« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Oca

2021

Mehmet Emin Yurdakul

Orhan Baldane 01 Ocak 1970

İstanbul Beşiktaş'ta doğdu. Babası balıkçı Salih Reis, annesi Edirne taraflarından İstanbul’a gelmiş Kömürcü Mehmet Ağa’nın kızı Emine Hatun’dur. 19 yaşında Müzeyyen Hanım’la evlenen Yurdakul’un bu evlilikten Halim, Hüseyin Ertuğrul ve Adil Oğuz adlarında üç oğlu ve Mebruke adında bir kızı oldu (Tevetoğlu 1988: 4-7).

Yurdakul’un eğitim hayatı 1876’da Saray Mektebi adlı okulda başladı. Ardından 1879’da Beşiktaş Askerî Rüştiyesine girdi ve bu okuldan mezun olunca Mülkiye Mektebine kaydoldu. 18 yaşında tasdikname alarak Mülkiye Mektebinden ayrılan Yurdakul iki yıl sonra ise Hukuk Mektebine yazıldı. Yurdakul’un meslek hayatı da bu dönemlerde başladı. İlk vazifesi Sadaret Dairesinde evrak odası kâtipliği oldu. Daha sonra Rüsumat Tahrirat Kaleminde görev yaptı ve birkaç yıl içinde bu birimde evrak müdürlüğüne yükseldi (Oğuzkan 1961: 3).

Yurdakul 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin o dönemdeki politikaları doğrultusunda ilk olarak Erzurum’a, kısa bir süre sonra da Erzurum’dan Trabzon’a gönderildi. Yeni hükûmet kurulduğunda ise İstanbul’a çağrıldı. Kendisine teklif edilen matbuat umum müdürlüğü görevini kabul etmedi. Bunun üzerine Bahriye müsteşarı oldu. Bu görevde 26 gün kaldı ve daha sonra sırasıyla Hicaz ve Sivas valisi olarak görev yaptı. 1910'da bu görevinden de istifa etti. İstanbul’a dönen Yurdakul, bu sırada Türk Yurdu dergisinin imtiyazını aldı. 1911’de Tıbbiyeli öğrencilerin talebiyle Türk Ocağı’nın kuruluş aşamasında önemli bir rol üstlendi. Ancak hem Türk Ocağı'nın kuruluşuna, hem de Türk Yurdu dergisinin ilk sayısının çıkışına şahit olamadan Erzurum’a vali olarak tayin edildi. 1912’deemekliliğe ayrıldı (Banarlı 1983: 1084-1085).

Yurdakul, emekliliğinin ardından edebiyat, dergi ve sivil toplum kuruluşlarındaki faaliyetlerine ağırlık verdi ve bu yıllarda Türklüğü uyandırmak için düzenlen protesto mitinglerinin ve savaş meydanlarını ziyaret eden heyetlerin başında bulundu (Tevetoğlu 1988: 29). I.Dünya Savaşı sırasında ise Musul milletvekilliği görevindeydi. Kurtuluş Savaşı yıllarında Yusuf Akçura'yla birlikte İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’ya gitti. Atatürk, “Türklerin Mübarek Babası” olarak nitelendirdiği Yurdakul’un Anadolu’ya geçip halkı bilinçlendirmesini oldukça olumlu karşıladı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Şarkî Karahisar ve Urfa milletvekili olarak görev yaptı. Son vazifesi, İstanbul milletvekilliğiydi (Oğuzkan 1961: 8-9). 1940’lı yıllarda eşi Müzeyyen Hanım’ın ölümü ve İstanbul Üniversitesine bağışlamaya karar verdiği kütüphanesinin evinde çıkan yangın sonucu harap olması Yurdakul’u derinden sarstı (Tevetoğlu 1988: 2-3). 14 Ocak 1944’te İstanbul’da vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Mehmet Emin Yurdakul’un eserleri genel olarak Türkçülük, milliyetçilik, memleketçilik, halkçılık ve inkılapçılık fikirleriyle yoğrulmuştur. Bunun neticesi olarak Yurdakul, Türk edebiyatı tarihlerinde Millî Edebiyat olarak adlandırılan hareketin başlatıcısı kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra özellikle Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde etkili olan Memleketçi Edebiyat'ın kökleri de yine Yurdakul’a uzanmaktadır (Uçman 2013: 613-614). Yurdakul’un etkisi eser verdiği dönemlerde sadece Türkiye sınırları içinde kalmamış, Azerbaycan’a da uzanmıştır (Akpınar 1994: 70; 281). Özellikle Ahmed Cevad ve Hüseyin Cavid gibi Azerbaycan edebiyatının önemli isimlerinin eserlerinde Yurdakul’un şiir anlayışının yansımalarını görmek mümkündür (Akpınar 1994: 73).

