Milliyet, Millet ve Milliyetçilik
İzzet Ulvi YÖNTER 11 Nisan 2007
İnsanlığın gelişim evresinin son aşaması millet oluşumudur. İnsanlık sosyolojik olarak; klan, kabile ve imparatorluk aşamasından millet seviyesine ulaşmıştır.
Millet ve milliyet bilincinin 19.yüzyılın ürünü olduğu yönde geniş kabul gören bir mutabakat vardır. Ancak Bilge Kağan'ın Orhun Abidelerindeki şu ifadeleri, Türklerde millet bilincinin tarihsel ve kültürel geçmişin derinliğini ve eskiliğini göstermesi bakımından anlamlıdır: "Doğu'da Şantung Ovası'na kadar ordu sevk kettim, denize ulaşmamıza az kaldı. Güneyde Tokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e erişmemize az kaldı. Batı'da İnci Irmağı'nı aşarak Demirkapı'ya kadar gittim. Kuzey'de Yir Bayırku'ların toprağına ordu sevk ettim... Bunca yerlere Türk adını, Türk şanını alıştırdım..." Batı'da millet oluşumu ve bilinci 19.yüzyıl gerçekleşdiysede bu durumun Türklerde ki yansımasının böyle olmadığını Bilge Kağan'ın ifadelerinde görmek mümkündür. Bu nedenle Türklerde gecikmiş bir millet bilinci, oluşumu söz konusu değildir. Bu durumun sonucu olarak bir millete ait olma bilinci olarak tanımlanabilecek milliyetçiliğin Türklerdeki yansıması yayılmacı ve saldırgan bir nitelik taşımaz. Ancak gecikmiş milletlerin, gecikmiş milli bilinçlerin yayılmacı bir nitelik taşıdığını tarih ayrıntılı bir şekilde göstermektedir.
Alman tarih felsefecilerinden Otto Braun, "nation" ve "volk" kelimelerini, millet ve milliyet kelimelerine yakın kullanmaktadır. Braun'a göre nation; şuura ermiş ve bir devlet halinde teşkilatlanmış volk demektir. Nation kültür eseridir; volk, tabiat ürünüdür.
Rahmetli Sadri Maksudi Arsal ise millet oluşumunda milliyet bilincinin ve yönlendirmesinin önemine işaret eder. Ayrıca siyasi varlığı, vatanı, devleti olmadan bir milletin olmayacağını belirterek; devlet ile milleti, deyim yerindeyse ikisinin kaderini örtüştürmüştür. Ancak milletin olduğu yerde devlet olacak diye mutlak bir kural da yoktur. Nitekim bu duruma tarihten örnek verilebilir. Ama her millet mutlaka devletleşmek, siyasi bir varlık olmak ister. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu benzer bir özellik taşır. Aynı zamanda Hegel ve F.List'de milletin varlığı için devleti şart görmüşlerdir.
Unutulanlar arasında yer alan büyük mütefekkir Mehmet İzzet Bey'de, milletin milliyete dayanması gerektiğini ifade etmiştir.
Milliyetin takviye edilmesinde dinin rolü büyüktür. Panislavizm ve Yunan Ortodoks hareketi, din ile milliyetçiliğin sıkı bağını gösterir. Din ile milliyeti bir tutan Elenizm hareketi, belki de eski Hıristiyan Peçenek, Kuman-Kıpçak Türklerinden olması muhtemel Karaman Rumlarının Grekleşmesini hazırlamıştır.
Ziya Gökalp ise millet ve milliyetin ırki, kavmi, coğrafi, siyasi bir zümre olmadığını ifade etmiştir. Gökalp millet ve milliyet bağının; terbiyede, kültürde, yani duygularda birlik olduğunu belirterek, bir insanın kanca müşterek olduğu insanlardan ziyade, dilde ve dinde müşterek olduğu insanlarla beraber yaşamak isteyeceğini söylemiştir. Büyük mütefekkir Gökalp; milli bütünlüğün muhafazası, millet hayatının devam etmesi için kabile şuurunun kaldırılıp, yerine milli şuurun, milliyetçilik duygusunun getirilmesi gerektiğini şöyle belirtir: "Bir ülke dahilinde bulunan muhtelif Türk şubelerinin, ayrı asabiyetler teşkil etmesine katiyen meydan ver(il)memeli, aşiret yahut kabile ve şube mefküreleri varsa öldürülmelidir. Bütün Türkler Müslüman olduğu için milliyetimizin esasını yalnız Türklükle Müslümanlık teşkil eder. Bunların haricinde, evvelden aşiret, kabile, şube mefküreleri marazi hadiseler olduğu için, süratle tedavisine çalışılmalıdır."
