Karabağ Savaşı sonrası Türk parantezinde İran-Türkiye ilişkileri
Arif Keskin 01 Ocak 1970
Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlanan İkinci Karabağ Savaşı, Kafkasya’da yeni bir dönemi başlattı. Bu dönem Türkiye-İran ilişkilerindeki dengeleri de değiştirmeye aday, özellikle Türklük parantezinde. Zira Türkiye, Azerbaycan ve İran’daki Türkler arasındaki bağlar, artık çok daha başat bir belirleyici olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bakü’de okuduğu şiire İran’ın tepkisi, bu yeni durumun işaret fişeği gibi. Fakat bu yeni durumu gerçekten kavrayabilmek için İran-Türkiye ilişkilerini Türklük parantezinde yakından değerlendirmekte fayda var.
İki ülke birbirini ne kadar tanıyor?
İran ve Türkiye iki komşu ülke olmalarına rağmen birbirlerini tanımadıkları ve aslında rasyonel olması gereken iki devletin insan psikolojine ait öznellikleri taşıdıkları dikkat çeker. Tarafların birbirine yönelik öznel algıları o kadar derindir ki, birbirleri hakkında yorum yaptıklarında karşı taraftan değil, adeta kendilerinden söz ederler.
Bunun en bariz örneklerinden biri de Kasr-ı Şirin Antlaşması’dır. Türkiye’nin İran’a yönelik resmî tezi, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması sonrası, İran-Türkiye sınırı barış ve istikrar sınırı olarak çizildiğidir. Ancak İranlılar Kasr-ı Şirin Anlaşması’nı Osmanlıların İran’a karşı zaferi ve İran’ı adeta Ortadoğu’dan süpürüp atan anlaşma olarak görür.
Kasr-ı Şirin Antlaşması miti, Türkiye-İran ilişkilerini ‘jeopolitik kader ortağı’ bağlamında ideolojikleştirerek eleştirinin dışına çıkarıyor. Kolektif öznelliğin oluşturduğu bu farklı tarih anlayışları, iki ülkenin ilişkilerini analiz etmeyi ve siyaset üretmeyi de zorlaştırıyor. Türkiye’nin resmî görüşünü jeopolitiğin, İran’ın görüşünü ise kimliğin oluşturması da meseleyi iyice zorlaştırıyor.
Tarih boyunca her iki devletin kimliklerinin ve rejimlerinin farklı olması, onların küresel sistemdeki konumlarını, bölgesel vizyon arayışlarını ve ikili ilişkilerini bugün de ciddi şekilde etkiliyor. Osmanlı ve Safevi hanedanları Türk olmalarına rağmen, mezhep ayrımı çerçevesinde farklı kimlikler ile rakip konumunda oldular.
1924’ten sonra İran’ı şekillendiren milliyetçi modern devlet aklı, İslam’ı ‘İran’ın en büyük tehlikesi’ olarak tanımlar ve İslam’ın İran platosuna girişinden 1924’e kadar süreyi paranteze alarak İslam öncesi döneme geri dönüşü hedefler. Bu dönemden itibaren İran/Fars milliyetçiliğinin etkisiyle İran seçkinlerinin Türkiye’ye bakışında, Şii-Sünni çatışmasının yerini Türk-Fars çelişkisi aldı. Şah Rıza’nın Türkiye’ye ilişkin çelişkili tutumu bu kimlik siyasetinin açık göstergesi oldu. Rıza Han, bir taraftan Atatürk’ün modernleşme hareketine özenirken diğer taraftan da yeni doğan Türkiye’yi İran’daki Türkleri etkileyebilecek potansiyel tehlike olarak gördü. İran elitleri, Atatürk’ün Türkiye’deki çağdaşlaşma politikalarını destekleseler de Türkiye Cumhuriyeti’nin İttihat ve Terakki geleneğinin devamı olduğunu ve örtük pan-Türkist kimliğe sahip olduğunu düşünmekten kendilerini alamadılar. Nitekim 1924’ten sonra İran’daki Türklere yönelik asimilasyon politikalarının başlıca sebeplerden biri “Türkiye korkusu” oldu.
İran ve Türklük
İran, 90’dan fazla dil ve lehçenin konuşulduğu 80 milyonluk bir nüfusu barındırıyor. Azerbaycan Türkleri, Kürtler, Araplar, Beluciler ve Türkmenler gibi etnik/milli gruplardan oluşan mozaik bir yapıya sahip. İran’daki etnik/milli grupların içinde Türklerin özellikle de Azerbaycan Türklerinin ayrıcalıklı bir yeri var. Zira İran, Türkiye’den sonra Türklerin en çok nüfusa sahip olduğu ülke.
