« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Oca

2021

Süleyman Nazif

Halef Naz 01 Ocak 1970

Diyarbakır’da doğdu. Devrinin tanınmış edebiyatçı ve tarihçilerinden Diyarbekirli Sait Paşanın oğludur. Servet-i Fünun dönemi şairlerinden Faik Ali Ozansoy’un ağabeyidir. Dedesinin ismi de Süleyman Nazif’tir. Büyük dedesi dönemin ediplerinden İbrahim Cehdi’dir. Dört yaşındayken ailesiyle gittiği Harput’ta iki sene ikametinden sonra 1874’te Maraş’a geçmiş bir buçuk sene burada kalmıştır. Burada bir ilkokul öğretmeninin yanında Kuran’ı hatmettikten sonra ailesiyle Diyarbakır’a döndü ve Rüştiye’ye girdi. 1879’da tekrar babasının yanında Mardin’dedir. Babasından özel dersler Abdülkerim Sabit ve Adliye müfettişi Ferit Beyden tarih, mantık ve edebiyat derslerini aldı ve bir Ermeni papazından Fransızca öğrenmeye başladı. Babasının Mardin’de vefatını müteakip Sırrı Paşa’nın valiliği esnasında Diyarbakır’da geçici görevlerde bulundu. Meclis-i Vilayet ikinci kâtipliğiyle birlikte 1893’te vilayet matbaası müdürlüğüne ve vilayet gazetenin baş muharrirliğine getirildi. Ermeni ayaklanması üzerine çektiği telgrafta kullandığı üslup olayları yerinde incelemeye gelen Kölemen Abdullah Paşa’nın dikkatini çekince onun kâtibi olarak 1895’te Musul’a gitti. 1896’da terfi etti ve Musul’da yedi ay kaldıktan sonra Diyarbakır’a döndüyse de istifa edip İstanbul’a gitti. Jön Türklere katılmak için 1897’de Avrupa’ya kaçtı. Paris’te istibdat ve II. Abdülhamit aleyhinde ağır ifadeler taşıyan yazılar yazdı. Aynı sene içinde İstanbul’a döndü. Padişahın onu Bursa’da vilayet mektupçuluğuyla ikamete memur etmesi üzerine yaklaşık on iki sene Bursa’da kaldı. Bu arada “İbrahim Cehdi” mahlasıyla Servet-i Fünunda yazıları yayımlandı. 1908’de II. Meşrutiyetin ilanından sonra Konya’ya nakli istenince İstanbul’a döndü. 1909’da Ebuzziya Tevfik’le Yeni Tasvir-i Efkar’ı çıkarmaya başladı. Gazetedeki İttihat ve Terakki aleyhinde eleştirileri yüzünden 1909’da Basra, 1910’da Kastamonu, 1911’de Trabzon, 1913’te Musul, 1914’te Bağdat valiliklerine tayin edildi. I. Dünya Savaşı’nda harp zorunluluğu olarak mülki ve askeri idare birleştirilince 1915’te Bağdat valiliğinden ayrılıp İstanbul’a döndü ve artık hiçbir devlet hizmetine girmeden hayatını kalemiyle kazanmaya başladı. 1918’de Millî Mücadele hareketinin başlamasında önemli bir yeri olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasında büyük rolü oldu. 1920’de Malta’ya sürgün edildi ve İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenleri ve milliyetçi Türk aydınlarıyla birlikte geçirdiği yirmi aylık sürgünden sonra Millî mücadele başarıya ulaşınca Ekim 1921’de İstanbul’a dönerek yazı faaliyetlerine tekrar başladı. Geçimini çok zor şartlar altında sürdürüyordu. 1927’de yakalandığı zatürreden ötürü İstanbul’da vefat etti. Öldüğünde en küçük bir servete bile malik değildi. Cenaze masrafları daha önce Türk Hava Mecmuası’na yaptığı yazı yardımlarından kalan manevi bir borçla Türk Teyyare Cemiyetince karşılandı. Kabri Edirnekapı mezarlığındadır. (Akyüz 1985: 387-391; Gür 2010: 92-94)

