz’de halka seslenen, dini lider Hamaney, “Ermenistan devleti ve Karabağ Ermenileri bölgedeki Müslümanlara zulüm uygulamaktadırlar”, demişti. Din adamlarının bu tavrı aslında devletin “Ermenistan-Azerbaycan çatışmasını etnik bir çatışmadır, dinsel/mezhepsel bir anlam verilmemelidir” yönündeki tavrıyla da çelişiyor.
Karabağ, İran’ın dinsel/mezhepsel rejim kimliği ve dış politikasını sorgulatan durumlardan biri. Çoğunluğu Şii Müslümanların oluşturduğu Azerbaycan, İran dış politikası açısından çeşitli sorunlar doğuruyor. Irak, Yemen, Bahreyn ve Ortadoğu’daki diğer Şii grupların hakiki hamisi olduğunu iddia eden Tahran’ın, Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan çatışmasındaki tarafsızlık iddiası ona yönelik tutarsızlık ve samimiyetsizlik suçlamaların yöneltilmesine neden oluyor. Bu tartışma İran kamuyu ve siyasal yönetiminin içinde de yoğun şekilde devam ediyor.
Azerbaycan içindeki dindar kesimin İran’a sempati beslediği bilinir. Onlar İran’ın kutsal kentlerini ziyaret ederler. Muharrem ayındaki mezhepsel törenlerde Azerbaycan’daki cadde, sokak ve camilerde İran’ın etkisi açık şekilde görünür. Bazı Azerbaycan vatandaşları İran Şii mühtedileri taklit mercii olarak kabul ederler. Bu nüfuz bazı bölgelerde o kadar derindir ki, Bakü’de İran’ı eleştiren bir roman yazarının (Refik Tağı) İranlı bir din adamının fetvasıyla öldürüldüğü bile biliniyor.
Hal böyle olunca, İran’daki Şii din adamlarının açıklamaları, ülke içinde ve dışındaki dindar kesime yönelik, ortaya çıkan tutarsızlığı kapatmak, muhtemel hayal kırklıklarını tamir, tadil ve yumuşatmaya dönük kamu diplomasisi girişmeleri olarak yorumlanabilir. Zira İran’da devlet içinde ihtilaf yoktur, tek hedefe hizmet eden çelişkili görünümlerin arasında aslında işlevsel bir iş bölümü vardır.
Güvenlik yüzü
İran’ın resmî açıklamalarının büyük bölümünü ateşkes, arabuluculuk gibi sözler teşkil ediyor. İran, Ermenistan- Azerbaycan sıcak çatışmasını güvenlik tehdidi olarak görüyor ve durdurulması gerektiğini dile getiriyor çünkü İran sınırında devam eden çatışmaların büyümesi İran için, çatışmaların İran içine sıçraması da dâhil, çeşitli riskler içeriyor. Bu risklerin başında da çatışmaların topyekûn savaşa dönüşmesi halinde ciddi sığınmacı sorunu doğurma ihtimali geliyor.
İran, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının ülkenin iç istikrarını etkileyebilecek potansiyele sahip olduğunu da düşünüyor. Zira, Tahran yönetimi Karabağ konusunda İran kamuoyunu ve 25-30 milyon civarında olan Azerbaycan Türklerini ikna edemedi.
Karabağ sorunu İran’daki Türkleri özellikle Azerbaycan Türklerini derinden etkiliyor. Azerbaycan-Ermenistan çatışması İran’daki Türk milliyetçiliğinin kitleselleşmesinin de en önemli nedenlerden biri.