Yaklaşık 80 milyon nüfusa sahip olan İran’ın 35 milyondan fazla Türk nüfusunu barındırdığı tahmin ediliyor. İran Türklerini, Azerbaycan Türkleri, Türkmenler, Halaçlar, Kaşkaylar ve Kazaklar oluşturuyor. İran’da Azerbaycan Türkleri 25-30 milyon nüfuslarıyla Farslarla birlikte İran’ın en güçlü topluluğu. İran’daki Azerbaycan tarihi coğrafyası, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Türkiye sınırından başlayarak 300 bin km’lik yüzölçümü ile İran’ın merkezine kadar uzanıyor.
İran’daki Azerbaycan Türkleri; sayıları, yerleşim bölgeleri, kültürel, ekonomik ve siyasi etkinlikleri, Türkiye ve Azerbaycan ile sınırdaş olmaları ve milliyetçiliğin güçlü olması sebebiyle kolayca “vatan” perspektifi ve dolayısıyla “bağımsız devlet” kurma potansiyeli geliştirebiliyorlar.
Türkiye’de İran ile ilgili en önemli yanılgılardan biri de İran’daki Türklerin Şiilik nedeniyle İranlılıkla bütünleştiği iddiası. Azerbaycan Türklerinin İran’daki sistem ile bütünleştikleri tezi, tarihi olaylara bakıldığında kolaylıkla yanlışlanabilir oysa. Çünkü İran’daki Azerbaycan Türkleri çağdaş tarihin hiçbir dönemde kendi milli kimliklerinden vazgeçmediler. Nitekim, Azerbaycanlıların kendi milli kimliklerini koruduklarının en önemli göstergeleri, Tebriz merkezli 1920’de kurulan Azadistan Devleti ve 1945’te kurulan Azerbaycan Milli Hükümeti. Ayrıca 1979’dan sonra Azerbaycan, İran İslam Cumhuriyeti’ne en geç teslim olan illerden biri olarak da biliniyor.
1979 Devrimi, İran’da bütün kesimlerde olduğu gibi Azerbaycanlılarda da geniş siyasi hareketliliğe ve umuda neden olmuştu. Ancak kurulan İslam Cumhuriyeti birçok konuda Pehlevilerin siyasetini sürdürüyor. İran İslam Cumhuriyeti kendini İslamcı olarak tanıtarak milliyetçiliği tel’in etse de uygulamada Pehlevi dönemi milliyetçi siyasetini daha da yoğunlaştırarak yürütüyor.
1979’dan sonra İran devlet aygıtı tarihte olmadığı kadar güçlendi. Okuma-yazma hareketiyle Fars dili İran’ın her yerine yayıldı. İslamcılığın söylemde ulus ötesi iddiasına ters olarak devlet kadrolarında görev almada İranlı olmak, olmazsa olmaz şart olarak getirildi. Fars dilini ve İran’ı mezhepsel açıdan kutsallaştırma çabalarına girilerek, mezhepleşmiş yeni bir İran milliyetçiliği yaratıldı.1924’te Pehlevilerle başlayan idari-İnzibatı bölünmeler genişletildi. Fars olmayanlara karşı Pehlevilere ait asimilasyon siyaseti bütün boyutlarıyla sürdürüldü. Tahran ve merkez iller zenginleştirilirken etnik bölgeler bilinçli olarak yoksullaştırıldı. İran İslam Cumhuriyeti’nin milliyetçi siyaseti, Fars olmayanların kendi milli kimliklerine geri dönüşüne zemin sağladı. Bu süreçte İran’daki Türk kimliği özellikle 1988’den sonra çok boyutlu olarak siyasallaşmaya başladı.
Bu siyasallaşmada, İran’da sistemin tutkalı olması iddiasında olan siyasal İslam’ın iflası, kitleselleşen yoksulluk ve iflas eden devlet aygıtı gibi içsel faktörlerin yanında, İran’ın Batı’yla gergin ilişkisi, SSCB’nin dağılması ve komünizmin çöküşüyle küreselleşmeye dayalı neo-liberal global dönüşümü ile birlikte Orta Asya ve Kafkasya’da ortaya çıkan Türk devletleri ve özellikle Kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlığa kavuşması, Ebulfez Elçibey’in devlet başkanı olması ve dillendirdiği Birleşik Azerbaycan söylemi, Karabağ sorunu gibi çeşitli dış faktörler de etkili oldu.
