« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Ara

2020

Mehmet Rauf

24.08.1875 - 23.12.1931 01 Ocak 1970

Kütahyalı Hafız Ahmet Efendi’nin oğludur. Ferik Atıf Paşa’nın oğlu Mehmet Rauf’la sadece isim benzerliği vardır. Dört yaşında Balat Mektebinde öğrenimine başladı, yedi yaşın­da Eyüp Rüştiyesine (ortaokul), on yaşında Soğukçeşme Rüştiyesine devam etti. Heybeliada’daki Bahriye Mektebi (1891) mezunu. Bu yıllarda İngilizce ve Fransızca öğrendi, tiyatroyla ilgilendi. Staj için Girit’e gönderildi (1895). Stajının bir bölümünü Kiel Kanalının açılış törenine katılmak için gittiği (1895) Almanya’da tamamladı. Dönüşünde İstanbul Tarabya’da elçilik gemilerinin irtibat subaylığı görevine getirildi. Zanbak adlı erotik bir hikâyesinin yayım­lanması üzerine subaylıktan çıkarıldı. Bundan sonra hayatını kalemiyle kazandı. Hikâye, roman, oyunlar yazdı.

Mehmet Rauf, 1900 yılında Tevfik Fikret’in halasının kızı Ayşe Sermet Hanım’la evlendi. Bu evlilikten, biri sonradan Selâmı İzzet Sedes’in eşi olan, biri de küçük yaşta ölen iki kızı oldu. Evlendikten sonra bir süre Tevfik Fikret’in Hisar’daki evinde kaldı, sonra Büyükada’ya yerleşti. 1910’da ikinci defa evlendi. İz­mir’de yaptığı bu evlilikten de bir kızı oldu. 1926’da Muazzez Hanım’la evlendi, bu evlilikten çocuğu olmadı. Bir süre şeker ticareti de yapan Mehmet Rauf, 1927’de hastalandı, beş yıl boyunca acı çekti, Cerrahpaşa Hastanesinde öldü. Maçka’daki aile mezarlığında toprağa verildi

Mehmet Rauf ilk yazı çalışmalarına Bahriye Mektebinde öğrenci iken başladı. O dönemde Denaet yahut Gaskonya Korsanları adlı bir macera roman ve Ruznâme-i Hayâtım adıyla anılarını yazdı. Bu sıralarda Ahmet Midhat, George Ohnet, Octave Feuillet, Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubert gibi yazarları okudu. Bu arada realistlere özenerek Canfezâ adlı bir hikâye yazdı. Edebiyat dünyasına, Halit Ziya Uşaklıgil’e gönderdiği Düşmüş adlı hikâyesinin Hizmet gazetesinde yayımlanmasıyla girdi. O yıllarda Halit Ziya ile mektup­laşmaya başladı, onun aracılığıyla Servet-i Fünûncularla tanışıp aralarında yer aldı. Tevfik Fikret, Cenab ve Hüseyin Cahit’le tanıştı ve dost oldu. Cenab, memuriyeti dolayısıyla Hi­caz’a giderken Mektep dergisinin idaresini Mehmet Rauf’a bıraktı. Hikâyeleri, Resimli Gazete’de (Rauf Vicdani adıyla), bir ara yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Mekteb dergisinde yayımlandı. 1896’da Servet-i Fünûn dergisinde yayımladığı Nekahatte ile Uzaktan adlı hikâyeleriyle yazmaya başladı. Daha sonra dergide edebiyat incelemeleri, eleştirinin Batı’da gelişimi, Türk edebiyatında hikâye ve roman gibi çeşitli konularda oldukça hacimli yazıları yayımlandı. Servet-i Fünûn ve Resimli Gazete’den başka kendi çıkardığı Mehâsin dergisinde (1910-24) küçük hikâye­ler yazdı, sonra bunları kitaplaştırdı. Servet-i Fünûn’un kapatılmasın­dan sonra, 1908’e kadar olan dönemi durgunluk içinde geçirdi. 1900-08 yıllarında Siyah İnciler’deki mensur şiirleri ve yazılar yazdı. Ezhar adlı bir karikatür ve hikâye albümü ve 1923’te Süs adlı bir kadın dergisi çıkardı.

