`İki yüz eşekten bir tek insan fikri çıkar mı?`
Arslan Bulut
Meslek hayatım boyunca Türkiye'nin te 01 Ocak 1970
Meslek hayatım boyunca Türkiye'nin temel sorunlarını incelemeye çalışırken, aynı konuları ve hemen hemen aynı bakış açısıyla fakat kendi uzmanlıkları çerçevesinde araştıran ve yazanlarla karşılaştım. Onlardan birincisi, merhum Yaşar Nuri Öztürk idi. Ne zaman sosyal bir konuya el atsam, Yaşar Nuri Öztürk'ün aynı alanda kapsamlı bir eseri olduğunu fark ettim. Hoca da hem benim hem Yeniçağ gazetesinin ne yapmak istediğinin farkındaydı. Bu frekansta başlayan dostluğumuz, aynı istikamette devam ediyor... Yaşar Nuri Öztürk'ün oğlu Dr. Mustafa Tahir Öztürk, ölümünden sonra babasının dördüncü eserini de Yeni Boyut yayınları arasında yayınladı. Sonuncu eserin adı, "Müslümana Mektuplar."***
Kitapta hem Türkiye'de hem de dünyada yaşanan bunalımın köklerini sorgulayan bir bölüm var: "Değerlerin Hastalanması..." "Değerler, canlı mıdır ki hastalansın?" denilebilir. Yaşayan veya ölen değerler yok mu? Yaşar Hoca, deyimi; Amerikalı yazar Henry Clausen'in "Alelâdenin Ötesi" (Beyond the Ordinary) adlı eserinde, çağımızın bunalım sebeplerinden biri olarak gösterdiği "Value Sickness"in karşılığı olarak kullandığını belirterek konuya başlıyor ve bakın neler söylüyor: * Değer yargılarının altüst olmasıyla ortaya çıkan rahatsızlık, gelecek doğuşların habercisi olduğu kadar eşiğinde bulunduğumuz çöküşlerin de habercisidir. *Gerçekle dost olanlar bilirler ki, insanı acıların kucağına atan ve medeniyetleri çökertip, kavram ve kurumları yozlaştıran, insanın insanı horlamasıdır. Çünkü her şeyin mihverinde insan var ve insanın onuru da insanın özüdür. *İnsanı kahreden en zehirli bela, onun, hemcinslerinin ihanet ve sömürüsüne maruz kalmasıdır. İnsan tabiatı; dürüstlük ve samimiyetle iğne batırana nefretle bakarken, yalan ve riyakârlıkla okşayana şükran duyabilmektedir.
*İnsanın insanı horlaması, yalanı egemen kılmayı zorunlu hale getiriyor. Bu yüzdendir ki, bizim ülkemizin de içinde bulunduğu koca bir "geri kalmışlar dünyası", yalanı iyi söyleyen ve iyi kullanan kadroların pençesinden kolay kolay sıyrılamıyor. Yaratıcılık ve erdem gibi değerler açısından, en iyi ihtimalle, beşinci sınıf benliklerden oluşan bu kadrolar, büyük kitleleri kandırmakta, hatta kendilerini onlara "alternatifi olmayan ustalar" diye kabul ettirebilmektedir. *Yalanı egemen kılmanın yolu ve sonucu ise değerlerin aşınması, kargaşasının ortalığı sarması oluyor. Su bulandırılmadan, yalana rızık olacak avlar yakalamak imkân dışıdır. Su bulandırılıp kavram kargaşası başlayınca da değerler kokuşur, yalan yeni yalanlar üretir, cüceler dev diye sunulur. Ve nihayet kaos, insanı boğacak bir yoğunluğa ulaşır… *** Hoca, "Hastalığa uğrayan değerlerin başında din gelmektedir." diyerek örnekler verdikten sonra "Hastalanan değerlerden biri de demokrasidir" diyor:*Muhammed İkbal, "demokrasi insanları tartacağı yerde sayar" diyordu. Yakınışın esası bellidir: Sonuç sayıya göre saptanacağından "tartı"yı hareket noktası şuurlu bir kitle yetiştirmemek, demokrasi sömürücülerinin hedefi olmalıydı. Çünkü yine İkbal'ın ifadesiyle, "iki yüz eşekten bir tek insan fikri çıkmaz." *Günümüzde demokrasi, taşıdığı anlama uygun bir "halk idaresi" değil, "yığınların hır çıkarmadan sömürülmesi"nin güvenli yoludur. Bu manzarayı gören, gerçek ahlâk ve erdem taşıyıcıları, hastalanmış bir değerler sisteminin yekûnu haline gelmiş "politika"ya bulaşmaktan kaçıyor ve büyük kitle, kucağına düştüğü yalanı palazlatmaya hizmet ettiğinin bir türlü farkında olamıyor. *Oysa mutlu yarınlar, hasta hale getirilmiş değerleri sağlıklı yapılarına kavuşturmakla kurulabilir, onları inkârla değil. Bu da değerlerin gerçek yüzlerini, kişiliklerinde bize seyrettirecek insanlar yetiştirmekle mümkün olur.