« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 Kas

2020

BAHAEEDDİN ÖZKİŞİ 1928 – 10.11.1975

Ahmet Cüneyt Issı 01 Ocak 1970

Tam adı, Mehmet Bahaeddin’dir. İstanbul Fatih'te dünyaya geldi. Babası, Ömer Lütfi Efendi; annesi, aynı aileden Hâfız-ı Kur’an Azize Hanım’dır. Ömer Lütfi Efendi’nin babası, yani Özkişi’nin dedesi ise Demirci (Manisa) ilçesinin Nakşî şeyhlerinden Hacı Halit Efendi'dir.

Ömer Lütfi Efendi, babasının vefatının ardından bir süre Bursa Medresesi’nde, daha sonra da İstanbul'da eğitimine devam etmiştir. O yıllar, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’na denk geldiği için zaman zaman eğitimine ara vermek zorunda kalmış, bu yüzden eğitim hayatı normalden daha uzun sürmüştür. Eğitimini tamamladıktan sonra Balıkesir’de dersiâmlık, Silivri’de müftülük, Beyoğlu’nda müftü müsevvitliği görevlerinde bulunmuştur. Son görevi, Zeyrek Camii imamlığıdır. Bu yüzden, babası çevredeki insanlar tarafından "Zeyrek Şeyhi" olarak tanınmıştır. Bir de ilmihâl kitabı olan Ömer Lütfi Efendi’nin Bahaeddin dışında, ondan altı yaş küçük bir çocuğu daha vardır.

Bahaeddin Özkişi’nin çocukluğu, Fatih-Karagümrük çevresinde geçmiştir. Öğrenimine altı yaşında, şimdi adı Ahmet Rasim İlköğretim Okulu olan Karagümrük’teki 20. Yıl İlköğretim Okulu’nda başlamıştır. 1939 yılında aynı semtteki Karagümrük Ortaokulu’na kaydını yaptırmıştır. 1942’de Sultanahmet Sanat Enstitüsü’nün Özel Tesviyecilik Bölümü’ne girmiş, 1946 yılında mezun olmuş ve Devlet Deniz Yolları’nda çalışma hayatına atılmıştır. İki yıl devam ettiği Haliç Tersanesi’ndeki işinde fabrika-havuzlarında, denizaltı gemilerinde ve istim makinelerinde deniz tesviyecisi ustası olarak çalışan Özkişi, 1948’de istifa ederek bir süre Evren Çivi Fabrikası’nda kalıpçılık yapmıştır.

Askerliğini Erzurum’da, Doğu Bölgesi Emniyet Başmüfettişliği’nde yapmıştır (10.08.1948/09.09.1950). Tezkere aldıktan sonra kısa bir zaman işsiz kalmıştır. Yakınlarının desteğiyle açtığı camcı dükkânını da ticaretten anlamadığı için yine çok kısa bir zaman sonra kapatmak zorunda kalmıştır.

1951-1955 yılları arasında Devlet Hava Yolları Yeşilköy Havaalanı’nda oto makinisti olarak çalışmış, daha sonra buradan istifa ederek özel bir tamirci dükkânı açmıştır. 1956’da dükkânı istimlâk edilince İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Malzeme ve İkmal Usulleri Enstitüsü Müdürlüğü’nde kaynak ustalığı sınavına girmiş, başarılı bulunarak burada kaynak ustası olarak çalışmaya başlamıştır (19 Eylül 1956). Bir yandan işine devam ederken, bir yandan da Kaynakçılık ve Kaynak Tekâmül Kursları’na katılmış, sonunda da kaynak öğretmeni sıfatını kazanmıştır. 23 Eylül 1960-4 Mart 1962 tarihleri arasında Elektrik Ark Kaynağı Öğretmenliği eğitimi almak üzere Almanya’ya gönderilmiş, dönüşünde İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Kaynak Laboratuvarı Şefliği’ne tayin edilmiştir.

Yazar, Fatma Özden Hanımefendi ile 1969’da evlenmiştir. Bu evliliğinden Zeynep adlı bir kızı dünyaya gelmiştir.

