« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Ara

2020

Mümtaz Turhan’ ı Anarken

Rıdvan Çongur 01 Ocak 1970

Milletlerin ve insanların hayatında yer alan öyle seçkin şahsiyetler vardır ki, araya ölüm bile girse, hatta aramızdan ayrılışları üzerinden yıllar dahi geçmiş olsa, öldüklerine inanamayız ve yokluklarını bir türlü kabul etmeyiz. Ölümün soğuk yüzü, bir onlara yakışmaz.
“Ölmek” fiili sanki sadece onlar için geçersizdir. Geçersizdir, çünkü anlamını yitirir. 1908 Yılında Erzurum Pasinler’de doğan, 1969 Yılının son günü, 31 Aralık’ta aramızdan ayrılan Prof. Mümtaz Turhan, işte böyle bir seçkin fikir ve bilim adamıydı. Memleketi işgale uğrayınca ailesi Kayseri’ye geçmiş, ilköğrenimine bu şehirde başlamış, sonra da Ankara, Bursa’da sürdürmüştür. Yurt dışına gönderilen öğrenciler arasında o da vardır ve 1928 ‘de Berlin, Frankfurt ve Cambridge Üniversitelerinde psikoloji öğrenimini görerek 1934 yılında doktorasını vermiş olarak yurda dönmüştür.

Cumhuriyet döneminde ender yetişen insanlardan biri olan bu büyük bilim ve fikir adamını, önce 1951 yılında yayınlanan Kültür Değişmeleri adlı araştırması ile tanıdık. Turhan Hoca, sözünü ettiğimiz bu ilmî araştırmasıyla bilim dünyasında haklı bir takdir ve hayranlık uyandırır, ülke sınırları ötesinde haklı bir takdir kazanırken, kendi ülkesinde, adından da, eserinden de habersiz pek çok Türk “aydın”ı vardı !

Mümtaz Turhan Hoca’yı, ülke çapında tanıtan eserlerinden biri, uygun şartlar altında yayınlanan, daha çok aydınlara ve gençlere hitaben kaleme almış olduğu ‘ Garplılaşmanın Neresindeyiz ? ‘ adlı, 1958 yılında yayımlanan bir başka eseri olmuştur. Bu ikinci kitabı yayımlandığı zaman, bugün devletin çeşitli kesimlerinde ve kademelerinde görev yapan veya sanayi, iş dalında çalışan milliyetçi, dindarlığı yobazlıktan ayırabilen nesil, ya henüz üniversite sıralarında ya giriştikleri işin başında ya da yeni mezun, meslek hayatlarında ilk adımlarını atıyorlardı. Ben her iki eseri gençlik yıllarımda okudum.

Bizim, Mümtaz Hoca’yla tanışmamız, bir üst düzey görevlisi olan kişinin öncülüğü – daha doğru söylemek gerekirse, gayretkeşliğiyle, bugün resim müzesi hâline getirilen Türk Ocakları’nda bulunduğumuz günlerden birine rastlar. Başımızda, her ikisi de bugün aramızda değil, Allah’ı n rahmeti üzerlerine olsun, Prof. Osman Turan ve bir süre Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan Prof. Emin Bilgiç, yayın sorumlusu Ömer Öztürkmen ile üç beş arkadaş Türk Yurdu dergisi için görevli bulunduğumuz yıllardı. 1950’li yılların gençleri Mümtaz Hoca’nın adını Remzi Oğuz Arık, Nurettin Topçu, Cahit Okurer ‘le birlikte hatırlarlar. Hepsi rahmetli oldular. Bizim milliyetçilik fikriyatımızın temellerinde, Ziya Gökalp, Atsız ve daha birkaç isim yanı sıra onların rolü vardır.

“Garplılaşma” kelimesi bugün artık kullanılmıyor. Bir ara “Batılılaşma”, sonra “Çağdaşlaşma” derken eskisi hem unutuldu, hem de “garp” kelimesi iyiden iyiye kullanılmamaya başladı. Kafalarımızı değiştiremedik ama, öfkemizi kelimelerden aldık !

