Çin-Suudi Arabistan ilişkilerinin dinî jeopolitiği
Hilmi Demir 01 Ocak 1970
Çin ile Suudi Arabistan arasında, 1990'lara kadar soğuk savaşın sert rüzgârları esti. Suudi Arabistan, Komünist ve Ateist Çin ile neredeyse hiç ilişki kurmadı. 1990’da Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal’ın Çin’i ziyaret etmesi ve 1991’de de Çin Başbakanı Li Peng’in buna karşılık vererek Suudi Arabistan'ı ziyaret etmesiyle, Çin-Suud görüşmeleri başladı. Uzun süren görüşmeler sonucunda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 19-20 Ocak 2016 tarihleri arasında Suudi Arabistan'ı ziyaretiyle birlikte ilişkilerde çok hızlı iş birliğini sağladı. Çin Halk Cumhuriyeti ile Suudi Arabistan Krallığı arasında kapsamlı bir stratejik ortaklık kurma konulu, ortak bir bildiri imzalandı. Öyle ki birden her şey değişti.
İdeolojik ayrışma ekonomiden kültürler arası iş birliğine kadar hızla değişmeye başladı. Suud’da Katı Vehhabi-Selefi bir dindarlık, Çin’de de Ateizm ve Paganist bir dindarlık varken ilişkiler nasıl yoluna kondu? Hatta Çinlilerin Suudi Arabistan’da çalışması nasıl bu kadar kolay içselleştirildi? Mekke’ye kadar nasıl girdiler? Bu değişim: Suudi Arabistan’ın değişime ayak uyduran esnekliğinden mi kaynaklanıyordu yoksa Çin’in başarılı diplomasisinden mi?
Tüm bu soruların cevaplarını bu yazıda arayacağız. Aynı zamanda ülkelerin dinî jeopolitiği nasıl kullandıklarını da göstermeye çalışacağım. Özellikle de Çin’in dinî jeopolitikte nasıl iyi bir oyuncu olduğunu anlatmayı umuyorum. Evet, yanlış anlamadınız bu oyunda başarılı tarafın Suudi Arabistan değil, aksine Çin olduğunu düşünüyorum. Nasıl mı? Öncelikle Suudi Arabistan, Çin için neden önemli onu anlatayım…
Tabii en önemli nedenlerin başında, enerji kaynağı ihtiyacı olması geliyor. 2020 yılı için Çin'in Suudi Arabistan’dan ithal ettiği ham petrol miktarı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 95 artarak, 9 milyon 164 bin tona ulaşmış durumda. Suudi Arabistan ile ilişkiler Çin’in enerjiye ulaşımını kolaylaştırdı. İkincisi yatırımlar, Mekke civarında inşa edilecek olan ve hacıların Mina’nın kutsal yerlerine ulaşımını kolaylaştırmayı amaçlayan 1,8 milyar $'lık tren hattı yatırımı Çin’in oldu. Çin, Suudi Arabistan’dan petrol alırken, Suudi Arabistan’da birçok yatırım imkânı buldu. Mekke ve Medine’de Çin’in aldığı yatırımlar, inşaatlar içinde on binlerce Çinli işçi Suudi Arabistan’a geldi. Cidde’de çıkan “Okaz” gazetesindeki bir habere göre küçük bir Çin kasabası bile oluşmuş durumda…
Bir diğer unsur da Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi için Suudi Arabistan’ın NEOM projesi kapsamındaki “Cizan Endüstri Parkı” çok önemli bir kavşak kabul ediliyor. Çin ve Suudi Arabistan için Kuşak ve Yol Girişimi'ni (BRI) birlikte ilerletmek ve üretim kapasitesi iş birliğini derinleştirmek bu endüstri parkı için yeni imkânlar sunuyor. Suudi Arabistan Cizan Endüstri Parkı’nın, Çinli imalat işletmelerinden daha fazla yatırım çekeceğini düşünüyor. Çin’de kendisini Orta Doğu’ya açacak bir liman kazanmış oluyor.
