`Tarihin tersinden sonu`: ABD Kongresi baskını üzerine düşünceler
Sinan Baykent 01 Ocak 1970
Tarihe iştirâk edin!
3 Ocak 2020 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump kendi sosyal medya hesabında paylaştığı videoda taraftarlarını 6 Ocak'ta Washington D.C.'de düzenlenecek olan "Save America" (Amerika'yı Kurtar) temalı yürüyüşe işte bu sözlerle davet etmişti.
6 Ocak gününün seçilmesi bir tesadüf değildi. Aynı gün ABD Kongresi, Joe Biden'ın zaferini tescilleyecek ve seçim gününden bu yana süregelen tartışmalara son noktayı koyacaktı.
Nitekim öyle de oldu.
Her ne kadar Trump, yaptığı bir dizi çağrıyla Başkan Yardımcısı (ve Senato Başkanı) Mike Pence'e sonuçları tanımamasını telkin ettiyse de bu hususta başarı sağlayamadı.
Sağlayamadı belki ancak sabahın erken saatlerinden itibaren başkente akın eden yüz binlerce taraftarına yaptığı konuşmada Trump, ne olursa olsun seçim sonuçlarını "asla" kabul etmeyeceğini ve vazgeçmeyeceğini ilân etti.
Trump çok katı ve bir o kadar radikal bir nutuk attı.
Aslında herkes konuşmanın keskin hatlarla bezeneceğini zaten öngörüyordu.
Dahası, 2016 seçimlerinde Trump'ın kampanya direktörlüğü görevini üstlenen, görevini bıraktıktan sonra ise bütün enerjisini Avrupa'da sağ-popülist enternasyonali şekillendirmeye vakfeden Steve Bannon bir gün evvelinden bu minvalde bazı sinyaller vermişti zaten.
"Trump'ın yarın göreve geldiği gün yaptığı konuşmadan sonraki en belirleyici konuşmasını yapacak" diyen Bannon, "cehennemin kapılarının açılacağını" ve "her şeyin beklenilenin aksine çok farklı seyredebileceğini" söylüyordu.
Haklı çıktı.
Gerçekten de "tarihî" addedebileceğimiz hitabında Trump, Kovid-19 pandemisinin seçime hile karıştırılmak için kullanıldığına, esasında seçimin gece 10'da bittiğine ve fakat sabahleyin saçmalıkla dolup taşan bir tabloya uyanıldığını ve seçimin Demokratlar tarafından açıkça çalındığını açıkladı.
Öne çıkan diğer önemli satır başları ise şunlardı:
"Oturup ülkenin yıkılmasını izlemeyeceğim. Demokratlar yıllarca zayıf Cumhuriyetçiler sayesinde hile yaptılar. O sayfa artık kapandı."
"İç politikayla ilgili bir sorun yaşamıyoruz. Millî Güvenlik'le ilgili bir sorun yaşıyoruz."
"Burada iyi bir sınav verilmezse Cumhuriyetçi Parti biter ama biz bitmeyiz, bunu unutmasınlar!"
"Demokrasimiz saldırı altında ve ben demokrasimizi korumaya çalışıyorum."
En yakıcı kısmı ise bana kalırsa Trump'ın taraftarlarını Kongre istikametinde seferber etmeden evvel dillendirdiği şu formülde açığa çıktı:
Büyük bağışçılara, büyük medyaya ve büyük teknolojiye (Big Tech) karşı mücadelemiz daha yeni başlıyor!
Söz konusu çıkışın akabinde içimden yarı-şaka yarı-ciddi "acaba 'devrimci milliyetçilik' literatüründe canlı bir güncellemeye mi şahitlik ediyoruz?" diye geçirmekten kendimi alıkoyamadım doğrusu.
Kendime bu soruyu sordum zira hitabın içeriği (milliyetçilik-vatanseverlik eksenli) toplantının bizatihi amacıyla (Kongre'ye yürüyüş) üst üste getirildiğinde ete kemiğe bürünen manzara herhangi başka bir çıkarsamaya mahal veremeyecek kadar berraklaşıyor.
İşin en ilginç ve can alıcı boyutu ise bütün bunların ABD'de tecrübe ediliyor oluşuydu!
Bilindiği üzere sözgelimi "devrimci" vasıflarla donanmış milliyetçiliğin (veya siyaset bilimci Zeev Sternhell'in tabiriyle "devrimci sağın") ana kıtası tarihte -özellikle 19'uncu yüzyılın ortalarından 20'nci yüzyılın ilk çeyreğine değin, sonrasında zaten tedricen sönümlenmiştir- Avrupa olagelmiştir.