Mehmet Rauf, edebiyatımızda ilk psikolojik roman olarak bilinen Eylül (1901) romanıyla büyük ün kazandı. Bu romanı, yirmi dört yaşlarındayken memur bulunduğu sefaret gemisinin süvarisi ile eşinin ilişkisinden etkilenerek yazdı. Bu kitabını “ilk eserim son üstadıma” diyerek Halit Ziya’ya ithaf etti. Eylül, Edebiyat-ı Cedîde Kütüphanesinin altıncı ki­tabı olarak yayımlandı. Türk edebiyatında kendi tarzının ilk ve tek örneğidir. Edebî ve estetik değeri tartışılmaz bu eserdeki tahlilleri Halit Ziya, aynı yerde dönen ve durmadan derin­leşen bir burguya benzetti. Eylül, adıyla, anlatıcısının tavrıyla, bilinç akışı ve iç monolog teknikleriyle ve kurgusal olarak yenilikçi bir roman sayılmalıdır. Bundan sonra Ferdâ­yı Garam, Karanfil ve Yasemin, Genç Kız Kalbi, Bö­ğürtlen, Kan Damlası, Halâs adlı romanlarını yazdı. Ancak Eylül’deki başarısına ulaşa­madı. Bazı erotik içerikli kitaplarıyla ününe gölge düşürdü. Mensur şiir, hikâye, roman, tiyatro türlerinde otuzun üzerinde eser bıraktı.

Romanlarında genel olarak aşk maceralarını işledi, aşkın psi­kolojik tahlilini yaptı. Servet-i Fünûn topluluğu içinde üslûba en az dikkat eden yazardır. Olayların kahramanları çoğunlukla Mehmet Rauf’u temsil eden, onun arzu ettiği hayatı yaşayan ve onun duygularıyla hisseden idealize edilmiş tipler oldu. Onlara olabildiğince ideal bir kimlik yarattı. Romanlarında düşünsel yön az ve dağınık durumdadır. Onun asıl başarısı, ince ve kuvvetli bir şe­kilde yaptığı insan ruhuna ait betimlemelerde görülür. Mehmet Rauf’u Halit Ziya ile karşılaştırarak değerlendiren Bilge Ercilasun, mensur şiirlerinin Halit Ziya’dan başarılı olduğunu yazar: “Roman ve hikâyelerinde dil ve üslûbu Halit Ziya’nınkinden daha sade, fakat oldukça gevşek ve itinasızdır. Bunlar teknik yapılarıyla pek sağlam eserler de­ğillerdir. Bütün bu eksikliklerine rağmen Mehmet Rauf Servet-i Fünûn’un Halit Ziya’dan sonraki en başarılı romancısıdır.” Pençe, Cidal, Ferdi ve Şürekâsı, Yağmurdan Doluya, Sansar, Cerîha gibi tiyatro eserleri oldukça ilgi gördü.

Mehmet Rauf, İstiklâl Savaşı’nı anlattığı Halâs (1929) adlı romanı ile para mükâfatı aldı. Bu eser MEB Talim ve Terbiye Dairesi tarafından okul kütüphanelerine tavsiye edildi. İstiklâl Savaşının sevinci ve heyecanı ile yazılan bu yarı tarihî romanın başında, Atatürk’e ithaf vardır. Basılmamış pek çok eseri kaldı. Çeşitli dergilerde çıkan makaleleri arasında Servet-i Fünun’da yayımlanan önemli yazıları, Tekâmül-i Tenkit, Bizde Roman, Bizde Hikâye, İngiliz Şâirleri, Üç İngiliz Şâiri (Byron, Shelley, Keats)’dir. 1896’da Garâm-ı Şebab adlı romanı İkdam gazetesinde tefrika edilmişti.

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 49108

ulkucudunya@ulkucudunya.com