Sanat ve edebiyatla Sultanahmet Sanat Enstitüsü’nde öğrenciyken ilgilenmeye başlayan Özkişi, emekliye ayrılarak kendini tamamen edebiyat ve sanata vermeyi düşündüğü bir sırada beyin kanaması geçirmiş; 1975’in 8 Kasım’ını 9’una bağlayan gece, 02.00 sularında, Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayatını kaybetmiştir. Cenaze namazı, İskenderpaşa Camii İmamı Mehmet Zahid Kotku tarafından kıldırılmış, na’şı Edirnekapı Mezarlığı Sakızağacı Şehitliği’ndeki baba ve annesinin mezarlarının bitişiğine defnedilmiştir.

Ayrıntılı bilgi için bkz. Issı, A. Cüneyt (2012). Hayat ve İnsan'ın Sokak'larında Bahaeddin Özkişi'nin Öykücülüğü (2. Baskı). İstanbul: Roza Yayınevi.

Özkişi’nin sanatçı kimliğinin ve eserlerinde beliren bakış açısının oluşmasında ailesinden aldığı tasavvuf terbiyesi kadar küçük yaşlarda başlayıp ölümüne değin devam eden okumalarının da önemli katkısı olmuştur. Okumaları daha çok edebiyat, tarih, din ve tasavvuf alanlarında yoğunlaşmaktadır. Tarihe ilgisinde özelikle Samiha Ayverdi’yle tanışması çok belirleyici olmuştur. Osmanlı’nın devlet yapısı, Avrupa ve Macaristan’la ilişkiler, yazarın tarihçi titizliğiyle üzerinde durduğu konulardan bazılarıdır. Bu bağlamda, Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan, Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Enver Ziya Karal gibi tanınmış tarihçilerin çalışmalarını yakından ve dikkatle izlemiştir (Özarslan 1984: 6).

Zaman zaman sohbet için evine gittiği Ahmet Hamdi Tanpınar, yazarın öykücülük serüveni açısından önemli bir figürdür. Bir sohbette, yazdığı öykülerden birini dinleyen Tanpınar’ın "Devam et evlâdım. Sen on tane Sait Faik edersin." demesi, yazarın öyküye daha bir şevkle sarılıp devam etmesinde çok teşvik edici olmalıdır (Özarslan 1984: 6).

Ara vermeden okumaya, 1969'da evlendiği Fatma Özden Hanım’ın teşvik ve yardımıyla ölümünden iki gece öncesine kadar da yazmaya devam eden Özkişi’nin sanatçılığı, yalnız öykü ve roman yazarlığıyla sınırlı değildir. O, sanatın değişik kollarına ilgi göstermiş çok yönlü bir sanatçıdır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda Süheyl Ünver'den tezhip dersleri almış, cam üzerine tezhip çalışmaları yapmıştır. Yağlı boya resim çalışmaları da olan (Aköz 2004) Özkişi’nin bir başka yönü el, göz, zihin yaratıcılığını bir arada kullanarak yaptığı maket evlerde görülmektedir. Maket evler, eski İstanbul evlerinin üç boyutlu, dört cepheli dizaynıdır. Aslında onun bu çalışmaları, salt kaybolan bir mimari anlayışını yarına taşımak olarak değil, bu kurguyu oluşturan hayat yapılanışını ve bu yapılanışıyla eski İstanbul’u sonsuzlaştırmak özleminin yansıması gibi değerlendirmelidir. Öykülerinin bazılarında ve Sokakta adlı romanında bu hassasiyetini satırlarda yansıtırken, maket evlerde görsel zemine taşımaktadır.

Ortaya koyduğu eserlerinde Hakk’ın rızasını gözeten, yanlış bir şey söyleyip de "büyük hesap gününde suçlu düş[mekten]" korkan Özkişi (Yardım 2005: 247), bu hassasiyetiyle Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi sanatçılarla birleşen bir anlayışın temsilcileri arasında değerlendirilebilir.