Ernest Gellner siyasi anlamda millet olgusunu sanayi toplumunun varlığına dayandırır. Milliyetçilerin, milletin olmadığı yerde milleti icat edeceğini belirtir. Milliyetçilik ve onun inşa ettiği millet olgusu, türdeş bir kültür, türdeş bir topluluk, türdeş bir politik birlik taleplerinin kristalize olduğu bir oluşumdur. Bu bağlamda milletleri kuranların milliyetçi elitler olduğu söylenebilir. Gellner'in milletlerin icat edilmiş olduğu yaklaşımına Benedict Anderson karşı çıkar. Anderson'a göre milletler, sadece cemaat olgusunun bir türü olmaktan başka bir şey değildir. Eski tarz cemaatlerde olduğu gibi, milli bir cemaatin kuruluşu da ancak hayal edilmesine bağlıdır.
Modernist yaklaşıma göre milli kimliği ve paralelinde milleti oluşturan paradigma milliyetçiliktir. Millet olgusunun temellendirilmesinde ve modern milliyetçiliğin kuruluşunda asıl kaynak ise Alman filozofu Johann Gottlieb Herder'dir.
Ernest Gellner ulusu tanımlamanın devleti tanımlamaktan daha zor olduğunu ifade etmiştir. Gellner, ulusu olmayan kişiyi düşünmenin çağdaş hayal gücünü zorlayacağını ifade ederken, bir insanın bir burnu ve iki gözü olduğu gibi bir de ulusal kimliği olması gerektiğini söyler. Ayrıca ulusa ait olmanın doğuştan gelen bir özellik olmadığını, ancak böyle bir görünüme büründüğünü belirtir. Deutsch'ye göre de, ulus bir devlete sahip olan halktır.
Montsrrat Guibernau ulusu: "Bir topluluk bilinicine sahip, ortak bir toprak üzerinde yerleşik, ortak bir geçmişe ve gelecek projesine sahip ve kendi kendini yönetme hakkına sahip bir toplum" olarak tanımlar. Yani ulus/millet; insanların bir araya gelerek oluşturdukları en geniş toplum, örgütlenme biçimidir.
Devlet ile milletin iç içeliği, birbirine olan ihtiyacı bütün milletler için geçerlidir. Milletin olması için milliyete, devletin olması için millete ihtiyaç vardır. Milliyetçilik ise mensup olunan milletin aidiyet gururunun bir yansımasıdır. Yani milliyetçiliğin doğması için, toplumun bir millet olduğunu keşfetmesi gereklidir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi binlerce yıldır Türkler de millet bilinci bulunmaktadır. Bu bilincin doğal ifadesi de Türk milliyetçiliğidir. Bu bakımdan Türk milliyetçiliği olgun, kadim, tarihsel derinliği olan bir ideolojidir.
Milliyetçiliğin tarihsel işlevi; bir üst kimlik, ulusal kimlik inşa ederek aile, cemaat, aşiret gibi tüm alt kimliklerin devletin bütünselliğini engelleyici unsurlarını törpülemektir. Burada tüm devlet sistemlerin milliyetçi olduğu söylenebilir. Bu anlamda milliyetçilik yaşamın her sürecinde bulunmaktadır. Bu gerçekten kaçmak, milliyetçiliği vebalı bir konumda değerlendirmek; mensup olunan milletin doğal savunma mekanizmasını ortadan kaldırmak anlamına gelecektir.
