« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Oca

2021

Amerika Yanıyor, Ya Biz?

Özgür Ünlühisarcıklı 01 Ocak 1970

Kutuplaşmanın sorumlusu kim? Benim, sizsiniz ve onlar, yani hepimiziz. Kutuplaşmaya katkıda bulunmak için mutlaka kitlelere hitap eden bir siyasal lider olmak gerekmiyor. Bazen vermediğimiz veya almadığımız bir selamla, bazen saklayamadığımız bir küçümsemeyle, bazen müstehzi bir gülüşle, kimi zaman da sosyal medyada paylaştığımız ve birilerini ne kadar inciteceğini düşünmediğimiz bir espriyle hepimiz kutuplaşmaya katkıda bulunuyoruz.


6 Ocak 2021 Çarşamba günü, Amerika’nın İç Savaş’tan beri yaşadığı en kara günlerden birisiydi. 3 Kasım 2020 tarihinde düzenlenen başkanlık seçimini kaybetmiş, üstelik kaybetmiş olduğu seçim sonuçlarını tanımayan, istese de istemese de 20 Ocak 2021 tarihinde koltuğunu seçilmiş başkan Joe Biden’a devretmek zorunda olan Donald Trump’ın çağrısı üzerine ülkenin dört bir tarafından Washington’a gelen ve ırkçılık, antisemitizm, İslamofobi, homofobi, yabancı düşmanlığı gibi aşırı sağın birçok rengini temsil eden saldırgan bir güruh, düzenlenen mitingde Trump’ı dinledikten sonra kongre binasını bastı, güvenlik bariyerlerini aşarak içeri girmeyi başardı, maddi ve manevi hasara ve can kaybına yol açtı.



Afrikalı-Amerikalılara yönelik ırk ayrımcılığına karşı düzenlenen ve büyük ölçüde barışçıl olan gösterileri askeri teçhizat kullanmaktan da kaçınmayarak bastıran ABD güvenlik güçlerinin Kongre binasını basan güruha karşı görece yumuşak tavrı elbette kimsenin dikkatinden kaçmadı. Seçilmiş ABD Başkanı Joe Biden da “ Siyahların Hayatı Değerlidir (Black Lives Matter) protestocuları Trumpçı güruhun Kongre Binası önünde gördüklerinden çok farklı muamele görürlerdi”[1] ifadesiyle bu gözleme katıldığını açıkladı.



Bu günün sonunda Cumhuriyetçi Parti Senato Çoğunluk lideri Mitchell McConnell, bu günlere gelinmesinde kendi oynadığı rolü gözardı ederek, olan biteni “Birbirimize karşı düşmanlığa ve hala paylaştığımız birkaç ulusal kuruma duyduğumuz güvensizlik dışında hiçbir ortak yanı olmayan, ayrı gerçekler ve ayrı gerçekliklerle iki ayrı kabileye ayrılmaya devam edemeyiz” sözleriyle özetledi.[2]


Oysa olan tam da buydu. YouGov’un yaptığı kamuoyu araştırması kongre binasının basılmasını Demokrat Parti taraftarlarının %93’ü demokrasiye karşı bir tehdit olarak görürken Cumhuriyetçi Parti taraftarlarının sadece %27’sinin aynı görüşte olduğunu ortaya koydu.[3] Bu tablo Amerikan toplumunun ne ölçüde kutuplaştığını bir kez daha gösterdi.



ABD’deki gelişmeler Türkiye’de sosyal medyaya schaudenfreude (bir başkasının mutsuzluğundan mutlu olma anlamına gelen Almanca bir terim) ile açıklanabilecek bir ruh hali olarak yansıdı. Mazlumların ahı alınmış, ABD’nin sonu gelmişti. ABD’nin eyaletler arası bir iç savaştan sonra bir kaç parçaya bölünmesi artık kaçınılmazdı. Twitter’da top-trend olan hashtag lerden birisi #amerikayanıyor idi.



Peki Ya Biz?



Peki diyelim ki bu denli kutuplaştığı için Amerika yanıyor, ya biz? Bizde toplum tüm farklılıklarına rağmen karşılıklı saygı ve sevgi içinde yaşıyor, birbirine ve daha önemlisi temel kurumlara ve kurallara güveniyor, başı göğe değecek kadar özgür olan Türk vatandaşları farklı düşündüğü konularda birbirlerine hakaret etmeden, bağırıp çağırmadan tartışabiliyor, güvenlik güçleri barışçıl gösterilere saygı duyup koruma görevini yerine getirirken saldırgan eylemlere kesinlikle izin vermiyor da bizim mi haberimiz yok?



Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde henüz ABD’deki olaylar yaşanmamıştı. Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın “Türbanlı hakim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları militanca ve ideolojik takılıyor, bununla mücadele edilmeli” şeklindeki sözlerini ve bu sözlerin başlattığı tartışmayı Türkiye’de çok derin ve yaygın olan kutuplaşmanın bir tezahürü olarak görmüş ve bu konuda yazmaya karar vermiştim. Fikri Sağlar’ın belli bir tarzda giyinen ve hatırı sayılır bir kesimi oluşturan kadınlara güvenmediğini ve dahası onların belli kamu görevlerine gelmelerinin kısıtlanmasını arzu ettiğini, ki yakın zamana kadar durum zaten buydu, ifade eden sözlerinin neden kutuplaşmanın tezahürü olduğunu açıklamama sanırım gerek yok. Öte yandan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Fikri Sağlar’ın sözlerini açık ve net bir biçimde eleştirmiş olmasına rağmen bir kesim tarafından samimi bulunmaması ve Fikri Sağlar’ın sözlerinin CHP’ye maledilip CHP üyesi başörtülü kadınların otantikliğinin sorgulanması üzerinden devam eden tartışma da en az bu kadar kutuplaştırıcıydı.



Daha ben yazıya başlayamadan bu sefer Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı ve bu da Türkiye’deki kutuplaşmayı gözler önüne seren başka bir tartışmayı alevlendirdi. Başta Boğaziçi Üniversitesi akademik kadroları, öğrencileri ve mezunları olmak üzere bir kesim üniversite ile bağlantısı olmayan, geçmişte devlet memuriyeti bulunmayan, profesyonel anlamda yetersiz buldukları ve dahası geçmişte intihal (fikir hırsızlığı) yaptığına dair ciddi deliller olan Melih Bulu’nun siyasi bağlantıları nedeniyle atandığını, bu çerçevede kayyum rektör olduğunu öne sürerek protesto ederken buna gelen cevap “topunuz elitistsiniz” oldu.



Protestolar sırasında güvenlik görevlilerinin üniversite kapısına taktıkları kelepçenin fotoğrafı – bu fotoğraf muhtemelen bundan yıllar sonra da bu dönemi anlatan fotoğraflardan birisi olarak akıllarda kalacak – bazılarımız tarafından “özgürlüğe vurulmuş bir kelepçe” olarak bazılarımız tarafından da “hain teröristlere vurulmuş bir kelepçe” olarak görüldü. Türkiye’de kutuplaşmaya dair güncel örnekler çoğaltılabilir, ve bu yazı yayınlanmadan önce yeni örneklerin ortaya çıkacağından da şüphem yok, ancak örnekleri çoğaltmak yerine Türkiye’deki kutuplaşmayı gözler önüne seren bir araştırmadan bahsetmek istiyorum.



Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları



Alman Marshall Fonu (GMF) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (BİLGİ-Göç) gerçekleştirdiği Türkiye’de Kutuplaşma’nın Boyutları 2020 Araştırması[4] Türkiye’de istisnasız her siyasi partinin taraftarlarının siyasal ötekileri olarak gördükleri partinin taraftarları ile toplumsal ilişki kurmak istemediklerini, kendilerini onlardan ahlaken üstün gördükleri ve dahası siyasal haklarının kısıtlanmasını onayladıklarını ortaya koydu.



Araştırma aynı zamanda farklı siyasi parti taraftarlarının farklı kanallardan bilgi aldıklarını, kendi bilgi aldıkları kanalları objektif, siyasal ötekilerinin bilgi aldığı kanalları taraflı bulduklarını ortaya koydu. Dahası, zaten sadece kendi görüşünü teyit eden kanallardan bilgi alan bireylerin hassas konularda kendisi gibi düşünmeyen insanlarla fikir teatisinden kaçındığını da ortaya koydu. Türkiye’deki farklı kesimlerin birbirinden farklı gerçekliklerde, adeta paralel evrenlerde yaşadığını ortaya koyan bu durum Prof. Dr. Pınar Uyan ve Prof. Dr. Emre Erdoğan’ın birlikte kaleme aldıkları Fanusta Diyaloglar[5] kitabında detaylı biçimde ele alınmıştı.



Birbiri ile etkileşime girmeye gönülsüz, birbirini ahlaken zayıf bulan, birbirinin siyasal haklarının kısıtlanmasına razı olan kesimlerden oluşan toplumumuzun Mitch McConnell’ın yukarıda yer alan sözlerinde “birbirine karşı düşman ve hala paylaştığı birkaç ulusal kuruma duyduğu güvensizlik dışında hiçbir ortak yanı olmayan, ayrı gerçekler ve ayrı gerçekliklerle iki ayrı kabile” şeklinde tarif ettiği toplumdan ne kadar farklı olduğunu söyleyebiliriz?



Bu kadar kutuplaşmış bir toplumu bekleyen bir çok tehlike olduğunu söylememe sanırım gerek yok. Toplumu adeta düşman kabilelere ayrıştıran kutuplaşma her şeyden önce çoğulcu siyasetin zeminini ortadan kaldırarak çoğunlukçuluğun, popülizmin ve otoriteryanizmin önünü açıyor. Kurumsal temelleri çok sağlam Amerikan demokrasisinin bile popülist ve otoriter akımlar karşısında kendisini zorlukla koruyabildiğini düşünürsek durumun vehametini daha iyi anlayabiliriz.



