Necdet Koçak 07.04.1939-16.01.1980
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ 01 Ocak 1970
Türkiye Cumhuriyetinin Misak-ı Milli sınırları dışında kalmış, anavatan Türkiye özlemini çeken ve onun yardım elini uzatmasını bekleyen yurt topraklarından birisi de, bugünkü Irak’ın kuzeyini teşkil eden Musul-Kerkük coğrafyasıdır. Türk Milli Kurtuluş Savaşında en çok şehit veren eyaletler arasındaki Musul vilayeti de, 21. asırda Türkiye Cumhuriyetinin büyüklük gösterip, kendine destek olmasını beklemiştir. Anayurt’a yakın olmasından ötürü yıllardır katliamlara maruz kalan Musul-Kerkük Türkleri, günümüzde de aynı sıkıntıları çeken Türk toplulukları arasında başta geliyor.
Bilindiği üzere Kerkük ve Musul, Milli Mücadele yıllarında çizilen Misak-ı Milli sınırları içindeydi. Gerçekte bu havali sadece Türk yerleşim alanından ibaret değil, aynı zamanda ekonomik açıdan da Türkler için mühimdi. Bölgenin geleceği, yani Musul Meselesi Lozan’da halledilemedi (21 Kasım 1922-24 Temmuz 1923). Türk heyeti ırkî, siyasî, tarihî, coğrafî ve iktisadî olmak üzere değişik gerekçeler göstererek Musul’un Türkiye sınırları içerisinde bırakılmasını istedi. İngiltere temsilcisi Lord Curzon, İngilizlerin 1919’dan beri havalide bulunduklarını ve bu yüzden mevcut vaziyeti daha iyi bildiklerini ileri sürerek, Musul’un Türkiye’ye verilemeyeceğini söyledi. Bu durumda Cemiyet-i Akvam’ın hakemliğine başvurulmuş, o da meselenin çözümünü Lahey Adalet Divanına bırakmıştı. Orada da bir sonuç alınamadı. Bu arada Anadolu’da çıkarılan bazı ayaklanmalarla, Türkiye’nin bu konu üzerinde layıkıyla durmasına mani olundu. Halbuki Mustafa Kemal, güney hudutlarımızın Musul, Süleymaniye ve Kerkük’ten geçtiğini belirterek bunu, genç Türkiye Cumhuriyetinin milli politikası olarak görmüştü. Sonunda 5 Haziran 1926’da Ankara’da taraflar anlaşarak; Musul, İngiliz hakimiyeti altındaki Irak’a terk olundu. Türkiye Cumhuriyeti Musul üzerindeki haklarından vazgeçmekle beraber, 1927’den itibaren modern manada petrol çıkarılmaya başlanan Irak petrollerinden 25 yıl boyunca % 10 hisse alacaktı. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Andlaşmada Irak’taki Türklerin güvenliği ve rahatını sağlayacak bir yaptırım yoktu. Özellikle İngiltere Ankara sözleşmesinden son derece memnun kalmış idi. Ama bu andlaşma ile Türkiye ve Irak Türkmenlerinin ilişkilerinin koptuğunu söylemek de mümkündür.
Kanlı bir ihtilalle, 14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta krallık rejimi devrilerek yönetimi Abdülkerim Kasım’ın ele geçirdiğini, Faysal ve Nuri Said’in feci bir şekilde ortadan kaldırıldığını herkes bilmektedir. Bu yeni durumda, Türkler rahat bir nefes alacaklarını zannederlerken, hayal kırıklığına uğradılar. Diktatörlüğe çok hevesli olan Abdülkerim Kasım, Kürtlerin lideri Molla Mustafa Barzani’yi Irak’a çağırdı. 7 Ekim 1958 günü, 11 yıldan beri Rusya’da bulunan eski terörist Molla Barzani Irak’a döndü. Bağdat’ta görkemli bir devlet töreniyle karşılandı. 1959 yılında Musul’da ayaklanan Arap milliyetçilerinin bastırılması olayında Kasım’a yardım ettiği için çok şımardı. Ne gariptir ki, yıllar sonra çocukları da ABD’ne verdikleri destek yüzünden, özellikle Türkiye’ye karşı iki yüzlü ve saldırgan bir politika izlediler. Varlıklarının sebebinin asırlardır bölgede süren Türk hoşgörüsü olduğunu unuttular.