Son dönemlerde genelde milliyetçiliğe, özelde Türk milliyetçiliğine saldırılar artmıştır. Özellikle milliyetçiliğin farklı tanım ve değerlendirmeleriyle bağlantısının kesilmesinin neticesinde, milliyetçiliğin alan daralması yaşaması öngörülmüştür. Bu halde milliyetçiliği ırkçı, ya da şoven ifadelerle itham etmek daha kolay hale gelecektir. Bugün yolda bir kişinin ayağı kaysa nerdeyse sebebi milliyetçilik olarak gösterilecektir. Bu durum; milliyetçiliğin her türlü sorunun kaynağı, müsebbibi olarak görme ayininden çıkan garabet bir şer tablodur.
En sakin birey bile, varlığına ve kişisel bütünlüğüne bir saldırı geldiğinde kişisel tepkisini ortaya koyar. Bu insani ve masum bir haktır. Milliyetçilik; milletin koruma güdüsü, savunma refleksi, tehditlere karşı çıkan bir anlayışıdır. Bu bakımdan milliyetçiliği, şiddetle anmak; aslında varlığından rahatsızlık duyulan milletin savunulmasından dolayıdır. Milliyetçiliğin derin tarihi ve felsefi bir temeli bulunmaktadır. Bu bakımdan birilerinin iddia ettiğinin aksine milliyetçiliğin A.Smith'i ya da benzeri düşünürü o kadar fazladır ki! Milliyetçiliğin düşünsel yapısının azgelişmiş, kısır; ifadesinin şiddet olarak gösterilme gayreti olsa olsa iftiradan başka bir nitelik taşımaz.
Aynı zamanda özellikle milliyetçiliğin, özelde Türk milliyetçiliğinin ırkçılıkla anılması, suçlanması tarihi bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Irkçılık örnekleri Batı'da bir hayli fazladır. II. Dünya Savaş'ı dönemlerinde doruğa ulaşan Alman ırkçılığı Hegel ve Nietzsche gibi düşünürlerin görüşleri etrafında güçlendirilmiş ve Gobineau'nun ırkçılık kuramının üzerine oturtulmuştur.
Bu çerçevede ırkçılık, şovenizm gibi anomiler -özellikle- Türk milliyetçiliğine çok uzak yaklaşımlardır.
Hans Kohn'a göre milliyetçilik; ulus olmanın veya ulus oluşturmanın bilincidir. Bu anlamda milliyetçilik bir millet olmanın sonucunda ortaya çıkan doğal bir refklestir. Millet olma bilincinin ortadan kaldırılmasının ilk aşaması milliyetçiliği kusurlu göstermektir. Bundan sonra ki aşama devlete olan güvenin sorgulanması; son tahlilde milletin her türlü operasyona açık bir hale getirilmesidir.
Türk milleti kadar kaderini devletiyle bir görmüş başka millet bulunmamaktadır. Bu durumun tarihsel ve sosyolojik nedenleri vardır. Türk milleti bekasını devletiyle bir görmüş, "Allah devlete ve millete zeval vermesin" cümlesini dualarına katmıştır. Eski Türkler kitabelere çok önem verdiklerinden dolayı, kitabelere bengü(ölümsüz) derlerdi. İnançlarına ve kitabelere yansıyan fikre göre sonsuza kadar yaşayacaklarına inanıyorlardı. Kitabeleri; geçmişin hangi acılarla dolu olduğunu, acıların sebeplerini, Türk milletinin varlığının nelere bağlı bulunduğunu gelecek nesillerin öğrenmeleri, ibret almaları amacıyla dikmişlerdi. Bugün yaşanılanlar da gelecek Türk milleti fertlerine ders niteliği taşımaktadır.
Bütün bu söyleneler çerçevesinde (Türk) milliyetçiliği(ni) şiddetle anmanın, toplumsal itibarını düşürmenin, cüzamlı bir düşünce olarak gösterilmesinin kasıtlı, son derece yanlış olduğu ortadadır. Bu oyuna Türk milletinin fertleri düşmeyecektir. Tarihsel ve felsefi derinliği olan Türk milliyetçiliğinin özü her zaman ifade ettiğim gibi sevgidir...
Onun için hep sevgiyle kalın!
etikhaber.com