Yurdakul, ilk eserini yayımladığı 1891’den ömrünün son yıllarına kadar mensur ve manzum birçok eser kaleme almıştır. Manzum eserleri, sayıca daha fazladır. Onun eserlerinin üslubunu, biçimini, içeriğini ve fikrî zeminini şekillendiren unsurlardan biri ve belki de en önemlisi, doğduğu aile ortamı ve yetiştiği çevredir. Tam anlamıyla bir halk çocuğu olan Yurdakul’un edebî zevkinin oluşmasında çocukluk çağında babasından dinlediği halk hikâyelerinin de etkisi olmuştur (Uçman 2013: 613). Bunun yanı sıra genç yaşlarda tanıştığı ve sık sık ziyaret ettiği Cemâleddîn Efgânî de onun eserlerine özellikle fikrî olarak tesir etmiştir. Yurdakul, Efgânî’nin görüşleri doğrultusunda milletinin dil ve edebiyat ihtiyacına, hürriyet yoksunluğuna, medeniyet bakımından geri kalmışlığına kafa yormuş ve bunların düzeltilmesi yolunda elinden geleni yapmaya çalışmıştır (Tevetoğlu 1988: 12).Yurdakul’un Efgâni ile tanışmadan önce devrin önemli kalemleriyle iletişim hâlinde olması ve bu kişilerin görüşlerine önem vermesi de edebî gelişimi noktasında dikkate değer bir durumdur.

Mehmet Emin Yurdakul’un ilk eseri Fazîlet ve Asâlet (1891), mensur bir eserdir. Bunu bastırmadan önce Muallim Nâcî, Recâîzâde Mahmûd Ekrem ve Abdülhak Hâmit gibi dönemin otorite isimlerine eserini göndermiş ve görüşlerini almıştır. Bu isimler Yurdakul’un asalet ve faziletin soydan çok manevi olgunlukla belirlenebileceği görüşünü ve ifade yeteneğini takdir etmişlerdir (Tansel 1989: XVIII).

“Ben bir Türk’üm, dinim cinsim uludur” dizesiyle başlayan “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” adlı şiiri, 1897’de Selanik’teki Asır gazetesinde yayımlandıktan sa Yurdakul bütün memleketin tanıdığı bir isim olmuştur. 1898'de Maarif Vekâletinin izniyle dokuz manzumesinin yer aldığı Türkçe Şiirler (1898) adlı eseri yayımlanmış ve ardından memleketin sınırlarını aşan bir şöhrete kavuşmuştur. Bu eser, Millî Edebiyat’ın hangi unsurlara sahip olması gerektiği fikrinin belirlenmesini sağlamakla kalmamış uyanışın ve kendi kimliğini arama arzusunun da sembolü olmuştur (Argunşah 2004: 185). Osmanlıcılık siyasetinin ülkenin yöneticileri ve önde gelen birçok aydını tarafından uygulandığı dönemde Yurdakul’un yazdığı bu şiirler oldukça kayda değerdir (Yazıcı 1974: 68). Bu eserin ön tarafında Recâîzâde Mahmûd Ekrem, Şemşeddîn Sâmî, Abdülhak Hâmit, Rıza Tevfik ve Fazlı Necip gibi isimlerin eserde yer alan şiirler ve Yurdakul’un sanat anlayışı hakkındaki görüşleri yer almaktadır. Türkçe Şiirler, Türk dünyasında da yankı bulmuş ve İsmail Gaspıralı da bir mektup yazarak Yurdakul’u tebrik etmiştir. Ayrıca yabancı araştırmacıların da ilgisini çeken bu eser hakkında Vambery, Gibb, Horn ve Minorsky'nin de övgü dolu ifadeleri vardır (Tansel 1989: XXII-XXVI).

Türkçe Şiirler'in yayımlandığı dönem, Servet-i Fünûn dergisi etrafında bir edebî hareket meydana getirmiş olan şair ve yazarların şiir ve dil görüşünün baskın olduğu bir dönemdir. Yurdakul, Servet-i Fünûn şair ve yazarlarından farklı olarak sanatın amacının güzellikle birlikte millî fayda sağlamak olduğunun da altını çizmiştir (Uçman 2013: 614). Buna bağlı olarak Servet-i Fünûnculardan ayrı bir yol izleyen Yurdakul, sade Türkçe ve hece vezni tercihinde bulunarak Türk edebiyatında yeni bir çığırın da müjdecisi olmuştur. Herkes tarafından okunup anlaşılabilen ve tadılabilen şiirler yazmak gayesinde olan şair, dönemin ve toplumun ihtiyaç duyduğu bir ses olarak ortaya çıkmıştır (Enginün 2006: 575-576). Yurdakul’un ve Servet-i Fünûn dergisindekilerin sanat karşısındaki bu farklı tutumları Türk edebiyatı tarihindeki önemli bir tartışmaya da sebep olmuştur. Yurdakul’un Selanik’te çıkan Çocuk Bahçesi dergisinde yayımlanan "Ölü Kafası" adlı şiirine bağlı olarak Rıza Tevfik ve dönemin Servet-i Fünûn mensuplarından Ömer Naci arasında büyük bir tartışma yaşanmıştır. Bu tartışma Yurdakul’un şiirlerinin daha çok tanınmasına da vesile olmuştur (Banarlı 1983: 1086).