14-15 yaşlarında yazı denemelerine başlayan Özkişi’nin yayımlanan ilk eseri bir öykü kitabı olan Bir Çınar Vardı (Vakit Matbaası, 1959) olmuştur. Ömer Lekesiz’in "ilk kalem denemeleri olmaları nedeniyle bir tarzın öyküleri olmaktan çok, bir tarzın arandığı öyküler"den oluştuğunu söylediği kitapta (Lekesiz 2004: 103) toplam yirmi dokuz öykü yer almaktadır. Bunlardan "Hepimiz Gibi" ve "Olgun Adam" başlıklı öyküler "kısa kısa öykü" denebilecek metinlerken, diğerleri normal kısa öykü uzunluğundadır. Bir Çınar Vardı’daki bazı öyküler ise öyküden çok "deneme tadında" (Lekesiz 2004: 103) yazılmış metinlerdir.

Özkişi, 1960-1969 yılları arasında da öykü yazmaya devam etmiş, ancak yayımlamamıştır. Bunlar üzerinde ciddi çalışmalar yapması evliliğinden sonradır. 1969'da, öğretmen olan Fatma Özden Hanım’la evlendikten sonra onun teşviği ve yapıcı eleştirileriyle bir yandan yeni öyküler yazmış, bir yandan da önceden yazdığı, fakat yayımlanmadığı öyküleri üzerinde kimi düzeltme ve değişiklikler yapmıştır. İlk kitabındaki öykülerle karşılaştırıldığında yazarın öykücü kimliğini bulduğunu gösteren bu öyküler, 1975 yılında Ötüken Yayınevi tarafından Göç Zamanı adıyla basılmıştır (Kitabın diğer baskıları, aynı yayınevi tarafından, 1990 ve 1995 yıllarında yapılmıştır). Kitapta 28 öykü yer almaktadır. Kaderin bir ironisi olarak, kitabının yayımlandığı gün Özkişi "Göç Zamanı" adlı öyküdeki Dede gibi Münâdî'nin "Göç zamanıdır." çağrısına uymuş, kitapçı raflarında eserini göremeden bu dünyadan göçmüştür. (Özarslan 1984: 132) Göç Zamanı, aynı yıl Türkiye Milli Kültür Vakfı'nın başarı ödülüne layık görülmüş ve ödül eşine takdim edilmiştir.

Özkişi’nin evrakları arasında bulunan yayımlanmamış 13 öyküsü 2008’de diğer iki kitapla birlikte, Göç Zamanı üst başlıklı kitabın "Papağan Dedi ki" adlı bölümünde yayımlanmıştır.

Özkişi’nin öykücülüğü -uzun yıllar eserlerinin ilgisizliğe mahkûm edildiği bir an görmezden gelinirse- romancılığının gölgesinde kalmıştır, denebilir. Gerçi, romanlarının ve romancılığının da etraflıca incelendiği söylenemez. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öykü yazmasını teşvik ettiği Özkişi’nin öykülerinin özelliklerinden biri, Tanpınar’ın Sait Faik vurgusuna bağlı kalınarak söylenecek olursa, çoğunluğunun durum öyküsü tarzında kaleme alınmış olmalarıdır. Öykülerinde eylem/hareket olabildiğince azaltılmış, bireyin ruh dünyası ve zihinsel çelişkileri bilinç akışı, iç monolog, geriye dönüş teknikleri kullanılarak ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu durumun yazarın birçok öyküsünü metnin anlatıcısı da olan başkişinin kendi kendini değerlendirdiği bir çeşit anıya, monoloğa, ama en fazla da "zihinsel ve ruhsal murakabe metni"ne dönüştürdüğü söylenmelidir. Başkişilerin murakabeleri, bireyin "tesadüfen" karşılaştığı biri, bir nesne ya da bir vesileyle bugüne taşınan bir "geçmiş"i hatırlamasıyla başlar. Çoğunluğu birinci tekil şahıs anlatıcıyla sunulmuş olan öykülerin bu özelliği, yazarın mensubu olduğu çevrenin değerler dünyasıyla, duygu, düşünce ve inanç paradigmasıyla ilişkilendirilebilir. Bilindiği üzere, Özkişi dindar ve sufi bir ailenin çocuğudur. O nedenle, hayata bakışında, olayları değerlendirişinde ailesinden aldığı tasavvuf terbiyesinin etkili olması çok muhtemeldir.

