Bugün ben amcamı kaybettim.
İbrahim Metin 01 Ocak 1970
Bazılarınız onun “gerçek amcam” olup olmadığını soracaksınız.
Çok şükür ki “geçek” bir amcam var. Ve cidden yeğenlerinin her birini ayrı ayrı pek çok sever.
Peki kaybettiğim amcam kimdi o zaman?
Kaybettiğim amcam, babamın kardeş bildiği, kardeş edindiği amcamdı, İbrahim Amca’mdı. Şimdi “Bize ne senin amcandan? Sen kimsin ki? Sen kimsin ki senin amcanı ne yapalım?” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Şöhretin yaldızlı perdelerinin arkasından çıkıp gözlerinizi hiç kamaştırmadı benim amcam.
Benim amcam, Florya sahilinde bir İttihatçı gibi rakı içerken sizin en akademik ve steril ezberlerinizden ve en itaatkâr siyasal mensubiyetlerinize kadar bütün yüzeysel kalıplarınıza aykırı bir hayat yaşadı.
Yüzünden tebessüm eksik olmadı.
Yüzünden tebessüm eksik olmadı derken bunun ne önemi olabileceğini düşünüp bön bön bakıyorsunuz.
Soğuk savaşın dehşet dengesi Türkiye’yi bir o yana bir bu yana savururken ailesi bildiği ülküdaşları bir bir şehit edilirken o “Devlet Gazetesi’ni” çıkarıyordu. Türkiye’yi küçük bir Rus ağılı ya da Çin ahırı yapmak için uğraşan sayısız militanın kan akıtıp alabildiğine yalanlar uydurdukları bir devirde o, günbegün şehit edilen ülkücülerin, Türk evlâdının adını size duyurmaya uğraşıyordu. Bugün geriye dönüp baktığınızda, Türkiye’nin nasıl bir iç savaş deneyiminden geçtiğini kaydeden az sayıdaki milliyetçi yayından birinin “Devlet Gazetesi” olduğunu göreceksiniz.
Babam ölmüştü. Babanızın ölmesi ne demektir bilir misiniz? Kökleriniz topraktan kopar. Yer ayağınızın altından kayar ve hayatın artık asla eskisi gibi olamayacağını anlarsınız.
Ve ben İbrahim Amcam’larda kaldım o gece. Sarı ampullü mütevazı bir salonda, bir kanepenin sırtında “Devlet Gazetesi’nin” ciltleri duruyordu. Benim babam ölmüştü ve amcam beni olanca serin tebessümüyle teselli ediyordu. Babamın ruhu sanki onun gülümseyişinden bir parçayla bana gülümsüyordu.
Ve…
Bir sürü kitap bastı o, bir sürü kitap! Hanginiz Töre Devlet Yayınevi’ni hatırlıyor bilmiyorum ama… Ömrünün son yıllarında “Türkçe” düşüncenin ve Türkçe edebiyatın son kalesini yaşatabilmek için çabaladı.
Süslü cümleler kuramıyorum. Çünkü hiçbir cümle, varını yoğunu bir gazete çıkarmak, kitaplar basmak için harcayan bir Türk kahramanını anlatmaya yetmiyor. Çünkü hiçbir edebî metin, elleri yüzleri matbaa mürekkepli çocukların, babalarının giriştiği kahramanlığa duydukları hayranlığı anlatmama yetmiyor. Çünkü hiçbir cümle daha çocuk yaşta kamyon kullanmayı öğrenip de sadece Türkiye’yi değil Avrupa’yı bile adım adım dolaşıp da “Türk Ülküsü’nün” o muhteşem demir zırhını ören kahramanlarından birini anlatmaya yetmiyor.
Benim babam öldüğünde, onun için yazan iki kişiden biriydi. “Senin baban kim lan?” dediğinizi duyar gibiyim. Benim babam bir Türktü. Ve amcam da onun gibi bir Türktü. Şimdilerde bu size pek anlamsız gelebilir ama “Türk” ileri atılıp geri gelmeyen insan demektir.
Eminim şimdi bizi duyuyor ve gülüyordur, amcam. Çünkü hep güldü, hep güldürdü bizi. Çünkü o bir Türk çerisiydi ve ruhu, gelgeç tutkuların, hasetlerin açgözlülüklerin fırtınalarının asla yıpratamayacağı kadar sağlamdı.
Eminim şimdi Tanrı Dağı’nda, Coşkun Karakaya’yla, Niyazi Adıgüzel’le, Muzaffer Eriş’le, İsmet Tümtürk’le, Abdurrahman Çelik’le, İbrahim Gökbörü’yle, Nejdet Sançar’la, Atsız’la ve daha pek çok Türk çerisiyle oturmuş sohbet edip gülüşüyorlardır.
Ben bugün İbrahim Metin Amca’mı yitirdim.
Sizin amcalarınız ne kadar meşhurdur bilmem ama ben bugün ruhu babamın ruhuyla aynı kahramanlık kumaşından dokunmuş bir amcamı yitirdim. Ben bugün “Türk kimdir?” diye sorulduğunda, bir Hun oku katiyetiyle gösterilecek amcamı yitirdim.
Eminim şimdi çok daha iyi bir yerdedir.
Ne diyelim? Vatan sağ olsun!
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!