1990’larda Ermenistan-Azerbaycan çatışması sürerken Azerbaycan Türkleri İran’ın genelinde gösteri, miting, oturum düzenlemek, bildiri yayınlamak ve duvarlara sloganlar yazmak yoluyla protestolarını belirtmişlerdi. 1992 ilkbaharında Tebriz kentinde öğrenciler Ermenistan’a karşı gösteri düzenlediler. Bu gösteride “Ermenistan’a ölüm” ve Ermenistan’ın en yakın destekçisi olarak bildikleri “Fransa’ya ölüm” sloganı atıldı. Benzer protesto gösterileri, Tahran ve Urmiye gibi diğer kentlerde de düzenlendi. O dönemden başlayan bu hassasiyet, her zaman gösteriler biçiminde olmasa da büyümeye devam ediyor.
İran’ın başka bir güvenlik endişesi de sıcak çatışmanın büyümesi halinde başka ülkelerin askerî güçlerinin bölgeye taşınması ihtimali. İran bu nedenle sürekli bu çatışmanın bölge içi dinamikler çerçevesinde çözülmesi gerektiğini söylüyor. İran’a göre çatışmanın büyümesi halinde Rusya, Türkiye, Fransa, ABD ve muhtemelen İsrail gibi ülkelerin askerî güçlerinin bölgeye girmesi ihtimali var.
Ermenistan-Azerbaycan çatışması İran-Türkiye ilişkilerini de olumsuz etkileme potansiyeline sahip. Tahran’ın Bakü-Ankara yakın iş birliğinden rahatsız olduğu açık. Türkiye’nin Azerbaycan kamuoyunda nüfuzu artarken İran’ın irtifa kaybetmesi Tahran’ı zora sokuyor. Bu durumun, İran ve Türkiye’nin Azerbaycan üzerindeki geleneksel rekabetini keskinleştirme potansiyeline sahip olduğu da söylenebilir.
Bölgesel yüzü
İran, komşuları olan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmaların onlarla kurduğu ikili ilişkilere zarar vermesini önlemek için tarafsız kaldığını iddia ediyor ama Tahran-Erivan ilişkilerinin, Tahran-Bakü ilişkilerinden daha iyi olduğu da biliniyor.
Azerbaycan, İran’ı tehdit algılamasının merkezine oturuyor. İran sınırları içinde ciddi oranda Türk nüfusu, özellikle Azerbaycan Türkü bulunuyor. Azerbaycan Türkeri, 20. yüzyılın başından günümüze kadar sürekli millî istekleri doğrultusunda ayaklandılar. Bu durum İran’daki Azerbaycan (Güney Azerbaycan) bölgesini Tahran için potansiyel bir tehdit merkezine çeviriyor.
Ayrıca 19. ve 20. yüzyıl boyunca Bakü her zaman Tebriz’i etkiledi. Bakü’nün Tebriz’i etkileme potansiyeli 1991’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından da kendini gösterdi. Bakü’nün İran’daki Azerbaycanlılar açısında çekim merkezi olmasının Tahran yönetimi açısından önemli bir endişe kaynağı olduğu biliniyor.
İran-Azerbaycan ilişkisini etkileyen diğer bir önemli unsur, Azerbaycan’ın laik/seküler devlet sistemi ve dış politikası. Ayrıca İran, Azerbaycan’ın ABD, Avrupa Birliği (AB) ve İsrail ile olan ikili ilişkilerini de güvenlik tehdidi olarak görüyor ve Azerbaycan’a özellikle İsrail konusunda baskı yapmaya çalışıyor.
Bütün bu tehdit algılamalarına rağmen İran, Azerbaycan’la ilgili aktif bağımsız bir politika üretemedi ve Azerbaycan konusunda diğer Orta Asya ve Kafkas ülkelerinde olduğu gibi Rusya merkezli bir dış politika izlemeyi tercih etti. Rusya’nın varlığı nedeniyle Tahran, Azerbaycan siyasi ve toplumsal hayatına doğrudan müdahaleden çekiniyor. Esasında İran güçlü bir Azerbaycan istemediği için Ermenistan ile iyi ilişkiler geliştirmiş ve Dağlık Karabağ konusunda Ermenistan’a yardımda bulunmuştur, demek yanlış olmaz.
