« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Kas

2020

Mehmet Ali Ayni

İsmail Arar 01 Ocak 1970

Manastır’ın Serfiçe kasabasında doğdu. Babası Mehmed Necib Efendi, annesi Refika Hanım’dır. Ataları, Osmanlı Devleti’nin fetih ve yayılma dönemlerinde Konya’dan getirilerek Rumeli’ye yerleştirilen Türkler’dendir. Bu sebeple ailesi Serfiçe’nin yerli halkı arasında “Konyar” diye anılırdı. İlk öğrenimine Serfiçe’de başladı. Sekiz yaşındayken ailesiyle birlikte Selânik’e, oradan da İstanbul’a gitti. İstanbul’da bir süre Çiçekpazarı Rüşdiyesi’ne devam etti. Babasının ticaret maksadıyla Yemen’e gitmesi üzerine San‘a Askerî Rüşdiyesi’ne girdi, bu arada Fransızca öğrenmeye başladı. Ailesiyle tekrar İstanbul’a döndükten sonra Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ni bitirdi. Yüksek tahsilini ise Mekteb-i Mülkiyye’de tamamladı (1888). Bu arada Arapça ve Farsça yanında Fransızca’sını da geliştirdi.

Mülkiye’den mezun olduğu yıl Hariciye Nezâreti Şehbenderlik Kalemi’nde memurluk hayatına başlayan M. Ali Ayni, sırasıyla İstanbul Hukuk Mektebi’nde muallim yardımcılığı, Edirne İdâdîsi öğretmenliği, Dedeağaç İdâdîsi ve Halep Sultânîsi müdürlüğü, Diyarbakır Maarif müdürlüğü ve Maarif Nezâreti İstatistik Kalemi başkâtipliği görevlerinde bulundu. Sekiz yılı bulan bu eğitim ve öğretim hizmetlerinden sonra 1896’dan 1913 yılına kadar süren idarecilik hayatı boyunca Kosova ve Kastamonu mektupçuluğu, Sinop mutasarrıf vekilliği, Taiz, Amâre, Balıkesir ve Lazkiye mutasarrıflığı ile Yanya ve Trabzon valiliği yaptı. Bu son görevdeyken Talat Paşa’nın emriyle emekliye sevkedildi. Aynı yıl devrin Maarif Nâzırı Şükrü Bey’in teklifi üzerine İstanbul Dârülfünunu’nda felsefe müderrisliğine başladıysa da müfredatını ve daha önceki hocaların öğretim tarzını beğenmediğinden bu görevinden ayrıldı. Bir süre sonra, Dârülfünun’da içtimaiyyat dersleri okutan Ziya Gökalp’in, felsefe derslerini de M. Ali Ayni’nin okutması gerektiği hususundaki ısrarı üzerine 1914’te tekrar aynı göreve döndü. 1915’te Edebiyat Fakültesi Müderrisler Meclisi reisi, 1923’te Tedkîkat ve Te’lîfât-ı İslâmiyye Heyeti üyesi oldu. Bu arada Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası’nın neşrini sağladı; müderris Ahmed Naim Bey’le birlikte felsefe terimlerinin Türkçe karşılıklarını tesbit çalışması yaptı. Üniversitede felsefe ve felsefe tarihi derslerinden başka Çamlıca Kız Lisesi’nde edebiyat, Medresetü’l-İrşâd ve İlâhiyat Fakültesi’nde tasavvuf tarihi, Harp Okulu’nda ahlâk felsefesi, Harp Akademisi’nde siyasî tarih, İslâm İlimleri Tetkik Enstitüsü’nde ordinaryüs profesör olarak dinler tarihi okuttu. 1935’te ikinci defa emekliye ayrıldıktan sonra 1937’de İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Komisyonu başkanlığı görevini üstlendi. 30 Kasım 1945’te vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Bazı telif ve tercüme eserleri dolayısıyla zaman zaman merkezî idare ile uyuşamamasına rağmen başarılı bir idarecilik hayatı sürdüren M. Ali Ayni Halep, Yemen, Kosova, Diyarbakır gibi görev yaptığı yerlerdeki halkın sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarını da incelemiş; aşiretler arasında dolaşmıştır. Başta Bulgarlar ve Ermeniler olmak üzere bazı etnik grupların devlet ve ülkenin bütünlüğü ve selâmeti aleyhindeki faaliyetleriyle etkili ve şuurlu bir şekilde mücadele etmekten de geri kalmamıştır. Genç yaştan itibaren başarılı memuriyeti yanında gerek telif ve tercümeleri gerekse çıkardığı veya çıkartılmasına yardımcı olduğu dergilerle, açtırdığı okullarla ilim ve kültürün İstanbul’un dışına çıkarılarak ülkenin en uzak köşelerine kadar yayılmasına da büyük gayret sarfetmiştir.