Tabii bir de olayın stratejik boyutu var. Çin’in Orta Doğu’ya açılması için Suudi Arabistan iyi bir ortak olabilir. Çin, Müslüman ülkeleri yanına çekerek hem Orta Doğu pazarına açılıyor hem de Uygur Türklerine karşı yürüttüğü baskıya karşı gelen eleştirileri yumuşatmış oluyor. Batı’ya Müslüman ülkeler benim yanımda size ne oluyor ki, demiş oluyor. Ayrıca Suud’u yanına çekmek Japonya ile rekabeti için de önemli. Çünkü Suudi Arabistan Japonya’nın da önemli hem bir enerji tedarikçisi hem de pazarı durumunda. Çin, Japonya’nın pazarını da elinden almış oluyor. Peki, nasıl oldu da Suudi Arabistan ile Çin arasındaki ilişkiler bu kadar hızlı düzeldi. Ben buna Çin’in Vehhabi-Selefileri üzerine çekme başarısı diyorum. Evet, yanlış duymadınız. Çin, dinî jeopolitik olarak Selefiler üzerine oynayarak Suudi Arabistan pazarına girmiş oldu. Nasıl mı, kısaca izah edeyim:
“Selefi Davet” teşkilatlarının yayılmacı karakterini çok iyi bilen Çin, onlara alan açarak Çin’e çekti. Neden çekti diyorum? Çünkü Çin istemese asla ülkeye giremezlerdi. Sonuçta 1,3 milyarlık bir nüfus içinde birkaç on binlik Selefi-Vehhabi nüfus bir güvenlik sorunu oluşturamazdı. Ayrıca bu grupların Suud’a sıkı sıkıya bağlı olması da kontrolleri için uygun bir zemin oluşturuyordu. Önceleri Suudiler Guangzhou, Shenzhen ve Yiwu ticaret merkezlerine iş seyahatleri düzenlediler. Sonra Arap-göçmen topluluklarının üyeleri tarafından işletilen Suudi mutfağı odaklı restoranlar bu ve benzeri şehirlerde ortaya çıkmaya başladı. Böylece Selefi Davet, Çin’i keşfetmiş oldu. Paganist Çin Selefîliği tebliğ için oldukça b?kir bir topluluk olarak görünüyordu.
Ticaretle başlayan ilişkiler 2000’lerin ortalarında eğitim alanına doğru genişledi. 2005 yılında Kral Abdullah tarafından Çin’de eğitim görmek üzere öğrenci değişimi programı başlatıldı. Suudi Arabistan’dan 1500 kişiye yakın öğrenci, farklı programlarda eğitim görmek üzere Çin’e gitti. Daha sonra da 2009 yılında Kral Suud Üniversitesi, Çince programa başladı. Böylece Çin’in gönüllü kültür elçileri, Çin’in Suud kamuoyuna anlatılması için yeni imkânlar oluşturdular. Şair, yazar ve gazeteci Nesrin Kavas bunun ilginç örneklerinden biridir. OSAS adlı türünün ilk örneği olan, Arap-Çin haber ajansını kurdu. Böylece Suudi Arabistan’da Çin’in tanıtımını üstlenen ve Çin’e akademik ilgi duyan düşünce kuruluşları doğmaya başladı. Tsinghua ve Pekin Üniversiteleri ile Suudi Arabistan’daki üniversiteler arasında özellikle de Kral Faysal Araştırma ve İslami Çalışmalar Merkezi'nde (KFCRIS); siyaset, ekonomi ve güvenlik konuları başta olmak üzere birçok ortak çalışma alanı belirlendi. Bunu Kral Abdullah bin Abdülaziz Uluslararası Dinler Arası ve Kültürlerarası Diyalog Merkezinin çalışmaları takip etti.
Böylece Suudi Arabistan ile Çin arasındaki ilişkiler çok daha derin bir iş birliğine doğru yol almaya başladı. Fakat hâlâ ortada ideolojik-kültürel farklılıktan kaynaklanan bir sorun vardı: Çin’in Selefiliğe açık olup olmayacağı sorunu. Bu sorun ise mühtedi Çinlilerin görülmesiyle çözülmeye başladı. Binlerce gayrimüslim Çinli mühendis ve işçinin Suudi Arabistan'a eşi görülmemiş akını, Suudi toplumunda sesli eleştirilere neden oldu. Ateistler ve Budistler olarak görünen Çinli işçiler, Selefi Davet için bulunmaz fırsat olarak kabul gördü. Çinlilerin İslam’ı kabul ettiği, İslam’a girdiğine ilişkin ilginç videolar servis edilmeye başlandı. Selefi davet büroları Çin’e kitaplar basmaya ve Çinlilere tebliğde bulunmaya teşvik edildi. Ateist Çinlilerin Mekke’ye gelerek, burada çalışarak kalplerini İslam’a açtıkları propagandası yapılmaya başlandı. Böylece halkın tepkisi ciddi biçimde bastırılmış oluyordu.
