Bir Muhafazakarlık Tarifi
Can Beysanoğlu 01 Ocak 1970
Tutuculuğa ve statükoculuğa muhalif, özcü değil devamlılık içinde değişimci, adaletin izin verdiği sınırlarda eşitlikçi ve somut tarihsel duruma kendini uyarlamada pragmatik bir yaklaşıma sahip muhafazakârlık, yaslandığı bu prensiplerle makûl ve faydalı bir muhafazakârlık olacaktır.
Muhafazakârlığın birden fazla versiyonu var. Kendi tarifimi tek cümlede özetlemek gerekirse, muhafazakârlık “fıtrî olana dönüş”tür. Buna göre, kainatın Tanrıdan başlayarak bir zincir hâlinde tüm canlı ve cansız varlıkları yerleştirdiği hiyerarşide, her varlığın bir aslî doğası, bir fıtrî kökü vardır.
Bu asla sabitlik-değişmezlik anlamına gelmez; sadece değişimin, tıpkı servi ağacının dallarının aynı gövdeden, gövdenin de bir kökten çıkması gibi, değişimin varyasyonlarının o fıtrî kök içerisinde belirlendiği, onun tarafından koşullandığı anlamına gelir; sayısız olasılığı barındıran, esnek bir koşullanmadır bu. “İlahî varlık zinciri”nde hiçbir varlık kendi mütekâmil doğasının/özünün içine doğmaz. İçinde bulunduğu maddî kalıp (beden) onun doğasına doğru mükemmelleşme yolculuğunda kullandığı vasıtadır. Varlık, iç gelişim ve dış etkileşimlerle zaman içinde gerçek doğasını “kazanır”.
Soyuttan Somuta, Köklerden Kültür ve Geleneğe
Toplum hayatında muhafazakârlık, evvelâ dinin medeniyet çerçevesini teşkil eden manâ ve değerler sisteminde temellenir. Başlıca değer ölçüsü, toplum hayatına yön verici ilke ve kurallardır. O toplumun kültürü ve geleneği, kendini o ezelî ölçüye vurarak hizalanır. Öte yandan, bu ölçünün somut gerçekliğe uyarlanış biçimi de tarih, kültür ve gelenektir. İman eden bir toplum ezelî ölçüyü kabul etmiş ve ayaklarını fıtrî köklere sımsıkı basmıştır; bundan sonra o toplumun özgül tarihi, köklere uzaklaşma ve yakınlaşmalarla, zikzaklı şekilde sürecektir. Burada dikkat edilmesi gereken, teleolojik (yüksek amaca ilerleyen) bir tarih anlayışının aksine, bir merkezin etrafında yörüngede dönerken kâh merkeze yaklaşan kâh uzaklaşan bir uydu hâlinde tarihin betimlenmesidir.
Akıl ve Gelenek
Tarih içerisinde billurlaşan kültür ve gelenek, ait olunan medeniyetin o toplumda somut biçimde tortulaşmış hâlidir. Kültür, tarih ve gelenekte somutlaşmayan muhafazakârlık düşünülemez. Fakat kültür ve geleneğin kendisi bizatihi ölçü değil, ezelî ölçüyle bağımızı kuran köprüdür. Dolayısıyla geleneğe “tarihin miras bıraktığı, tecrübî bilginin deposu” olarak bakmakta haklılık payı olsa dahi, her gelenek o ölçüye uygun düşmeyebilir, sapma teşkil edebilir. Sadâkat geleneğin kendisine değil o geleneğin köprü vazifesi gördüğü ölçüyedir; sapmış, yozlaşmış, yahut işlevini kaybetmiş geleneklerden vazgeçilebilir.
Peki insan aklı geleneğin ölçüye uygunluğunu yargılayacak kudrette midir? Birçok muhafazakârlık yorumu akla bu payeyi vermez; geleneğin, soyut aklın kavrayamayacağı kadar karmaşık ve çok-boyutlu bir bilgeliğin taşıyıcısı olduğunu savunur. Lâkin yukarıda belirttiğim üzere insan sabit bir özün içine doğmadığı gibi, kültürü ve geleneği de özcü biçimde yorumlamamak gerekir. Ezelî ölçü uyarınca şu veya bu geleneği seçmede veya tarihten yeni gelenekler süzüp çıkarmada aklın “içtihat kapısı” daima açıktır. Yeter ki felsefî tefekkür, yeni gelenek yorumunun veya keşfinin ezelî ölçüye uygunluğunu ispatlayabilsin. Bu imkân, düşüncenin önünde sonsuz bir genişleme ve çoğulcu bir tartışma ortamı sunar.