Bu işin, yıllar sonra acaba neresindeyiz, siz de merak etmiyor musunuz ? Mümtaz Turhan Hoca’nın, söz konusu kitabına ad olan soru ve yazısındaki cümleleri oluşturan kelimeler zamanla eskiyip gitse de, canlılığını hâlâ koruyor. Hoca, 1960’lı yıllarda meselelerin çözümüne yol ararken, pek çok kalem erbâbı, bilgiçlik taslayan kişi, hâlâ Batılılaşma, çağdaşlaşma edebiyatı yapıyor ve insafsızca beyin yıkamaya devam ediyorlardı. Memleketin o gün içine düştüğü kızılca kıyametin, kardeşi kardeşe vurduran kanlı anarşinin mimarları da aslında bu ‘sözde ilim’ ve kalem erbâbıydı.

Bu sözler Hoca’nındır : “Bugün Türkiye, tarihinin en buhranlı devirlerinden birini yaşamaktadır.” Bundan kırk elli yıl öncesi için söylenmiştir. O zaman memleketin hâlini vahim bulan bu değerli insan, saygı gören bilim ve düşünce adamı, 1970’li yılların sonu ile 21 inci yüzyılların başında olup bitenlere şâhit olsaydı, ne derdi ? Geleceğimizi nasıl vasıflandırır, ne söyler ve nasıl değerlendirirdi, tasavvur edemiyoruz.

Mümtaz Turhan, bütün hayatı boyunca üniversitedeki kürsüsünde, yazdığı eserlerinde, çeşitli dergilerde yayınladığı makalelerinde Batı’ya bakışımızın yanlışlığını, tutulan yolun hatalı olduğunu işaret etmiş, anlatmıştır.

Şöyle demiştir :

“İçtimaî hayatımızda yıkılan bir çok şeylere mukabil pek az şeyin yapılabilmesi derin bir kültür buhranı yaratmıştır. Bu vaziyette milletçe bütün enerjimizi içtimaî bünyeyi kuvvetlendirecek tedbirler etrafında toplamamız icâbediyor. Bunu yerine getirmedikçe ne sanayileşme teşebbüslerinin, ne de demokrasi mücadelesinin, ne de her hangi bir içtimaî ve iktisadî faaliyetin muvaffakiyetle neticelenmesine imkân olmadığını, diğer bütün deliller bir yana bırakılsa bile, son 150 senelik garplılaşma tarihimiz gayet sarih bir şekilde” göstermektedir.

Hoca, sebepler üzerinde durur ve meseleye çözüm ararken, bizim her şeyden önce Batı ‘yı, Batı medeniyetini, onun dayanak ve ana unsurlarını yeterince kavrayıp anlayamadığımızı ortaya koyuyor. Biz, bunca yıldır ‘Batılılaşcağız, diye bize ait olduğu için bir şeyleri bırakıp, karşılığında da ‘fena’ olanları aldık. Ona göre, yüzyıl süren bu alış-veriş, memleketi sonunda felâkete ve buhrana sürükledi.

Bu sürüklenişi şöyle anlatır :

“ Terk ettiğimiz unsurların içinde fenaların bulunmasına mukabil bizi millet yapan, diğer bir çok milletlerin başaramayacağı muvaffakiyetlere götüren, hakkımızda ‘beşer üstü insanlar’ hükmünü verdiren kıymetler de vardı. Bugün bile bunların sâyesinde yaşadığımızın farkında olmadan hâlâ onları tahrip etmekle meşgulüz.”

Ona göre, Batılılaşma onun kör takipçisi, taklitçisi değil, o medeniyetin aslî ve esas kıymetlerinin benimsenip alınmasıdır. Batı medeniyetinin iki temel unsuru ölçü ve kıymet ‘tir. “ Kıymet ve ölçü aynı zamanda kültür ve medeniyetin hudut taşıdır” onun için.