M. Ali Ayni’nin felsefî eserler, makaleler ve özellikle tercümeler üzerinde dil, muhteva ve fikir yönlerinden yaptığı tenkitler, onun ilmî faaliyetlerinin önemli bir yönünü teşkil eder. Bir kısmını sonradan İntikad ve Mülâhazalar (İstanbul 1339) adıyla topladığı makaleleri arasında, Fransızca’dan yapılan tercümelerdeki felsefî terimlerin düzeltilmesi, Türkiye’de materyalizmi yaymaya çalışan Bahâ Tevfik ve arkadaşlarından Süleyman Memduh ile Subhi Edhem’in tercümelerindeki tahriflerin asıllarıyla karşılaştırılarak gösterilmesi, onun felsefeye ve felsefe diline hâkimiyetinin örnekleridir. Tenkit ettiği belli başlı eserler arasında Bohor İsrail’in Târîh-i Felsefe’si (İstanbul 1330), M. Şemseddin’in Felsefe-i Ûlâ’sı (İstanbul 1339), Rıza Tevfik’in Peyâm-Sabah’ta (1919-1920) neşredilen “Gülşen-i Râz” tefrikası, İzmirli İsmail Hakkı’nın Fenn-i Menâhic’i (İstanbul 1329), Mustafa Şekip’in Muhtasar İlm-i Rûh’u (İstanbul 1333), Subhi Edhem’in Bergson ve Felsefesi (İstanbul 1919) gibi çoğu kısmen veya tamamen Batılı yazarlardan tercüme edilmiş eserler yer alır. Böylece o, fikrî ve felsefî eserlere dair yaptığı ciddi tenkitlerle bir yandan kendi ilmî ve tenkit gücünü ortaya koyarken diğer yandan bu tür faaliyetler üzerinde bir ilmî kontrol vazifesi görmüş ve bu tür çalışmaların seviye kazanmasına da yardımcı olmuştur.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında toplumun dinî hayatının zayıflamasından büyük endişe duyan M. Ali Ayni, bunu önlemek için alınması gereken tedbirler arasında, yüksek seviyede din eğitimi ve öğretimi verecek olan İlâhiyat Fakültesi’nin açılmasını büyük ve güzel bir faaliyet olarak görmüştür (Ergin, V, 1965). İlâhiyat disiplinlerinin ilim sayılamayacağı iddiasıyla bu alanda fakülte açılmasına karşı çıkan pozitivist görüşlü bazı yazarlara cevap vermiş, mânevî ilimlerle desteklenmeyen müsbet ilimlerin sonuçlarının insanî fikirleri kuru ve verimsiz bir alana sürüklediğini belirtmiş, geriliğin suçunu din adamlarına yüklemenin doğru olmadığını savunmuştur.