Kitap halinde basılmış eserleri, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış birçok yazısı vardır. Bunların bir kısmı “Selim Sâkit”, “İbrahim Cehdî”, “Abdülahrâr Tâhir” takma isimleriyle yayımlanmıştır. Malumu İlâm, Ahmet Mithat Efendinin parlamentolar aleyhindeki bir yazısına cevaptır. Namık Kemal, Paris’teyken, Bahriyelilere Mektup imzasız olarak İsviçre’de yayımlanmıştır. 1892-1897 yılları arasındaki ilk nazım örneklerinden oluşan ilk şiir mecmuası Gizli Figanlar’daki şiirleri Servet-i Fünuncuların sanat anlayışından uzaktır. Babasına ithaf ettiği kitabın daha mukaddimesinde istibdada hücum eder. Victor Hugo’nun Bir Mektubu, Sefillerin İtalyanca çevirmenine Victor Hugo’nun gönderdiği mektubun, Lübnan Kasrının Sahibesi Pierre Benoit’in La Châtelaine eserinin tercümesidir. Hayatı boyunca yaşadığı kimi ıstırap ve dertleri de anlatan, II. Abdülhamit’e muhalif gazetelerde yayımlanmış 5 mektupluk El-Cezire Mektupları kendi fikriyatı, ülke dışına taşan kimi faaliyetleri ve edebiyatta vatan fikrine yönelerek istibdadın aleyhinde bir tavır geliştirmesinde merkezi bir rol oynar (Gür, 1998: 34). Boş Herif (1914) jurnalci eski Stockholm sefiri Şerif Paşa’nın tercüme-i halidir. Şıpka kahramanı Süleyman Paşa’nın Bağdat’ta yapılacak mezarı için hazırladığı hitabesini Süleyman Paşa ismiyle bastırmıştır. İki İttifak’ın Tarihçesi’nde Almanya-Avusturya-İtalya ile Rusya-Fransa ittifaklarını anlatır. Batarya ile Ateş’te Ruslara yönelik ağır eleştiriler, farklı şahsiyetlerin hayatlarına ilişkin kısmi bilgiler, Afrika topraklarında mücadeleler, Çanakkale savaşlarında Osmanlı-İtalya ilişkileriyle buna bağlı olarak Avrupa’nın güvenilmezliği, Girit’in kaybı, özellikle askerler ve şehitlerle şehit ailelerinin yürek yakan halleriyle bu durumlar karşısında İstanbul’un kayıtsızlığı, eğlence hayatı, Balkan Savaşı'nın doğurduğu felaketler; A. Hamit Tarhan’a övgüler başlıca konulardır. Sultan Vahdettin aleyhindeki yazıları ise ağır ithamlar ve istihzalarla doludur. Eserde politik bir bakış açısı sezilse de üslup genelde dinî ve millî bir hamaset taşır. Firak-ı Irak, Irak’ın kaybedilmesinden duyduğu hüznün ifadesidir ve esas değeri lisan ve edebi ifadesinden ziyade felakete uğramış bir millete verdiği tesellide görülmüştür. (Köprülü 2007: 122) Âsitane-i Tarihte (Galiçya) Türk ordusunun I. Dünya Savaşı'ndaki kahramanlıklarını anlatır. Hitabe dostu Piyer Loti adına düzenlenen konferansta okuduğu heyecanlı nnutuktur. Vahdettin aleyhindeki alaycı tavrı ve ağır ifadeleri Tarih’in Yılan Hikayesi’nde de sürdürür. Lütfi Fikri Bey’e Cevap, saltanat ve hilafet hakkındaki görüşlerini dile getirdiği bir kitapçıktır. Malta sürgününde kaleme aldığı Çal Çoban Çal milli heyecanlarla doludur. Nâsuriddin Şah ve Bâbîler’de şahın hayatını ve bâbî mezhebiyle mücadelesini anlatır. Malta sürgünündeki hayatını anlattığı üçüncü şiir kitabı Malta Geceleri, en çok bilinen eserlerindendir. Hazreti İsa’ya Açık Mektup Türkiye’deki Hristiyan azınlıkların eziyet gördüğü iddiasıyla haklarındaki muameleleri öğrenmek üzere İngiliz temsilcisinin I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Cemiyet-i Akvam’a (Milletler Cemiyeti), geçici veya daimî bir heyet gönderilmesi teklifi üzerine haçlı zihniyetini ağır bir dille eleştirdiği eseridir. Çalınmış Ülke, aslında millete ait olan padişah gelirlerinin bir zamanlar zorla ele geçirildiğinin anlatıldığı yazılardır. Namık Kemal, Mehmet Akif, Külliyat-ı Ziya Paşa ve Fuzûlî gibi incelemelerinde hislerini öne çıkarırsa da eserlerin yoğun bir araştırma ürünü oldukları söylenebilir. Âbide-i Şühedâ’yı Çanakkale şehitleriyle ilgili olarak halkın desteğini almak için kaleme almıştır. İki Dost’ta Namık Kemal ve Ziya Paşa’yı anlatır. İmana Tasallut -Şapka Meselesi- şapka kanunundan önceki yazılardan ibarettir ve Hoca Mehmet Efendi’nin Batı Taklitçiliği ve Şapkası’na bir tepkidir. Kâfir Hakikat’ın konusu Rif Mücahidi Abdülkerim’in kahramanlıklarıdır. Yıkılan Müessese Osmanlı devletinin son devri, 31 Mart Vakası ve İttihat ve Terakki Cemiyetiyle ilgili siyasi mevzuları ele alır.