Güçlü bir Ermenistan’ın varlığı İran’ın Kafkasya politikasında önemli yere sahip. Zira, Ermenistan’ın Azerbaycan’la gergin ilişkisi Azerbaycan’ın büyümesini ve İran’daki Türkler için bir çekim merkezi olmasını engelliyor. Ayrıca Azerbaycan- Ermenistan çatışması, her iki devleti İran’a doğru itiyor.
İran, Rusya’ya bağımlı bir dış politika izlediği bilinen Ermenistan’ın Rusya’dan kopup Batı’ya yaklaşmasından da endişe duyuyor ve bunu engellemek için Ermenistan’ı destekleyerek onu rahatlatmaya çabalıyor. İran, Ermenistan’ı Türkiye’nin Kafkasya etkinliğini sınırlandırmak ve küresel anlamda Avrupa ve ABD’deki Ermeni diasporası üzerinde de belli bir söz hakkına sahip olmak için de destekliyor.
Milliyetçilik yüzü
İran, Karabağ siyasetini ‘jeopolitik gerçekler’ temelinde geliştirdiğini söylüyor. İranlı diplomat ve uzmanların ‘jeopolitik gerçeklik’ olarak adlandırdığı aslında İran-Ari milliyetçiliği- Pers milliyetçiliğinden başka bir şey değil. Zira İran’a göre, Azerbaycan, 1812 ve 1828 Rus-İran savaşları sonucu İran’dan ayrılmış ve hâlâ da “ana vatan” İran ile tarihsel, kültürel ve dinsel bağları olan bir coğrafya. Bu anlayış, İran’ın “tarihi bir parçası olan Azerbaycan’ı” aynı zamanda “İran Uygarlık Havzası’nın” içinde görür.
İran milliyetçilerinin iddialarına göre Bakü merkezli Azerbaycan bölgesi tarihte Aran veya Albaniya olarak isimlendirilmiş, hiçbir zaman Azerbaycan olmamış, bu isim 1918’de Mehmet Emin Resulzade tarafından verilmiştir. İran milliyetçilerine göre, o bölgeye Azerbaycan ismi verilmesinin nedeni, Pan-Türkistlerin desteğini alarak İran’ın parçalanmasını sağlamaktır. İran İslam Cumhuriyeti de bu görüşü benimser. Onlara göre İran tarihi toprağı ve kültür havzası olan bölge Azerbaycan olarak adlandırılarak kökeninden kopartılmış ve ‘ana vatan’ aleyhine tehdit olabilecek etkin potansiyel imkânlara sahip olmuştur. İran’daki 25-30 milyon Azerbaycan Türkünün varlığı ve tarihsel olarak Bakü’den etkilendikleri gerçeği bu endişeleri daha da derinleştirmiştir. İranlılara göre Azerbaycan’da iktidarda kimin olmasından bağımsız olarak, Bakü, Tahran için potansiyel tehlikedir.
İran açısından Ermenistan-Azerbaycan çatışması bu potansiyel tehdidi zayıflatmak ve muhtemel zararlarını kontrol etmek açısından önemli. Zayıf ve yenilmiş bir Azerbaycan’ın İran’a tehdit imkânı zayıflar ve varlığını sürdürmek için Tahran’a bağımlı hale gelir. Zayıf ve yenilmiş bir Azerbaycan, İran’daki Azerbaycanlılar için çekim merkezi de olmaktan çıkar. Toprak bütünlüğünü koruyamayan, zayıf bir Türk/Azerbaycan kimliğinin İranlılığa karşı ideolojik, jeopolitik ve politik tehdit imkanını da azalmış olur. Bugün iktidar ve muhalefetiyle İran siyasi seçkinlerinin kahir ekseriyetinin topyekûn Ermenistan’ı desteklemesinin arkasında yatan gerekçe de budur.