Ömer Lekesiz’in belirttiği gibi Özkişi’nin çoğu "ben öyküsel" anlatıcılı öyküleri, "bencil" olmayan, bireyi, varlığını çeşitli dış olgular çerçevesinde tamamlamış biri olarak ele alan "metafizik" eğilimli öykülerdir. (Lekesiz 2004: 104) Yazarın öykülerinin kendine haslığını belki burada aramalıdır.

Özkişi’nin öykülerinin dikkat çeken bir başka özelliği, başkişilerin çift kimlikli denebilecek kişilik özellikleriyle sunulmalarıdır. Ömer Lekesiz’in "paradoks" (Lekesiz 2004: 104) olarak ifade ettiği, bir tür "itiraf/ifşa sistemi" olarak görülebilecek bu uygulamada başkişi, duygu ve düşüncelerini karşısındakine yükler; onun bilinci içinden kendini izler. Bu, öykü stratejisi anlamında düşünüldüğünde, başkişinin zihinsel ya da ruhsal çelişkisini/meselesini objektif bir mesafeden "okumak" için bir tür "kendini kendine yabancılaştırması" çalışmasıdır. "Asıl Sebep", "Misafir Geldi", "Şoför Aziz", "Telsiz Memuresi", "Yeni Gelen", "Elli Liralık Teşhis", "Palto", "Cümbüş" gibi öykülerde bu stratejinin başarılı bir şekilde kullanıldığı görülmektedir.

Bahaeddin Özkişi’nin öykücülüğünde "kötü" ve "sapkın olan"ın nedeni "dışta" değil "içte", "öteki"nde değil "kendi"nde aranır (Aköz 2004). Bu noktada Özkişi’nin öyküleri Sait Faik’ten ya da toplumcu gerçekçilerin öykülerinden ayrılır. Çünkü, onlarda "kötülük" özde değil, çeşitli dış şartlarda, söz gelimi toplumsal ve ekonomik birtakım unsurlarda aranır. Özkişi’nin öykülerinde göze çarpan başka bir özellik ise, öykü kişisinin şimdi’de yaşadığı herhangi çelişkili bir durumunun geriye dönüşlerle, geçmişte yaşadığı kimi olayların hatırlanmasıyla sorgulanması/aydınlanmasıdır. "Kurşun Dünyasından" ve "Nedenlerim", bu mekanizmanın işletilmesiyle yazılmış öykülerden birkaçıdır.

Bir Çınar Vardı ve Göç Zamanı adlı kitaplardaki öykülerinde acımasız denebilecek sertlikte öz eleştiriye yer veren Bahaeddin Özkişi, Papağan Dedi ki’deki öykülerde, yine acımasızca, sosyal ve siyasal eleştiriye yönelmiştir. "Bir Eşek Karşısında", "Zebra-Son-Animo", "Bir Heykel Öldürüldü", "Koyun Olmak", bu tarz eleştirinin en yüksek dozda ve cesurca kullanıldığı örneklerdir.

Papağan Dedi ki’de yer alan öykülerin diğer öykülerden ayrılan dikkate değer başka bir özelliği ise mesajın üzerinden verildiği kişilerin bazı öykülerde hayvan ya da cansız nesneler olmasıdır. Kısaca söylemek gerekirse, diğer öykülerdeki simgeleştirme eğiliminin bu kitapta yer alan örneklerde "alegori"ye evrildiği söylenebilir.

Bahaeddin Özkişi’nin öyküleri, hayatın sokaklarını, yani dışarıyı ve dışarının insanın duygusal ve düşünsel dünyası üzerindeki etkilerini, onun oldukça girift iç sokaklarını dolaşarak anlatmaya çalışır. Öyküler, bu bakımdan hayatın sokaklarının dışarıdan işitilmesi güç gürültüsünü bireyin içinden dinleyen; bu anlamda bireyi anlatırken toplumu, toplumu anlatırken de bireyi bütün zaaf ve meleksi yönleriyle ifşa eden öykülerdir.