Hâl böyle olunca kitlesel nitelikteki "devrimci milliyetçiliği" bu sahada sayısız pratik uygulama kaydetmiş ("Fiume", "Roma'ya Yürüyüş", "6 Şubat 1934" vd.) Avrupa'dan her zaman (hâlâ) bekleyebiliriz.
Ya ABD'den?
Doğrusu 6 Ocak'a kadar böylesi bir olgunun ABD'de, hele ki bu ölçülerde, vücuda gelebileceğini kendi payıma pek düşünmemiştim.
Evet, Trump'ın seçimleri kaybettiği takdirde homurdanacağı, kızacağı ve belki koltuğu bırakırken nazlanacağı az-çok tahmin ediliyordu.
Ancak hadisenin Kongre'nin işgal edilmesine uzanacak bir siyasî çizgiye oturacağını kim nasıl anlayabilirdi ki?
Elbette ki 6 Ocak ABD'sinden nesnel planda bir "devrimci milliyetçi" statüko yahut Trump'tan bir "devrimci önder" devşirmek mümkün değildir. Gayeleri muğlâk çağdaş popülist tekniğin şahikasına ulaşması kıvamında bir özet daha isabetli olacaktır.
Ancak yukarıda da belirttiğim üzere "milliyetçi devrimciliğin" olmasa bile, "popülist-milliyetçi huysuzluğun" en "üst-düzey" fitilini Trump isteyerek yahut istemeyerek ateşlemiş oldu.
Dahası, bu kıvılcımların önümüzdeki aylarda yahut yıllarda muhakkak Avrupa'ya ve diğer coğrafyalara da sıçrama potansiyelini kazanma yoluna girdiği de not düşülmelidir.
Velhâsıl her ne kadar Trump işlerin çığırından çıkmasından bir müddet sonra eylemcilere "barışçıl" kalmaları yönünde ikazlarda bulunmuşsa da eminim ki yukarıda sıraladığım ve ateşli bir üslûpla sarf ettiği cümlelerin sonunun nereye varacağını gayet iyi biliyordu.
Olası yansımalarını hesaplamaksızın organize edilen bir etkinlikle karşı karşıya olmadığımız ve olamayacağımız aşikârdır.
Peki, son verilerin ışığında önümüzdeki dönemde ABD'yi neler bekleyebilir?
Şüphesiz ki şimdiden projeksiyon yapmak zordur. Buna mukabil olarak mevcut durumdan ve gelişmelerden kendiliğinden bir şekilde süzülen hipotezler vardır.
Birincisi ABD'nin bundan sonrası ve yadsınamayacak bir zaman aralığı için birinci öncelik maddesi hiç tereddütsüz iç politika olacaktır; zira ülkenin toplumsal anlamda girdiği "kronik bölünmüşlük" safhasına ilaveten artık bir "kurumsal özeleştiri" yapması gerekliliğinin çanları da çalmaktadır.
İkincisi Cumhuriyetçi Parti özelinde yepyeni bir dönüşümün cereyan etmesi çok olasıdır. Olasıdır çünkü Trump figürü Cumhuriyetçileri de açıkça bölmüş vaziyette.
Başka bir deyişle, ya Cumhuriyetçiler artık güçlendiği tartışılmaz olan "Trumpizm"i kabullenecekler ve onu "resmî parti hattı" telakki edecekler ya da ortadan ikiye bölünecekler.
Üçüncüsü hem ABD hem de genel anlamda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bâbında bundan böyle sosyo-politik antagonizma kıstaslarının ilki "küreselciler" - "vatanseverler" ekseninde ilerleyeceğe benziyor.
Gerçekten de bu "kamplaşma" artık muhtelif sosyolojik tabanlara yerleşme eğiliminde gibi durmaktadır.
Nihayet dördüncü ve son olarak ise ABD Kongresi baskını 1990'lı yılların başlarında popülerleşen "Tarihin Sonu" basmakalıbını tarihe karıştırabilecek kesinliği ihtiva edebilir/etmiş olabilir.
Liberal demokrasinin modern "mabedi" şeklinde tarif edilebilecek ABD Kongresi'nin kendi baş rahibinin işaretiyle baskına uğraması hadisesi aslında beraberinde en az 10 yıldır var olan ancak bir türlü doğru kavramsal karşılığıyla betimlenemeyen bir gerçekliği mühürledi.
Batı'da ve diğer yerlerde klasik liberal demokrasinin "evrensel" açılımı ile kabulü aşınıyor. Farklı bir dille ortaya koyacak olursak, diyebiliriz ki insanların hususî dünya görüşlerine nispetle demokrasi anlayışları, tarifleri ve talepleri de çeşitlenmeye yüz tuttu.
Özetlemek gerekirse "çağın" doğum sancıları devam ediyor. Doğacak olanın ne olacağını ise şimdilik bilmiyoruz.