Ayrıca kutuplaşma toplumdaki farklı kesimler arasında, haydi sevgiyi bir yana koyalım, güven ve saygıyı ortadan kaldırarak toplumsal uyumu zayıflatıyor. Herkes kendi gettolarına çekiliyor ve mecburiyetten paylaşılan kamusal alanlarda kendisini adeta işgal altında hissediyor.



Öte yandan kutuplaşma bir başka önemli sorun olan yurtiçi veya yurtdışı kaynaklı dezenformasyon ve manipülasyon kampanyalarının potansiyel etkisi artırıyor ki; bu durum bana göre bir ulusal güvenlik sorunu teşkil ediyor.



Kutuplaşmanın Sorumlusu Benim



Kutuplaşmanın sorumlusunun kim olduğu konusunda da kutuplaşmış durumdayız. Kimileri “CHP zihniyeti” ni sorumlu tutuyor kimileri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı. Oysa kutuplaşma sadece Türkiye’ye özgü bir kavram değil, Türkiye’de içinde bulunduğumuz döneme özgü bir kavram hiç değil. Türkiye’de kutuplaşmanın Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlayan hızlı toplumsal dönüşümden beri ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyıl sonunda başlayan Batılılaşma hareketinden beri şu veya bu düzeyde var olduğunu söyleyebiliriz.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz
ornek @ mail.com

Submit


Peki kutuplaşmanın sorumlusu kim? Kim ayağa kalksın? Lafı dolaştırmadan söyleyeyim: benim, sizsiniz ve onlar, yani hepimiziz. Kutuplaşmaya katkıda bulunmak için mutlaka kitlelere hitap eden bir siyasal lider olmak gerekmiyor. Bazen vermediğimiz veya almadığımız bir selamla, bazen saklayamadığımız bir küçümsemeyle, bazen müstehzi bir gülüşle, kimi zaman da sosyal medyada paylaştığımız ve birilerini ne kadar inciteceğini düşünmediğimiz bir espriyle hepimiz kutuplaşmaya katkıda bulunuyoruz. Şahsen geçmişte sergilediğim bu tür davranışların sayısını tahmin bile edemiyorum.



Kutuplaşma Türkiye’nin Kaderi Değil



Peki kutuplaşmayı kim çözecek, bunun kestirme bir yolu var mı? Aslında yukarıdan aşağıya bir yöntem var ama doğrusu gerçekçi değil. Siyasal sistem bugün içinde bulunduğumuz “kazanan her şeyi alır” paradigmasından güç paylaşımı paradigmasına dönüşse, devlet tüm vatandaşlara kaliteli ücretsiz kamu eğitimi verse ve eğitim öğrenim sürecinde eleştirel düşünceyi desteklese, hukukun üstünlüğü tam olarak tesis edilse ve herkesin tereddütsüz güvendiği bir yargı sistemi oluşturulsa, doğası gereği ötekileştiren kamu kurumları kapsayıcı olacak veya en azından ötekileştirici olmayacak şekilde reformdan geçirilse ve siyasal liderlerimiz kullandıkları dile çeki düzen verseler, kutuplaşma hızla azalabilir. Ama takdir edersiniz ki, bütün bunların olmasını beklemek için hayli iyimser olmak gerekiyor.



Bir de aşağıdan yukarıya, belki daha uzun sürecek ama daha gerçekçi bir yol var: Geniş anlamda sivil toplumun konuya el atması, kutuplaşma konusunda farkındalık yaratmaya yönelik kampanyalar düzenlemesi, farklı toplum kesimlerinin birbiriyle temasını ve işbirliğini mümkün kılacak faaliyetler örgütlemesi ve bunları yapmaya sabırla devam etmesi. Türkiye’de bütün güçlüklere rağmen bunu yapacak güçte bir sivil toplumun var olduğu gerçeği bir yana, farklı toplum kesimlerinden gelen sivil toplum kuruluşlarının kutuplaşma karşısında işbirliği sivil toplumun gücünü daha da artıracaktır.



Vatandaşların kutuplaşma konusundaki farkındalığının arttığı ve sivil toplumun kutuplaşmayı azaltmak hedefi doğrultusunda işbirliği yaptığı bir ortamda kutuplaştırıcı söylem ve davranışlar ayıplı hale gelecek, siyasetçiler de hiç değilse kendi çıkarları için kutuplaştırıcı söylemden vazgeçecektir.



Dostum Emre Erdoğan’ın yine bu platformda yayınlanan yazısında ifade ettiği gibi, kutuplaşma Türkiye’nin kaderi değil ve çözümü uzaklarda aramaya gerek yok.

Ziyaret -> Toplam : 125,11 M - Bugn : 136831

ulkucudunya@ulkucudunya.com