Yazarın roman alanındaki ilk, yayımlanış tarihi itibarıyla ikinci çalışması Köse Kadı’dır. Eser, yayınevine "Martali Matyas" adıyla gelmiş, daha sonra yazar da ikna edilerek, Köse Kadı adıyla yayımlanmıştır (Yardım 2005).

Konusu bakımından tarihsel bir roman olan eser, Martali Matyas adlı Türk casusu etrafında 1570’li yıllardan başlayarak 1596 yılına kadar Osmanlı sınır boylarında yaşanan casusluk olaylarını, casus teşkilatının kurulması çabalarını anlatmaktadır. Romanın satır aralarında Türk’ün asil yaradılışı, devletine bağlılığı, değerleri hakkında çeşitli düşünceler yer almaktadır.

Yayınevinin Özkişi’den Köse Kadı’nın devamı niteliğinde başka bir roman daha istemesi üzerine yazdığı diğer romanı, bir yıl gibi kısa bir sürede bitirdiği ve 1975 yılında yayımlanan Uçtaki Adam'dır. Köse Kadı ve Uçtaki Adam, birbirini tamamlayan, "nehir roman" tarzında eserlerdir. O nedenle, Ötüken Yayınları Köse Kadı’nın 3. basımını Köse Kadı-Uçtaki Adam adıyla -iki romanı birlikte yayımlayarak- yapmıştır (1979). Köse Kadı’daki olayların birçoğu bu romanda çözüme kavuşturulmaktadır.

Özkişi’nin üçüncü romanı, başlattığı polemikle 2004’te yazarı edebiyatın gündemine yeniden taşıyan, bugünün okurlarının da onu tanımasına sağlayan Sokakta’dır. Roman, 1975 yılında Peyami Safa Roman Yarışması'nda başarı ödülü almıştır.

Sokakta, bir cinayet zanlısının sorgusu çerçevesinde Batılılaşma serüveninin Türk toplum hayatında meydana getirdiği olumsuzlukları, bireylerin millî ve manevi değerlerine, dolayısıyla kendilerine ve birbirlerine yabancılaşmasını vermektedir. Eser, üslup işçiliği, kurgusal yapılanış ve anlatım şekli açısından diğer iki romanından farklı, onlara göre daha olgundur. Şüphesiz, anlatım teknikleri ve kurgusal yapılanıştaki bu olgunluk ve farklılıkta romanda ele alınan konunun da etkisi vardır. İlk iki romanda ağırlıklı olarak tarihsel bazı olaylar anlatılırken, bunda yazarın duyarlı olduğu sosyal ve duygusal hayattaki değişimler, bir cinayet olayı çerçevesinde yansıtılmakta, daha çok iç konuşma ve bilinç akışı yöntemi kullanılarak karakterlerin psikolojik çözümlemelerine ağırlık verilmektedir. "Fantastik, polisiye ve psikolojik unsurları" (Özbay 2007: 89) içinde barındırmakla birlikte bunları çeşitli sembollerle ortaya koyan Sokakta, belli bir inancın şekillendirdiği, yaşayanların ilişki biçimlerini belirlediği bir sokakta, şekillendirici ve düzenleyici inanç çekildikten sonra meydana gelen değişimi, yozlaşma ve yabancılaşma’yı anlatmaktadır.

Özkişi, 1975 yılında yazmaya başladığı, ancak yalnızca 30 sayfasını yazabildiği dördüncü roman çalışmasını ise tamamlayamamıştır. Mehmet Nuri Yardım, Anadolu'da ahîlik teşkilâtı ve sünnî-şiî çatışmalarını konu edindiğini söylediği bu tamamlanmamış romanın "giriş" kısmının birkaç sayfasını eşi Fatma Özden Hanım’dan almış ve Kayıp İstasyonlar adlı çalışmasında yayımlamıştır (Yardım 2005: 263, 264).

Ziyaret -> Toplam : 125,52 M - Bugn : 109360

ulkucudunya@ulkucudunya.com