Edebiyatın teorik meseleleriyle çok uğraşmamışsa da bazı yazılarında devrin ruhunu yansıtan fikirlere yer vermiştir. Türk edebiyatı ilk dönem Tanzimat neslini yavaş yavaş geride bırakırken, Edebiyat-ı Cedidecilerin sanat telakkisine uygun bir basın ortamında sanat ve estetiğe ilişkin düşüncelerini dile getirmiştir. Ona göre sanatın kaynağı insan fıtratıdır ve insan da yaratılışı icabı sanata muhtaçtır. Bunun için sanat, insan doğasındaki güzellik ihtiyacını tatmin maksadıyla vücuda getirilmektedir. (Süleyman Nazif 1329/1911: 527-528) Edebiyata bakışı estetiktir ve Abdülhalim Memduh, Ahmet Mithat Efendi, Halit Safa, Sakızlı Ohannes, İsmail Safa, Nurettin Ferruh, Tevfik Fikret gibi edebiyata estetiğin verileriyle yaklaşan sanat eleştirmenlerinin çizgisine dahil edilebilir. Sanatın ahlaki kayıtlarla bağlanmasına ve sanatın ahlakı ifsat ettiği görüşüne karşı çıkmıştır. Ahlakı sanatın değil devrin ifsat ettiği kanaatindedir. “Sanat ticaret veya memuriyet değildir ki ahlak onun başlıca evsaf-ı lazımesinden olsun!” sözüyle sanatta fayda değil güzellik aradığını ifade ederken II. Meşrutiyet öncesi basında mütearife halini almış bir hükmü dile getirmektedir. (Süleyman Nazif 1324 (1908)) Bu sanat telakkisinin bir neticesi olarak Şinasi’nin ahlaki edebiyat tarifine de (Şinasi 1303: 38) katılmamış ve bu tarife estetik âlimlerinin de karşı çıktığını söylemiştir. (Süleyman Nazif 1924: nr. 37) Edebiyatın sarf ve nahivle elde edilemeyeceğini savunmuş (Süleyman Nazif 1341/1925) böylece devri itibarıyla edebiyatın tarifinde Servet-i Fünuncu bir çizgide durmuştur. Nurettin Ferruh ve özellikle Hüseyin Cahit’in kimi yazılarında vurguladığı tekâmül nazariyesinin sıklıkla zikredildiği bir matbuat ortamında edebiyattaki değişme ve gelişmelerin bir tekâmüle dayandığını dile getirir. (İbrahim Cehdi 1898: 38-41) Ancak bu yaklaşımı pozitivist bir itikadın eseri değildir. Nitekim XIX. asrın sonuna kadar edebiyatın en önemli mevzularından biri olan tekâmül Spencer ve Darwinci yaklaşımlara inhisar etmez. Servet-i Fünuncuların dekadanlıkla suçlanmalarına karşı çıkmış; Cenap Şahabettin gibi, farklı devirlerin farklı üsluplara sahip olacağını ifade etmiştir. (Süleyman Nazif 1898/2: 198-201) Gençlik yıllarından beri istibdadın aleyhinde