Bu arada Rusya teknik adam adı altında binlerce ajanını kısa zamanda Irak’a sokmuş ve yaptığı kültürel anlaşmalarla da, komünizm fikirlerini her tarafa yayma imkanını bulmuştu. Bugün Kuzey Irak’taki fiili durumun temelleri o zamandan atılmaya başlanmıştır. Her vakit olduğu gibi uyuyan Türkiye, gizli ya da açık bunu engellemek için bir girişim yapmadı.
Irak’ta pek çok ırktan insan yer almasına rağmen, Türk idaresinde kaldığı müddetçe bu milletler birbirleriyle çarpışmadan, kardeşçe yaşamasını bilmişlerdi. Türkler kendileri yememiş onlara yedirmiş, mübarek topraklar olarak saydıkları bu yerlere kafir ayağı değmesin diye kanını sebil etmişti. Fakat buna karşılık ne gördüler; sadece ihanet!
İşte yukarıdaki gelişmelere baktığımızda Kerkük, Barzani tarafından kurulacak Kürt devleti için en büyük tehditi oluşturuyordu. Savunmasız ve sahipsiz Kerkük Türkü’nü ortadan kaldırmak, onlar için çok kolaydı. Barzani ve emrindeki Kürt Demokrat Partisi, Abdülkerim Kasım’dan izin almak suretiyle harekete geçtiler. İlk önce, öteden beri Türkleri koruyan Kerkük II. Tümen komutanı Nazım Tabakçalı’yı öldürmekle büyük bir problemden kurtuldular. Üçbinden fazla Türk aydını Turancılık iddiasıyla tutuklandı. Nihayet Irak devriminin yıl dönümü olan, 14 Temmuz 1959 günü komünistler ve Kürtler evlere saldırarak, önlerine geleni kurşunladılar. Türkler bayram nedeniyle kadın, çoluk-çocuk, yaşlı-genç sokaklara çıktıklarından, hiçbir şeyden haberleri yoktu. Binlerce Türk meydanlarda vahşi bir şekilde katledildi. Etleri parçalanarak, köpeklere atıldı. Cesetleri elektrik direklerinde günlerce asılı kaldı. Bu yaşananların ardından arazilerin bir kısmı Türklerden alınarak, Kürt aşiretlere dağıtıldı. Evler ve dükkanlardaki eşyalar kamyonlara yüklenip, yağmalandı. Bütün dünya olanlara seyirci kaldığı gibi, bu hadiseler karşısında Türkiye’nin sükûtu, Kerkük Türkü’nü ikinci bir kez daha öldürdü.
Irak, Türklerin doğudan batıya yaptıkları ilk akınlarda Türk vatanı olmuş bir yerleşim bölgesidir. Burada daha Hunlar zamanından itibaren bir Türk varlığı söz konusudur. Dolayısıyla Türkler burayı onaltı asır önceden biliyorlardı. Oniki asırdır da yurt olarak kullanmaktadırlar. İslam’ın Türkistan’daki ilk fetihleri sırasında, Araplar Türklerle karşı karşıya gelmişler ve bu yiğit insanlara hayran olmuşlardı. Onun için Halifeliğin merkezini korumak maksadıyla bölgeye Türk grupları getirildi. Özellikle Selçuklu seferleri neticesinde, kalabalık bir Türk kitlesi Irak ve Suriye gibi coğrafyaları yurt tuttular. Temürlü ve Memluklu çağında da Türk hakimiyetinde kalan Irak toprakları, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı nüfuz alanına girdi. Osmanlı Devleti zamanında bu coğrafya Musul vilayeti ile Kerkük Müstakil Mutasarraflığı şeklinde yönetiliyordu.
Buralar Türk hakimiyetinden çıkıp, Misak-ı Milli dışında da kaldıktan sonra, insan hafızalarının almayacağı uygulamalar yaşandı. Her şeye rağmen Anadolu’daki İstiklal Mücadelesinin en ön saflarında çarpışan bu kahraman Türk evlatları, dünyada onurlu bir şekilde yaşamak için her zaman ellerinden geldiğince kavgalarını sürdürdüler. Irak Türklerinin bu anlamlı mücadele tarihinde, belki milletine karşı daha çok şeyler yapabilecekken, hayatına alçakça son verilen Türkmen yiğitlerinden birisi de Necdet Koçak’tır.