M. Ali Ayni’nin tasavvufla olan münasebeti onun en önemli fikrî cephesini teşkil eder. Bu alanda yazdığı eserler vahdet-i vücûda taraftar olduğunu göstermektedir. Ancak o, aynı tarihlerde aynı anlayış taraftarlarından İsmail Fenni ve Filibeli Ahmed Hilmi’nin aksine, çağdaş ilim ve felsefeden destek alma lüzumunu duymadan bir mürid edasıyla büyük mutasavvıflara bağlılık göstermiş, bu alanda herhangi bir tartışmaya girmeksizin bir inanç adamı olarak yaşanılan tasavvufî hallerin gerçekliğine inanmakla yetinmiştir. İlmî ve fikrî sahadaki açıklama ve ispatları fizyoloji, biyoloji ve psikoloji âlimlerine bırakarak doğrudan doğruya, “bana benliğimi ve vazîfe-i insâniyyemi bildirmeye himmet eden büyük mürşidler” dediği tasavvuf ulularına yönelmiştir (bk. Hacı Bayrâm-ı Velî, s. 24). Ancak onun tasavvuf konusundaki bu yaklaşımı, hayatı boyunca takip ettiği aktif çalışma anlayışını hiçbir şekilde etkilememiştir. Aksine o mâneviyatçı felsefeyi benimseyerek maddeci ve ateist fikirlere karşı açılan mücadelede ilmiyle, fikirleriyle ve kalemiyle şuurlu bir şekilde yer almış, Türk insanının ve cemiyetinin buhrandan, bilgisizlikten ve yoksulluktan kurtulması yanında dinî ve millî kültür kaynaklarına dönülerek millî irfan ve şuurun geliştirilmesi, millî inanç ve düşüncenin taklitten arındırılması ve yükseltilmesi için ömrü boyunca çalışmıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî adlı eserini yazmaktaki maksadını açıklarken bazı ahlâkî ve ruhî meselelere de temas eden yazar, bu meselelerin temelini materyalizm, pozitivizm ve asrın en önemli hastalığı saydığı şüphe ve karamsarlıkta görmektedir. Ona göre çeşitli materyalist ve pozitivist görüşler insan ruhunu bunaltmakta, diğer felsefeler de ruha teskin edici bir çare getirememektedir. Büchner ve arkadaşlarının kaba maddeciliğe dayanan velveleleri kulakları doldurmakta, Darwin’in “evrimci” görüşü insanı hayvan seviyesine düşürüp ondaki mânevî değerleri yıkmaktadır. Darwin’in “tabii seleksiyon” nazariyesi ahlâkta güçlünün zayıfı ezmesini teşvik etmekte, yaşamak için sevgiden uzak ve daima kanlı bir mücadele fikrini aşılamaktadır. Stirner ve Nietzsche’nin nihilist ve anarşist fikirleri ise aynı anlayışı daha da yaygınlaştırmış, yüksek ahlâkî ve mânevî değerlerin yıkılması tehlikesini ortaya çıkarmıştır.

M. Ali Ayni, Batı’da gelişen kötümser ve inkârcı akımların Türk toplumunu ve özellikle Türk gençliğini etkilediğini de görmüştür. Bu akımlar karşısında “gençlerin fikrî selâmetini muhafaza etmeleri için” yazdığını belirttiği Reybîlik, Bedbinlik, Lâilâhîlik Nedir (İstanbul 1341) adlı eseriyle Tevfik Fikret’in Târîh-i Kadîm’inde (İstanbul 1321) ileri sürdüğü karamsar ve ateist fikirleri ilmî, felsefî ve ahlâkî bakımdan tahlil ve tenkit ederek bu fikirlerin yanlışlığını ortaya koymuştur. Aynı maksatla kaleme aldığı Hayat Nedir (İstanbul 1945) adlı eseriyle karamsarlık ve inançsızlığın doğurduğu mutsuzluk ve intihar gibi kötü sonuçları incelemiş, Batı hayranı genç kızları kötümserlik ve inançsızlık aşılayan edebî eserler karşısında uyararak onlara hayata bağlılığı telkin etmiştir. Böylece o, bir taraftan felsefî sahada maddeci-mâneviyatçı mücadeleye katılırken diğer taraftan da Mehmed Âkif’in edebî sahada temsil ettiği aynı mücadeleyi felsefî görüşleriyle desteklemiştir.