Muhafazakârlık Başka, Tutuculuk Başka
Dolayısıyla muhafazakârlık, geleneği tek-biçimli ve sabit şekilde yorumlayan tutuculuktan, müesses nizam yanlılığından farklıdır. Hakiki muhafazakâr, icabında yozlaşmış bir kültüre ve geleneğe dayanan yerleşik kurumlara da karşı çıkar, onların fıtrî olana doğru yenilenmesini, bu yenilenmenin ise yine tarihimizden gelen bozulmamış kültür unsurları seçilerek ve esas alınarak yapılmasını ister.
Cumhuriyetçilik
Öte yandan muhafazakârlık, çoğul imkânlara açık yapısıyla “ezelî kökü belli ama ebedî dalları sonsuz” olduğu için, kendini somut tarihî zemine devamlı adapte etmeye açıktır. “İlahî varlık zinciri” anlayışı sabit bir varlık hiyerarşisini ima etse de toplum hayatına uyarlandığında toplumsal, sınıfsal, cinsel, siyasal roller -köke referans vermek kaydıyla- yeniden yorumlanabilir; hatta köke hizmet edeceği kanıtlanırsa belirli eşitlikçi anlayışlar da meşrulaşabilir. Bu anlamda, bireylerin iç gelişimini ve dış etkileşimini en iyi sağlayacak toplumsal yapının, herkesin birbirine aynı göz hizasından baktığı, kamusal müzakere ve mücadeleye etkin biçimde katılabilecek sosyoekonomik güce sahip olduğu bir cumhuriyetçi yurttaşlık anlayışında temelleneceği savunulabilir.
Bu imkân, “sonuç eşitliği” anlamına gelmez, sadece herkesin kendi konumunu pazarlığa açacağı, yükseltmek için çalışacağı bir “fırsat eşitliği” imkânının, ezelî ölçüden kopmamak kaydıyla muhafazakârlıkla çelişmeyeceği anlamına gelir. Söylemeye bile gerek yok ki bu tür bir muhafazakâr cumhuriyetçilik, çağın gereği olarak demokrasiyle örtüşmek, demokrasiyi benimsemek durumundadır.
Milliyetçilik
Aynı şekilde milliyetçilik de muhafazakârlığın ihtiyaç duyduğu, aynı manevî evrene, aynı manâ ve değerler sistemine bağlı, dil birliği yoluyla kamusal etkileşimini sürdüren, ülkü birliği yoluyla ortak bir kimlik ve aidiyet şuuru sunan, her türlü etnik-sınıfsal-ırksal-cinsel ayrımı aşarak “aynı topluluğun parçası” olma paydasında fertleri eşitleyen bir doktrin olarak, çağdaş muhafazakârlığın olmazsa olmazıdır.
Fransız Devrimi sonrasının reaksiyoner muhafazakârlığı her ne kadar milliyetçilikle, ulus-devletle, halk egemenliğiyle kavga etse de 1848 sonrasının muhafazakârlığı yavaş yavaş milliyetçilikle barışmış, hatta sosyalistlere karşı onunla müttefik olmuştur. Almanya’da muhafazakârlık, romantizm köprüsüyle milliyetçiliğe bağlanmıştır. Türkiye’de de ana-akım milliyetçilik, Türkçülükle Anadoluculuğu (bazen de İslamcılığı) sentezleyen bir muhafazakârlığa dönüşmüş, “Türk-İslam ülküsü” adını almıştır.
Liberalizm
Liberalizm-muhafazakârlık ilişkisi de incelenmeye değer… Bireye benliğini özdüşünüm yoluyla inşa etme fırsatı vermeyen, daha doğrusu bunu bireyin imkânları dahilinde görmeyen muhafazakârlık, bu yönüyle komüniteryen anlayışa daha yakındır. Buna göre, bireyin takip etmesi gereken amaçlar komünite tarafından belirlenecektir. Birey boş bir kağıt gibi zihnen ve ahlâken bomboş doğmaz, belirli bir manâ ve değerler sisteminin içine doğar.
O sistemi beğenmezse uzaklaşma, yeni bir sistemi bölük pörçük benimseme yahut topluma yabancılaşarak özel alanına kapanıp dar bencilliğe ve hazcılığa savrulma imkânına sahiptir, fakat gerçek anlamda istikâmet sahibi olmak, sağlam bir rotada yürümek, “nasıl yaşamalıyım” sorusuna cevap bulmak istiyorsa komünitenin yol göstericiliğini kabul etmek durumundadır. Benlik inşası, tek tek bireylerden topluma doğru değil, toplumdan münferit bireye doğrudur.
