ABD’nin seçimi, Türkiye ve dünya
Barış Doster 01 Ocak 1970
Dünyada ABD’den sonra, ABD seçimlerini en çok konuşan ülke olarak öne çıkıyor Türkiye. ABD dışında başka hiçbir ülkede medya, başkanlık seçimine Türk medyası kadar yer ayırmıyor. Sırf bu durum bile, ABD’nin Türkiye üzerindeki yapısal nüfuzunu göstermesi, ikili ilişkilerdeki dengesizliği resmetmesi, bağımlılık ilişkisini ortaya koyması açısından dikkat çekici.
Gelelim ABD’deki başkanlık seçiminin ortaya koyduğu gerçeklere. Bu yazı yazılırken seçimin sonucu belli değildi. Beş eyalette oy sayımı sürüyordu. Mevcut başkan ve Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump, posta yoluyla kullanılan oylarda usulsüzlükler olduğunu, kazandığı seçimin çalınmak istendiğini, işi yargıya taşıyacağını söylüyordu. Zaten sandıktan çıkan sonuca uymayacağının, mahkemenin yolunu tutacağının işaretini daha önce vermişti, hem de birçok kez. Demokrat aday Joe Biden ise sükûnet çağrısı yapıyor, seçimi kazanacağını söylüyordu.
ABD’nin önceliklerini kim belirler?
Sıklıkla vurguluyoruz: ABD’de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadardır. ABD gibi emperyalist bir devletin politikalarını başkanın kişisel tercihleri, ten rengi, etnik, mezhepsel kimliği değil, ABD’nin öncelikleri, hedefleri, çıkarları, tehdit tanım ve algıları belirler. ABD, başkandan ibaret değildir. Bu ülkede müesses nizam; sivil - asker bürokrasi, Kongre, dışişleri, savunma, maliye bakanlıkları, istihbarat kuruluşları, askeri - endüstriyel yapı başta olmak üzere büyük sermaye, Yahudi lobisi ve diğer etkili lobiler, medya ve akademi ile birlikte değerlendirilir. Siyasi, iktisadi, askeri ve yumuşak güç unsurlarıyla dünyanın en etkili emperyalist gücünün üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileri tartışılmadan, dev şirketlerinin pazar, hammadde, yatırım, ucuz emek ihtiyaçları hesaba katılmadan, ABD’nin iç ve dış politikaları anlaşılamaz.
ABD son yıllarda, fazlasıyla bölünmüş, kutuplaşmış bir siyasal ve toplumsal yapıyla anılmaktadır. Hegemonya kabiliyeti, küresel hâkimiyeti aşınmaktadır. Ülke Cumhuriyetçiler ile Demokratlar, muhafazakârlar ve liberaller, kıyı bölgeleri ile iç bölgeler, zenginler ve fakirler olarak bölünmüştür. Her ne kadar Trump döneminde istihdam göstergeleri göreli olarak iyi seyretse de salgın hastalıkla birlikte işsizlik ve yoksulluk artmıştır. Salgın hastalık öncesi işsizlik oranı, son 50 yılın en düşük düzeyine inmişken, salgın hastalıkla birlikte, birkaç ay içinde 40 milyon kişi işsiz kalmıştır. Ekonomik sorunlar, salgınla mücadelede başarısızlık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sağlık sistemindeki aksaklıklar, yoksulların sağlık, sosyal güvenlik sisteminin dışında kalması ve ırkçılık toplumun gündemindeki öncelikli sorunlardır.
Dış politikada, Çin ve Rusya’ya karşı istediğini alamayan bir ABD vardır artık. Biden, rakibini Rus yanlısı olmakla, 2016’daki seçimleri Rusların yardımıyla kazanmakla suçlamıştır. Trump ise Biden seçilirse ABD yurttaşlarının Çince öğrenmek zorunda kalacaklarını söylemiştir. Bu karşılıklı ithamlar, iki adayın kampanya sırasındaki karşılıklı atışmalarının ötesinde, ABD’nin strateji belgelerinde “hasım devlet” olarak tanımladığı iki güçten ne kadar çekindiğini göstermektedir.
Kısacası, ABD’nin politikalarını, başkanın kim olduğu değil, bu ülkenin emperyalist karakteri belirler. Türkiye - ABD ilişkileri de bu gerçeğe göre şekillenir.