Yurdakul’un eser bakımından en verimli dönemi ise Balkan Savaşları ile başlayıp Kurtuluş Savaşı’ndaki zaferle sona eren uzun savaş yıllarıdır. Bu dönemin ilk ürünü Türk Sazı (1914) adlı manzum eserdir. Balkan Savaşlarının izlenimlerini taşıyan bu eserinde Yurdakul, üzgün ve ümitsiz Türk halkına iman ve irade telkininde bulunmuştur. I. Dünya Savaşı yıllarında yayımlanan Ey Türk Uyan (1914), Tan Sesleri (1915), Ordunun Destanı (1915), Dicle Önünde (1916), Turan’a Doğru (1918) ve Zafer Yolunda (1918) adlı manzum eserleri ise, savaşan Türk askerlerinin en önemli manevi güç kaynaklarından olmuştur (Oğuzkan 1961: 7). Türk edebiyatında Mustafa Kemal adının ilk kez geçtiği mısralar Yurdakul’un bu yıllarda yazdığı Ordunun Destanı adlı eserde yer almaktadır (Tevetoğlu 1988: 65). Kızılay’ın hemşireleri için yazdığı Hasta Bakıcı Hanımlar (1917) adlı manzum eser de yineI. Dünya Savaşı yıllarının bir ürünüdür.

Yurdakul, savaşın ardından kaleme aldığı İsyan ve Dua (1919) adlı manzum ve Türk’ün Hukuku (1919) adlı mensur eserinde halkın duygu ve düşüncelerine tercüman olmaya devam etmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarındaki izlenimlerinin yansımaları da savaş yıllarında yayımlanan Aydın Kızları (1921) ve Cumhuriyet’in ilanından sonra yayımlanan Mustafa Kemal (1928) ve Dante’ye (1928) adlı eserlerinde görülmektedir. Bunlardan Dante’ye adlı eser mensur, diğer ikisi manzumdur. Halk Hükûmeti-Halkçılık (1923) ve Kral Corc’a (1923) adlı mensur eserleri de Kurtuluş Savaşı sonrasında yayımlanmıştır. Cumhuriyet yıllarında yayımlanan Ankara (1939) adlı manzum eserinde ise inkılapları yürekten benimsediği ve Atatürk’e samimiyetle bağlı olduğu görülmektedir (Oğuzkan 1961: 8).

Yurdakul’un edebî eserlerinin haricinde 1912’de Erzurum valiliği sırasında hazırladığı Erzurum Vilâyeti’nin İhtiyâcât ve Terakkîyât Lâyihaları- I-II adlı bir raporu da vardır.

Yurdakul, Martin Luther’in Hristiyanlık için yapmak istediklerini Türk edebiyatında yapmak istemiştir. Luther’in İncil’i Almancaya çevirmesi sayesinde Avrupa medeniyetinin ilerlemeye başladığına dikkat çeken Yurdakul, bununla herkesin anlayacağı bir dil kullanmanın önemine işaret etmek istemiştir (Enginün 2006: 579-580). Namık Kemal ile başlayan ve vatan kavramı etrafında şekillenen fikir hareketi, Yurdakul’un şiirinde daha somut bir karakter kazanıp halkı derinden etkilemiştir. Soyut bir vatanseverlik, yerini toprağa ve üstünde yaşayanlara adanmış bir vatanseverliğe bırakmaya başlamıştır (Yazıcı 1974: 70).

Mehmet Emin Yurdakul’un şiirleri edebiyat araştırmacıları tarafından genellikle tekdüze ve ahenksiz şiirler olarak yorumlanmıştır. Ancak, bazı şiirleri oldukça coşkulu kabul edilmektedir (Enginün 2006: 581; Uçman 2013: 613). Yurdakul şiirlerini hece vezniyle yazmış, fakat 7’li ya da 11’li gibi en çok kullanılan hece vezinleri yerine 16’lı ve 19’lu gibi alışık olunmayan kalıpları tercih etmiştir. Hece vezninin duraklarına çok önem vermemiş ve ahengini daha ziyade rediften alan şiirler yazmıştır. (Tansel 1989: LIII). Ayrıca, Servet-i Fünûn şair ve yazarları tarafından Batı’dan getirilen yeni şekilleri denemiş ve halk şiirinin temel yapılarından olan dört dizelik kıta anlayışını farklılaştırmıştır (Argunşah 2004: 203). Bununla birlikte, Tevfik Fikret’in eserlerinde de görüldüğü gibi nazmı nesre yaklaştırmaya çalışmıştır (Yazıcı 1974: 70).

Yurdakul’un temel amacı tanınmış bir şair olmaktan çok içinde yetiştiği halkın acılarına ve sıkıntılarına derman bulmaktır (Uçman 2013: 614). Yurdakul’dan önce de sade Türkçe ve hece veznini kullananlar olsa da, bunlar halkın hislerini, fikirlerini ve hayallerini yansıtmaktan uzaktı. Yurdakul’un bu isimlerden farkı hem vezin, hem dil, hem de fikir ve konu bakımından Türklüğü yansıtan millî şiir örneklerini ortaya koymuş olmasıdır (Tansel 1989: XX).

Ziyaret -> Toplam : 125,06 M - Bugn : 88893

ulkucudunya@ulkucudunya.com