Türkiye’nin İran Türkleri siyaseti
İran, sahip olduğu yoğun Türk nüfusu nedeniyle Türkiye’yi tehdit olarak görse de, Türkiye devlet olarak İran’daki Türklerle pratikte hiç ilgilenmedi. İşin ilginç tarafı; Türkiye’de sadece devlet değil, Türk milliyetçilileri de Ziya Gökalp ve Nihal Atsız’ın çok sınırlı yazıları bir kenara bırakılırsa, uzun süre İran’daki Türklerle ilgilenmedi. Ebulfez Elçibey’in ‘büyük ve birleşik Azerbaycan’ tezine soğuk yaklaşıldı. Mayıs 2006’daki İran’daki Türklerin ayaklanmasına karşın Türk milliyetçiliği iddiasında olan bir gazete ‘Bush düğmeye bastı, Azeriler sokağa döküldü’ şeklinde manşet atarak açıkça İran devletini destekledi. Bu sürecin ardından bazı Türk milliyetçilerinin “Türkiye’yi korumanın yolu İran’ı korumaktan geçer” şeklinde kampanya sürdürdükleri görüldü. Bazı çevreler, İran’daki Türkleri ABD ve İsrail projesi olarak adlandırmış ve bazıları ise İran’daki Türk milliyetçiliğini PKK ile özdeşleştirerek uzak durulması gerektiğini öne sürdü.
Ancak Türkiye’deki bu ‘İran’daki Türklerden uzak durma hali’, İran’ın Türkiye’ye bakışını hiç etkilemedi. Nitekim İran, ülke içindeki Türk milliyetçilerine karşı propaganda ve siyasi baskı faaliyetlerini onları Türkiye ile irtibatlandırılarak yaptı. İşin anlamlı olan tarafı; İran’daki Türk milliyetçiliğinin dışarıdan destek almadan gelişmesi oldu.
Bu çerçeveden bakıldığında, İkinci Karabağ Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biri, İran’daki Türk milliyetçiliğinin varlığının Türk kamuoyu tarafından kabul edilmesi olarak görülebilir. Bu gelişmeler ile Türkiye’deki İran algısında değişim başladı, İran’ın çokuluslu yapısının barındırdığı çeşitli sorunlar ortaya çıktı, İran’ın etnik parçalanma tehlikesi yaşadığı gizlenemez hale geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın savaşın ardından Bakü’de okuduğu Araz şiirine İran’ın topyekûn tepkisi, bu korkunun derinliğini ve genişliğini de ifşa etti. Her ne kadar İran’ın telaşlanması iç siyaset açısından anlamlı olsa da, Türkiye’ye yönelik endişesi anlamlı değil. Çünkü Türkiye’nin İran Türklerine yönelik politikası değişmediği gibi değişeceğine yönelik herhangi bir işaret de bulunmuyor.
İran’ın Azerbaycan-Türkiye ilişkisine bakışı
İran’ın tarih boyunca çekindiği Rusya’nın SSCB’nin dağılması ile sıkletten düşmesi, İran ile olan sınırının ortadan kalkması ve komünizm ideolojik tehdit olarak çıkmasına karşın İran Türkiye’yi bu dönemde “pan-Türkist siyasetle” daha açık bir şekilde suçladı. İran, SSCB’nin dağılmasının ardından komünizm ideolojisine karşı İslamcılığın alternatif olarak yerleşeceğini düşünüyordu. İran’ın beklentilerinin aksine Kafkasya ve Orta Asya’da komünizmin yerini milliyetçilik aldı. İran, Ebulfez Elçibey’in bağımsızlık sürecindeki milliyetçi söyleminden Türkiye’yi sorumlu gördü.
İran, Türkiye-Azerbaycan ilişkisini Türklük üzerinden yorumlasa da bu ilişkinin stratejik ve jeopolitik öneminin farkında. Azerbaycan, Türkiye’nin Kafkasya’da İran ve Rusya’ya karşı yürüttüğü tarihi rekabetin merkez ülkesi. Nitekim Türkiye’nin Kafkasya’daki enerji ve ulaşım gibi alanlardaki başarılı projelerinde Azerbaycan merkezî bir konumda. Üstelik Türkiye’nin dış politikasındaki doğu-batı koridoru ve enerji merkezi olma hedefinde Azerbaycan’ın kilit rol oynadığını söylemek yanlış olmaz. Başka bir ifadeyle Rusya, İran ve Ermenistan gibi ülkeler açısından Azerbaycan, Türkiye’nin Kafkasya’daki üssü olarak algılanıyor. Nitekim güçlü bir Azerbaycan’ın istenmemesi, aslında Kafkasya’da güçlü bir Türkiye istenmediği anlamına geliyor. Türkiye’nin Azerbaycan ile kurduğu iyi ilişkilerin sadece Kafkasya’da değil, Azerbaycan’ın Türkiye-İsrail ilişkilerindeki arabuluculuk girişiminin de gösterdiği gibi, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da da Türkiye’yi güçlü kılacağı açık.