bir hayat tarzı yaşaması sanat anlayışını şekillendiren önemli bir etmendir. Bursa’daki zorunlu ikameti sırasında daha önce çoğuyla tanışmış olduğu, rejim aleyhindeki Servet-i Fünuncuları kendine yakın bulmuşsa da bu durum uzun sürmemiştir. Çoğu eski nazım şekilleriyle yazılmış ilk şiirlerinde Servet-i Fünunculardan ayrılan yönü ferdi hislerin yanında sosyal hadiselere duyarlılığıdır. Bu mevzuda çok beğendiği Namık Kemal’den gelen tesirler açıktır (Göçgün 2010: 27). Servet-i Fünun edebiyatı dağıldıktan sonra da edebi çalışmalarına devam etmiş, nazım ve nesir sahasındaki yayım faaliyetlerini sürdürmüştür.1908’de meşrutiyetin ilanıyla birlikte oluşan siyasi ve sosyal gelişmelerin içinde halkın duygularına hitap etmeye inkisar ve ümitlerine cevap vermeye başlar. Firak-ı Irak ve Malta Geceleri bu terennümün ifadesidir. Sanatın ahlaki kaidelerden uzak, amacının güzellik olduğunu ve güzelin de fayda olmadığını ifadenin yanı sıra sanatın topluma bigâne kalamayacağı kanaatindedir. Bu sanat telakkisi etrafında artık, toplumdan uzak kalarak sanatı yalnızca sanat için görenleri budala saymaktadır. (Ünaydın 1972: 116) Nesirde doğrudan doğruya Namık Kemal’in takipçisi olarak görülmekteyse de (Köprülü 2007: 70) nasirliğinde kuru bir “cümleperdazlık” yoktur. (Karaosmanoğlu 1969: 220) Çok küçümsediği hece veznini denemekle birlikte ömrünün sonuna kadar aruzu müdafaa etmiştir. Hayatı ve edebiyatı birleştiren yaşam tarzının yanında zeki ve hazırcevap bir karaktere sahiptir. Şahsiyetinin mizahi tarafı daha çok nüktedanlığında görülür. Bu yönüyle karşıtlık ve ağırlıklı olarak üstünlük teorilerine göre değerlendirilebilecek mizahları (Bulut 2011: 11-85) genellikle, eski tabiriyle hezelgû, müstehzi bir tavırdan uzaktır. Yine de şahsiyetinin esas tarafını işgalcilere, istibdada, yöneticilere yaltakçılıkta sınır tanımayan bürokratlara karşı çıkan gür sedasında ve bütün inkisarlara rağmen her zaman milletinin hislerini terennümünde aramak gerekir. A. Hamit Tarhan’a söylediği “Hissiyat-ı siyasiyesi bitmiş olan akvâmın edebiyatı yetim ve akîm olur.” (Süleyman Nazif 1334/1918: 93) sözü edebiyat anlayışını özetler mahiyettedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,10 M - Bugn : 129117

ulkucudunya@ulkucudunya.com