Yurt dışında düzenlenen bazı kongrelerde Türkiye’yi temsil eden M. Ali Ayni, Eylül 1926’da Harvard Üniversitesi’nde toplanan Milletlerarası VI. Felsefe Kongresi ile Eylül 1930’da Oxford’da toplanan Milletlerarası VII. Felsefe Kongresi’ne katılmış ve bu kongrelerde birer tebliğ sunmuştur. Son kongrede tanıştığı bazı yabancı meslektaşlarının sorularını cevaplandırmak üzere La Philosophie en Turquie adlı bir risâle kaleme almış, bundan başka 1938’de Brüksel’de toplanan Milletlerarası XX. Müsteşrikler Kongresi’ne gönderdiği “La Langue Turque à Bagdad au XI éme siècle” başlıklı tebliği de kongre tutanakları arasında yayımlanmıştır. Türkiye içinde ve dışında yaptığı fikrî ve felsefî çalışmaları sayesinde Batı dünyasında da tanınan ve bunun sonucu olarak 1927’de İngiliz Felsefe Araştırmaları Enstitüsü, 1931’de Milletlerarası Felsefe Kongreleri Düzenleme Komitesi ve 1935’te L. Massignon’un da dahil olduğu bazı tanınmış müsteşriklerin teklifleri üzerine Paris Asya Cemiyeti aslî üyeliklerine seçilmiştir.

Şeyh-i Ekber’i Niçin Severim (İstanbul 1339) adlı kitabının önsözünde, millî kültürümüzde büyük insanların biyografilerinin azlığından yakınan ve bu durumu önemli bir eksiklik sayan M. Ali Ayni’nin ilmî çalışmaları arasında, daha çok ünlü mutasavvıflara dair olmak üzere çeşitli monografiler geniş bir yer tutar. Carra de Vaux’nun Gazâlî’sini örnek alarak yazdığı Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî 1327’de (1909) İstanbul’da, “Türk Azizleri” ana başlığı altında kaleme aldığı İsmâil Hakkı (Bursalı) 1923’te Paris’te (Fransızca), 1944’te de İstanbul’da yayımlanmıştır. Şeyh-i Ekber’i Niçin Severim, Abdülkadir Geylânî (Paris 1939), Hacı Bayrâm-ı Velî (İstanbul 1343), Muallim-i Sânî Fârâbî (İstanbul 1332), Türk Mantıkçıları (İstanbul 1928) ve Türk Ahlâkçıları (İstanbul 1939) gibi çalışmaları da aynı seridendir.

M. Ali Ayni’nin telif ve tercüme eserlerinin sayısı kırka yakın olup yukarıda zikredilenler dışındaki belli başlıları şunlardır: Nazarî ve Amelî İstatistik (İstanbul 1306); Ma‘lûmât-ı Nâfia-i Fenniyye (Halep 1308); Küçük Umumî Tarih (Ernest Lavisse’ten, Kastamonu 1317); Dârülfünûn Târihi (İstanbul 1927); İlim ve Felsefe (Ch. Bourdel’den, İstanbul 1331); Rûhiyat Dersleri (E. Ribeau’dan, İstanbul 1331); Ahlâk Dersleri (İstanbul 1930); Tasavvuf Târihi (İstanbul 1341); Târîh-i Felsefe (İstanbul 1330); La Quintessence de la Philosophie d’ Ibn Arabı (Paris 1935, Şeyh-i Ekber’i Niçin Severim adlı eserinin Ahmed Reşid Bey tarafından yapılan Fransızca tercümesi); Hükm-i Cumhur (İstanbul 1327); Demokrasi Nedir (İstanbul 1938); Milliyetçilik (İstanbul 1944).

M. Ali Ayni’nin felsefe, tasavvuf ve pedagoji gibi sahalara dair inceleme ve makaleleri Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Millî Mecmua ve Fağfûr gibi dergilerle Yenigün, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlanmıştır.

Ziyaret -> Toplam : 125,21 M - Bugn : 91758

ulkucudunya@ulkucudunya.com