Mümkün olduğu ölçüde, Türk çocuklarına, Türk atalarının Türklük uğruna giriştikleri fedakârlıkları anlatmak amacıyla yola çıktığımız bu çalışmaya bağlı olarak, bilgiler dahilinde, kısaca Kerkük Türk’ünün ulu çınarlarından Necdet Koçak’ı da tanıtmak istiyoruz.
Kerkük’te 7 Nisan 1938’de doğan Necdet Koçak, daha gençlik yıllarında Irak Türkmenlerinin kurduğu gençlik teşkilatında yer almış ve burada faaliyetlerde bulunmuş idi. Bununla birlikte Irak’ta o korkunç 1959 katliamından bir yıl önce, yani 1958 senesinde Türkiye’ye gelip, Ziraat Fakültesine kaydolduğundan dolayı bu vahşetten kurtulmuştu. Dört yıl kadar Türkiye’de okuduktan sonra, bu dava adamı mezuniyetinin ardından insanlarına hizmet amacıyla Türkmen ülkesine döndü. İki sene devlet memuriyetinde çalışıp, yüksek ihtisasını tamamlamak gayesiyle tekrar Türkiye’ye geldi. 1969’da doktorasını bitiren Necdet Koçak, Bağdat Üniversitesinde göreve başlamış, 1976 tarihinde doçent unvanı almış bir araştırmacı sıfatıyla ilim dünyasına girmiş idi.
Ancak 1970-1980 dönemi, herkesin bildiği üzere Türkiye’de anarşi ve terörün kol gezdiği, Irak cephesinde de 1980’de başlayan İran-Irak Savaşının gölgesinde geçen bir zaman dilimidir. İşte bu karmaşa ortamında, Türkiye kendi dışında olup-bitenlere bigâne kaldığı gibi, Irak’taki Türkmenler de kaos sebebiyle sahipsiz olduklarından dolayı yine eziliyorlar, pek çok baskıya maruz kalıyorlardı. Saddam yönetimi, hiçbir vakit Kürtler kadar Irak devletine açıkça savaş açmayan Türkleri tehdit olarak görüyor, onları da Kürtlerle aynı muameleye tabi tutuyordu. Irak’ın gidişatı iyi değildi. Bu ülkeyi büyük bir felaketin beklediği gün gibi ortadaydı.
Büyük ağbi Türkiye işine geldiğinde Türklerle ilgileniyor, gelmediğinde onların feryatlarına kulaklarını tıkıyordu. Kerkük Türkleri daha evvelce yaşananlardan aldıkları derslere binaen kendi göbeklerini kendileri keseceklerdi. Bunun için de liderliğini Necdet Koçak gibi aydın Türkmenlerin yaptığı bir teşkilatlanma ile Türkmen birliği ve ruhunun canlı tutulmaya çalışılması söz konusuydu. Tabi ki bu vaziyet kanlı Saddam rejimi ile Kürtlerin dikkatini çekti. Türklerin ümitlerini söndürmek amacıyla bu genç Türkçülere bir ders verilmesi düşünüldü. Buna bağlı olarak Albay Abdullah Abdurrahman, Adil Şerif, Rıza Demirci ve Necdet Koçak gibi Türkmen toplumunun önde gelen ve nitelikli fertleri göz altına alınarak, Türkiye’yle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle hapislere atıldılar. Günlerce sorgulamalara ve işkencelere maruz kaldılar ve 16 Ocak 1980’de idam edildiler. Maalesef Türkiye’de bu olayı duyan 3-5 Türkçü’den başka ne devletin, ne de birtakım hainler ve demokrasi adına hak-hukuk isteyen sivil toplum kuruluşlarının sesi çıkmadı.
Ama biz ülküleri, davaları, yüce Türk milletinin onuru için çalışan ve bu uğurda şehitlik mertebesine erişen Türk çocuklarını asla unutmayacağız ve unutturmayacağız.