”Ölçü ve Kıymet” başlıklı yazısında, bu iki temel unsura yer verilmesinin yanlış anlaşılmamasını da ister. “Materyalist bir görüş ve zihniyeti benimsemediği için” bunlara sarılmadığını söyler. Zaten, der :”Materyalizmin ilimle, hakikî ilim zihniyetiyle hiçbir alâkası olmadığı, gittikçe daha büyük bir vuzuhla anlaşılmaktadır.”

Mümtaz Turhan Hoca’nın yine aynı yazısında, memleket ve milletimizin kalkınma hareketinde eksiklik olarak temas ve işaret ettiği, cemiyetin temel kurumlarının yenileştirilmemesi; akıl ve ölçüden mahrum “sözde uzmanlar” ve “yarı aydınlar” elinde kalmasıdır. Yıllar önceki bu teşhis, ondan sonraki yıllar ve bu günümüz için de geçerli. O, bu memlekette türeyen bir zümreden, bu kafadaki insanlardan şikâyetçidir. Ciddî hiçbir iş yapmayan, ama daima önemli meselelerle meşgulmüş gibi görünen, yararlı hiçbir şey ürütmeyen ve bütün bunlar yetişmiyormuş gibi, her doğru atılıma engel olup fenayı, ehliyetsizi destekleyen ve bunları mütemadiyen çoğaltmak isteyen bir zümre...O, bundan dertlenir, üzüntü duyar. Çünkü bu zümre, ne Batı’dan haberlidir, ne Batı’yı Batı yapan düşünceden, değerlerden ! Alaylı zihniyetin mümessili olan bu zümrenin (bu menfi seleksiyon’un) yerini, ona göre mutlaka ehliyetli, uzmanlaşmış, bilgili elemanlar almalıdır. Ancak o takdirde ana kurumlar düzelebilir, Türkiye ancak o zaman ciddî ve hakikî bir şekilde kalkınabilir. Böyle bir ‘müsbet seleksiyon’ u da ‘birinci sınıf’ ilim adamları, uzman, nitelikli teknisyen ve gerçek aydınlar meydana getirebilir.

Mümtaz Turhan Hoca’yı, sözlerimizi bağlarken bir kere daha minnet ve rahmetle anıyoruz. Bize, geçen zaman içinde, yolumuza ışık tuttuğu, görüş ve düşünceleriyle ufkumuzu açtığı için... O da gösterdi ve işaret etti : 150 yıllık bir mâceranın, değişim ve yenileşme serüveninin sonunda yol, bir çıkmaza dayandı. Bu sonu belirsiz gidiş ve kanlı kavganın üstesinden gelebilmemiz , her şeyden önce memleket ve dünya ahvalinden haberli aydınlar ve birinci sınıf bilim adamlarına sahip olmamıza bağlı.

Çözüm, geçmiş zaman içinde sadece, Batılı ülkeleri örnek almak suretiyle kurumlarda yenilenme yoluna gitmekte, memleket ve millet yararına ne getirip ne götüreceği bilinmeden yönetim,yöntem değiştirmekte ve en acısı yaşanmış tecrübeler, kazanılmış millî ve manevî değerler bir yana bırakılarak hep insan unsuru dışında aranmakta değildir.

Artık, bu gerçeği bilelim ve şunu kabul edelim :

Bize lâzım olan Batı’nın ilim ve tekniğine, ölçü ve temel değerlerine sahip, aynı zamanda “birinci sınıf” olması gerekli insanlar ve bunlar vasıtasıyla bu ilim ve tekniği kazanmak iken.. bize hiç gerekmeyen Batı’nın kabuğunu yüklendik. Sırtladığımız bu kabuktan kurtulmalı ve bu kabuk mutlaka ve daha fazla vakit geçirilmeden atılmalıdır.

Çözüm bu ve sonuca ulaşılabilmesi için de, birinci sınıf siyaset adamlarına ihtiyaç, bilim, teknik ve edebiyatla uğraşanlardan daha bir önceliğe sahip. “Söz mecliste biter” çünkü...

Ziyaret -> Toplam : 125,57 M - Bugn : 7872

ulkucudunya@ulkucudunya.com