Bu süreçte Selefi Davet, Çin’i keşfetmeye başladı. Madem buraya gelen Çinliler İslam’ı seçiyorlardı, neden Çin’e gidip tebliğde bulunulmasın. Hem artık Çinli Selefiler de vardı. Dr. Şeyh Muhammed el-Arifi Çin’e yönelik davetin ateşli bir savunucusu olarak öne çıktı. Suudi Arabistan’ın yine popüler bir Selefi âlimi olan Şeyh Aid (Aiz) el-Karni, 2014 yılında Çin seyahatine çıkarıldı. Bu seyahatte Guangzhou’daki Arap ve yabancı Müslüman toplulukların yanı sıra Kuzeybatı’daki Selefi Çinli cemaatlerle de görüşmeler yaptı. Çin’deki vaazları canlı yayınlandı. Türkçeye de çevrilen “la tazen-Üzülme” adlı eseri Çinceye çevrilerek yüz binlerce bedava dağıtılmak üzere anlaşma imzalandı. Çin, Selefi Davete açık bir toplumdu ve Çinliler Selefi oluyordu. Bu kampanya Çin’in Suudi Arabistan’daki imajı açısından bulunmaz bir fırsattı. Nitekim seyahat sonrası Şeyh el-Karni’nin vaazlarında Çin’e yönelik olumlu şeyler söylediği bilinmektedir.
Çinli Hui Müslümanlar arasında Selefiliğin tarihsel kökleri eski olsa da şimdi doğrudan Suudi etkiye açık hâle geldi. Çin’in bundan rahatsız olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Suud destekli Selefilik Çin’de diğer İslami cemaatleri parçalarken Çin’e karşı da bir tepki göstermiyor. Hatta Çin radikal Selefiliğe karşı Suud Selefiliğini hem radikal grupları kırmak hem de Selefileri ılımlaştırmak için kullanmayı tercih ediyordur. Han Selefileri, Yihewani (İhvan) dedikleri Selefilikten artık kendilerini ayrıştırmaya dikkat ediyorlar. Ayrıca Hanefi Sufi Müslümanlara da ciddi anlamda karşı çıkıyorlar. Suud destekli Selefiler, özellikle Hanefi Sufi çevreleri ve Uygurluları dışlayarak Çin’in dini mühendisliğine uygun bir zemin hazırlıyor.
Bununla birlikte, Çinli Selefiler sayesinde hem Arap dünyasına ulaşma ve Uygur Türklerine uyguladığı ayrımcılığı da, terörle mücadele olarak anlatma imkânına kavuşuyor. Selefilerin Çin’i davet toprakları olarak meşrulaştırması, Çin ile Suudi Arabistan arasında kurulan ekonomik iş birliğinin ideolojik zorluklarını böylece ortadan kaldırmış oldu. Çin’in akıllıca yürüttüğü dinî jeopolitik, hem Suudi Arabistan’ı yanına çekti hem de dış politikada önemli kazanımlar elde etmesini sağladı. Çin diplomasisi, dinî konularda kendisinden beklenmeyecek kadar çevik ve zeki hareket ediyor. Suudi Arabistan da elbette Çin ile yakınlaşarak ekonomik açıdan birçok şey kazanmış oldu. Petrol fiyatlarının düştüğü ve NEOM projesine kaynak bulma konusunda zorlandığı bir zamanda Çin önemli yatırımcı oldu. Fakat daha henüz bu yakınlaşmanın Suudi Arabistan’ın kültür ve sosyal hayatında nasıl bir değişime yol açacağını bilmiyoruz. Sorusunun cevabını ise bekleyip göreceğiz. Görüldüğü gibi, “din” artık sadece bir “inanç” meselesi olarak kalmıyor. Uluslararası ilişkilerde, devletlerin ilişkilerini belirleyen çok önemli jeopolitik bir unsur olarak da karşımızı çıkıyor. Ve hiç beklemediğimiz Çin bunu Avrupa devletlerinden çok daha iyi başarıyor…