Türkiye’nin Azerbaycan’la geliştirdiği iyi ilişkiler, Ankara’yı Kafkasya’da Rusya’dan sonra en etkin ülke konumuna yükseltiyor. Bu açıdan bakıldığında ABD, AB, Rusya ve İran’ın Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin gelişmesinden rahatsızlıklarının nedeninin sadece Ermenistan’ı koruma güdüsü olmadığı bariz. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin gelişmesinin bölgedeki jeopolitik dengeyi Ankara lehinde değiştireceği de belli. Bölge dengelerinin Ankara lehinde değişmesi, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında görüldüğü gibi, Azerbaycan ve diğer Türk cumhuriyetlerinin güçlenmesi anlamına da gelir aynı zamanda. Zira, Türkiye ve Azerbaycan, ilişkilerinin mayasını oluşturan Türklükte ortak oldukları gibi jeopolitik ve stratejik açıdan da kader ortakları.
1990’lardan itibaren İran’ın Karabağ siyaseti yukarıdaki aktarılan çerçevede şekillendi. Bu siyasetiyle İran bir taraftan milliyetçi hareketleri bastırmayı ve diğer taraftan Türkiye’nin etkinliğini kırmayı amaçladı. Karabağ Çatışması’nın yarattığı durum İran’ın bu hedeflerini gerçekleştirmede önemli bir vasıta oldu. Zira zayıf ve yenilmiş bir Azerbaycan İran’ı tehdit edemeyeceği gibi Tahran’a bağımlı hale gelecek ve böylece İran’daki Azerbaycanlılar için bir çekim merkezi olmaktan çıkacaktı. İran bu hedefine Birinci Karabağ Savaşı’nda ulaşırken İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ın zafer kazanması Ermenistan’la birlikte İran’ı da hezimete uğrattı.
Bir dönüm noktası olarak Karabağ Savaşı
Türkiye, İkinci Karabağ Savaşı’nın galiplerinden biri. İran-Türkiye rekabetinde dengeler de Türkiye lehine değişti. İkinci Karabağ Savaşı Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde dönüm noktası oldu. Ayrıca Azerbaycan ve İran’daki Türkler nazarında Türkiye itibarını ciddi bir şekilde artırdı. Azerbaycan’ın askeri başarısı yükselişteki Türk milliyetçiliğine olumlu katkı sağlayarak İran’ı endişelendirdi.
Azerbaycan, İran’la olan sınırını kontrol altına alarak İran ile Ermenistan arasındaki irtibatı sınırlandırdı. Bununla birlikte Nahcivan’ın Azerbaycan’la kara bağlantısı olmaması hem Azerbaycan’ın hem Türkiye’nin hareket kabiliyetini azaltıyor. Bu kopukluk, Türkiye, Azerbaycan ve dolayısıyla Nahcivan’ı İran’a bağımlı hale getiriyor. Nahcivan-Zengezur koridoru tartışması İran’ın transit önemini azaltan önemli bir konu. Türkiye’nin doğrudan Azerbaycan’a ve oradan da Orta Asya’ya giden bir koridora ulaşma olanağı, İran güzergâhının önemini tartışmaya açtı. Türkiye ordusu Azerbaycan’a yerleşti. Türkiye, Rusya’dan sonra Kafkasya’da en etkin güç konumuna yükselme olanağı elde etti. Karabağ sorununun çözülmesiyle birlikte Türkiye’nin Ermenistan ile ilişki kurma ihtimali doğdu. İran’ın beklentisinin aksine Rusya, Türkiye’ye alan açtı. Türkiye’nin nüfuzuyla birlikte Azerbaycan-İsrail ilişkisini de hesaba kattığımızda İran’ın Kafkasya’daki konumunun zayıflayacağı açık.
Azerbaycan bu durumun farkında olarak Karabağ konusunda 3+3 ((Rusya, Türkiye, İran + Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan) şeklinde bölgesel iş birliği formülünü önerdi. Bu hamleyle Bakü, İran’ı rahatlatmaya ve Azerbaycan’ı Türkiye-İran rekabetinin çatışma alanı olmaktan çıkartmaya çalışıyor. Ancak Azerbaycan’ın iyi niyet göstergesi olan bu hamleler, sahadaki gerçekliği değiştirmez. Kafkasya, İran-Türkiye ilişkilerinde dengelerin Ankara lehine değiştiği yeni bir döneme girdi.
Bu yeni dönem de epey ilginç gelişmelere gebe.