ABD’deki kargaşa neyin yansıması?
Barış Doster 01 Ocak 1970
ABD’de Kongre binasının Donald Trump taraftarlarınca basılmasıyla başlayan kargaşa, gündemdeki yerini koruyor. Bunalım, hem ABD’nin küresel hegemonyasının zayıflamasıyla hem de ülkedeki siyasal, toplumsal, sınıfsal, kültürel kutuplaşmayla, varsıl - yoksul uçurumunun derinliğiyle, fay hatlarının çokluğuyla ilgili. O nedenle, başkanın politik görüşünden bağımsız olarak, ABD’nin işi zor. Hem de çok zor…
Öncelikle meseleye kurumsal, kuramsal, kavramsal açıdan bakalım. Kendisini demokrasi, özgürlük, kuvvetler ayrılığı, düşünce ve ifade hürriyeti, hukuk devleti, kurumların gücü ve istikrarı gibi konu başlıklarında çok üstün gören, bu yönleriyle dünyaya örnek olduğunu öne süren ABD’de sistem kusursuz mu? Önce ona bakalım…
Sağlık hizmetinin ne kadar kötü olduğunu, sağlık hizmetlerine erişmede, sınıfsal farkın yakıcı biçimde yaşandığını, küresel salgın hastalık sonrasında bir kez daha gördü ABD. Eğitim sistemi de her ne kadar dünyada üniversite sayısıyla, üniversitelerinin niteliğiyle öne çıksa da fazlasıyla piyasalaşmış olduğundan, büyük sorunlarla dolu. Zengin - fakir, servet - sefalet uçurumu korkunç. Dünyada gelir dağılımı adaletsizliği sıralamasında en yukarılarda. Milyonlarca çocuğun açlığı, yetersiz beslenmesi de unutulmamalı. Hapishanelerin doluluğu, yüksek suç oranları, medyadaki tekelleşme, ırkçılık, akla gelen diğer sorunlardan bazıları. Kısacası ABD’nin derdi çok. Manzara, hiç de Hollywood filmlerinde gösterildiği gibi değil.
Peki, bu siyasal, toplumsal, sınıfsal, iktisadi gerçeklik, ABD’nin yönetici seçkinlerinin, dünyada ve Türkiye’deki ABD hayranlarının öne sürdüğü gibi “harika bir demokrasi” çıkarır mı? Çıkarmaz. Çıkardığı da görülmemiştir. Aksini söylemek ya aklımızla alay etmek veya yalan söylemektir. Neden mi? Onu da açıklayalım…
ABD’nin “demokrasi” yalanları
Malum; demokrasinin sağlıklı işlemesi için, an azından şunlar gerekir: Çok partili siyasal hayat, basın ve ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, örgütlenme hürriyeti. Asgari bir gelir düzeyi, asgari bir eğitim düzeyi de zorunludur elbet. Çünkü açlık ve cehalet demokrasi üretmez. Yoksulluk ve bağnazlık, diktatörlüğe zemin hazırlar.
Siyaset bilimine meraklı olanların bildiği bir isim olan, ülkemizde de “Demokrasi Üzerine”, “Demokrasi ve Eleştirileri” kitaplarıyla tanınan ABD’nin ünlü siyaset bilimcilerinden Robert A. Dahl, rejimleri sınıflandırırken kabaca şu ayrımı yapar: Tam demokrasiler. Kusurlu, eksik demokrasiler. Melez (hibrit) rejimler (rekabetçi otoriter rejimler de bu başlık altında incelenir). Otoriter rejimler… Bunlar dışında, başka tanımlar, sınıflandırmalar da vardır elbet. Fakat bu tanımların, bu ayrımların hiçbiri, ülkelerin tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, coğrafi, iktisadi gerçeklerinden bağımsız değildir. Tek tip, şablon bir kalıp yoktur. Hele de sosyal bilimlerde.
Örneğin, İngiliz demokrasisinin gelişmesinde, kralın yetkilerini sınırlamak için verilen mücadelenin; sömürgeci, emperyalist karakterinin de etkisiyle zenginleşmesinin; Sanayi Devrimi’nin; parlamentonun; hukukun üstünlüğü konusundaki bilincin; etkili, örgütlü işçi sınıfının payı vardır.
O nedenle ABD’deki bunalım, sadece Trump’ın kişisel özellikleriyle, kabalığıyla, bencilliğiyle, küstahlığıyla, çılgınlığıyla açıklanamaz. Derin, tedavisi zor bir bunalımdır. Üstelik ABD’nin son yıllarda iyice açığa çıkan güç kaybından, küresel hegemonyasındaki aşınmadan bağımsız değildir.
Kaldı ki böyle büyük iç gerilimler, yükselen güçlerden çok, gerileyen güçlerde yaşanır.