ŞAİR NÂBİ
1642 - 1712 01 Ocak 1970
1642’de Şanlıurfa’da doğdu.
Asıl adı Yûsuf olmakla beraber Nâbî mahlasıyla tanındı.
Gaffarzâde veya Karakapıcılar ailesine mensup olduğu hakkında söylentiler vardır.
Nâbî, Hayriyye eserinin başında oğluna, atalarının ilim sayesinde yüksek mertebelere ulaştıklarını ve nesebinin ünlü olduğunu hatırlatmaktadır.
Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını Urfa’da geçiren Nâbî’nin burada iyi bir eğitim aldığı, Arapça ve Farsça öğrendiği anlaşılmaktadır.
Bir rivayete göre, erginlik yaşlarında iken Yâkub Halife adında bir şeyhe intisap ederek tasavvufa yönelmiş, bir süre çobanlığını yaptığı bu şeyh onu İstanbul’a gitmesi için teşvik etmiştir.
Bir başka rivayete göre ise Urfa’da arzuhalcilikle meşgulken mutasarrıfın dikkatini çekerek onun telkiniyle İstanbul’a gitmiştir.
Bir şiirinden, önceleri İstanbul’da aradığını bulamamaktan dolayı hayal kırıklığına uğradığı anlaşılmaktadır.
Fakat Nabi’nin İstanbul kırgınlığı çok geçmeden değişecektir.
Sultan IV. Mehmed’in musâhibi Damad Mustafa Paşa ile tanışır ve ömrü boyunca süren bu dostluk hayatını da değiştirir.
Bir ara ikinci vezirlik pâyesine de ulaşan paşanın onu kendisine divan kâtibi seçmesinden sonra Nâilî gibi çağının büyük şairleri tarafından tanınmaya ve şiirleri takdir edilmeye başlar.
IV. Mehmed’in yakın çevresine de bu nedenle girmiş olur.
Bu dönemde Musâhip Mustafa Paşa’nın maiyetinde Lehistan seferine katılır.
Kamaniçe’nin fethi üzerine iki tarih düşürür.
Bunlardan biri kale kapısına da işlenmiştir.
Padişahın Edirne’de bulunduğu 1675 yılında şehzadeler için düzenlenen ihtişamlı sünnet düğününe katılan Nâbî, on beş gün devam eden bu şenlikleri Sûrnâme’sinde âdeta bir belge niteliğinde anlatır.
Nâbî hac farîzasını eda etmek için padişahtan izin alınca Mısır Valisi Abdurrahman Abdi Paşa’ya bu konuda bir de ferman yazılmıştır.
Urfa yoluyla Medîne-i Münevvere’ye varan Nâbî,
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır bu” mısraıyla başlayan ünlü na‘t-gazelini bu sırada kaleme alır.
Hac dönüşünde Mustafa Paşa’nın kethüdâlığına yükselen şairin Tuhfetü’l-Haremeyn adlı eseri bu seyahatin mahsulüdür.
Kendi arzusuyla paşanın kethüdâlığından ayrılınca çevresinin vefasızlığı yüzünden sitemlerle dolu “Kasîde-i Azliyye”sini yazar.
Mustafa Paşa kaptan-ı deryâlıkla saraydan uzaklaştırıldığı zaman onunla ölümüne kadar Boğazhisar’da (Seddülbahir) kalır.
Ardından Halep’e yerleşen şair burada evlenip devletin kendisine sağladığı maaşla tahsis edilen mâlikânede rahat bir hayat sürer.
Oğulları Ebülhayr Mehmed Çelebi ve Mehmed Emin burada dünyaya gelir.
Halep’te yüksek mevkilere tayin edilen dostlarına kasideler yazdığı bu dönemde ünlü eseri Hayriyye’yi tamamlar.
III. Ahmed de eskiden beri tanıyıp sevdiği Nâbî’ye armağanlar gönderir.
Ancak Çorlulu Ali Paşa sadârete getirilince mâlikânesi elinden alınmış ve aylığı kesilmişse de bu durum çok sürmez.
“Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz” mısraı ile başlayan gazelini bu günlerde yazar.
Halep valisi iken ikinci defa sadrazamlığa getirilen Baltacı Mehmed Paşa, İstanbul’a giderken Nâbî’yi de beraberinde götürür.
Bu vesile ile şairin yazdığı methiye İstanbul hasretini başarılı bir şekilde dile getirir.
Nâbî, bu son İstanbul devresinde özellikle şiir ve kültür çevrelerince zamanın şeyhü’ş-şuarâsı olarak kabul edilir.
Büyük bir takdir ve hayranlık görür.
1712 baharında ağır şekilde hastalanır ve Farsça bir tarih kıtası yazar.
Ölümüne işaret eden bu kıta bazılarınca onun ermişliğine yorumlanmaktadır.
13 Nisan 1712 tarihinde vefat etti ve Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi sofasına defnedildi.
“Zelîhâ-yı cihandan çekti dâmen Yûsuf-ı Nâbî” ve, “Gitti Nâbî Efendi cennete dek” mısraları onun ölümüne düşürülmüş tarihlerdendir.
Nâbî, anlamı ön planda tuttuğu manzumelerinde hem düşünen hem düşünmeye sevkeden ifadelere sahip bulunduğundan Türk şiirindeki hikemî tarzın temsilcisi olarak görülür.
Nitekim sosyal meselelere işaret edip onları eleştirirken çözüm yolları da önerir.
Ayrıca mûsikiye ilgisi olan şairin kendi gazellerinden birini rehâvî makamında bestelediği kaydedilmektedir.
Nâbî’nin didaktik nitelikli şiirlerinde mevcut dünya ve hayat görüşü, ondan sonra bu tarzda şiir yazanların çoğalmasına ve Nâbî okulu diye adlandırılabilecek hikemî bir şiir okulunun doğmasına yardımcı olmuştur.
Hikemi şiirin önemli temsilcisidir.
Hem manzum hem mensur eserler vermiştir.
Hayriyye ve Hayrabad önemli eserleridir.
Surname: 4.mehmed'in şehzadelerinin sünnet düğününü anlattığı eserdir.
Hayriyye: Oğlu Hayrullah için yazmıştır. Nasihattır.
Hayrabad: Aşıkane konulu bir mesnevidir.