İki Farklı Özgürlük
Özgürlük nerede kalıyor bu tasavvurda? İdeal muhafazakârlık, liberal “müdahalesizlik olarak özgürlük” anlayışına değil, cumhuriyetçi “tahakkümsüzlük olarak özgürlük” anlayışına daha yatkın olmalıdır. Müdahalesizlik olarak özgürlük tasavvuru, kimi zaman fıtrî olana aykırı (yanı “adaletsiz”) toplumsal yapıları meşrulaştırabilir; hakeza fıtrata uygun toplumsal yapıların adaleti sağlayıcı, köke referans verici edimlerini “özgürlük karşıtı” olarak mahkûm edebilir. “Tahakkümsüzlük olarak özgürlük” ise fıtrî temellerden uzaklaştırıcı (gayrıadil) koşullardan kurtulmak isteyen bireye, tahakküme meydan okuma, sorgulama, yeniden müzakere etme yahut mücadeleye atılma imkânını sunar.
Bu tür özgürlük, gerek bireyin iç gelişimini engelleyen, aklı ve sağduyuyu esir alıcı tutkulardan özgürleşmesini, tutkularını sağduyunun emrine vermesini temin eder, gerekse bireyin dış mükemmelleşmesini ve aslî doğasına kavuşmasını önleyici sosyal koşullardan özgürleşmesi anlamında, çift-boyutludur. Bireyi özel alanına gömücü “özgürlük”, gerçek özgürlükten tavizdir.
Kamusal müzakere ve mücadeleye etkin biçimde katıcı erdemler ve nitelikler özgürlüğün anahtarı ve amacıdır; başka bir deyişle özgürlük bizatihi bir amaç değil, erdemli hayata yöneltici ve hangi erdemlerin fıtrata en uygun olduğunu serbest tartışma ortamında belirlememizi sağlayıcı bir araçtır.
Piyasa ve Muhafazakârlık
Piyasa ekonomisi? Anti-rasyonalist liberalizm tarafından “asosyal tutkuları sosyal amaçlara yönlendirerek ehlileştirme platformu” olarak algılanan, rasyonalist liberaller tarafından ise “bireyin, araçsal aklını kullanarak öz-çıkarlarının peşinden gideceği mecra” olarak tanımlanan piyasa, muhafazakârlıkta bambaşka bir işleve sahiptir. Muhafazakâr anlayışta piyasa, nasıl bir tarihsel-toplumsal zeminde geliştiğine paralel olarak, kamusal erdemleri pekiştirici ya da zedeleyici bir karaktere bürünebilir. Dürüstlük, karşılıklılık, sözünün eri olmak, sözleşmeye riayet etmek, toplumsal fayda doğurmak, ortak davranış kurallarını benimsemek, bireysel sorumluluk vs. gibi sosyal sermayeyi ve güveni güçlendirici vasıflarıyla piyasa, muhafazakârlık açısından vazgeçilmezdir. Fakat tavuk-yumurta ilişkisine tam tersi yönden bakarak, piyasada bu değerlerin filizlenmesi için evvelâ sağlam bir millî kültür zemininin mevcudiyeti gerekli diyebiliriz.
Millî kültür, piyasanın da desteklediği güven ve sosyal sermayenin ruhudur. Ulusal pazarın teşkili, ortak kamusal iletişim dili, ortak ülküler, ortak değerler sayesinde uzun vadeli ve karşılıklılığa dayalı ilişkiler kendilerine ortam bulur; bunların olmadığı bir vasatta ise sözleşme ilişkileri güvenden yoksun kalır, güvenin gördüğü işi ya cebir görür ya da uzun vadeli bağlar zaten hiç kurulmaz… Bireyler bu millî kültür zemininden köklenmediği takdirde piyasa, kısa vadeli çıkarcılığın, dar bencilliğin, apolitikliğin, içe kapanmacılığın fideliği hâline de gelebilir. Özetle, karşılıklı bir etkileşim söz konusudur ama ilk belirleyici millî kültürdür.
Sonuç
Bu prensiplere yaslanan bir muhafazakârlığın yegâne makûl ve faydalı muhafazakârlık olabileceği kanaatindeyim. Tutuculuğa ve statükoculuğa muhalif, özcü değil “devamlılık içinde değişim”ci, adaletin izin verdiği sınırlarda özgürleşimci ve eşitlikçi, somut tarihsel duruma kendini uyarlamada pragmatik bir muhafazakârlık…