Milli gelirin yüzde 27’si
Güven Sak 01 Ocak 1970
2021 yılını zorlaştıran nedir? 2021 yılını dünyanın tamamı için zorlaştıran iki temel hadise var aslında. Bunlardan ilki gıda fiyatlarının hızlı artışı, ikincisi ise istihdamın azalmaya devam etmesi ya da yeniden artmaya başlamaması olasılığı. Bu ne demek? Hane halklarının COVID-19 nedeniyle gelir kaybına uğradığı bir dönemde, gıda fiyatlarındaki artış eğilimi bir nevi çifte riziko gibi doğrusu.
Ama vakıa ile kavga olmaz. Hal böyleyken böyle. Ne olur? Ne olması gerektiğini, Amerikan Başkanı Biden göreve başlar başlamaz herkese gösterdi. Kongreye 1,9 trilyon dolarlık yeni bir destek paketi gönderdi. Böylece 2020 yılından beri, Amerikan hükümetinin kendi milletine sağladığı doğrudan gelir desteği tutarı, Amerikan milli gelirinin yüzde 27’sine ulaşmış olacak. 2020 yılında Türk hükümetinin milletimize sağladığı doğrudan destek tutarı ise milli gelirimizin yüzde 1,5’i bile etmiyordu. Hatırlatmış olayım. Neden böyle? Onu da bugün anlatayım.
Gıda fiyatları 2020 yılında son altı yılın zirvesine çıktı ve artmaya da devam edecek gibi duruyor
Ama önce işe 2021 yılını zorlaştıran hadiseden, gıda fiyatlarında son altı yılda eşi benzeri görülmemiş artıştan başlayayım. Birleşmiş Milletler (UN) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Aralık 2020 itibariyle gıda fiyatlarının son altı yılın rekorunu kırdığını açıkladı geçenlerde. Haber Reuters’ta çıktı. Buna göre geçen Mayıs ayından beri gıda fiyatlarında son on yılda görülmemiş yüzde 18’lik bir artış gerçekleşti.
Şimdi biz Türkiye’de analiz yaparken, yurt dışında yaşasak bile, hadiselere pek içe kapanık bir biçimde, “yalnızca Türkiye için” gözlüğü ile bakmayı pek sevdiğimiz için karşılaştırma yapmayı pek akıl etmiyoruz. Ben etrafa bakınca, hep şöyle bir “Lira değer kaybetti, maliyet enflasyonu baskısı oldu, bir de fırsatçılar etrafı sardı.” diyen “yerli ve milli” analiz çerçevesi görüyorum. Hâlbuki gıda fiyatları doğrusu ya, 2020 yılında, tüm dünyada, tarihi bir yükseliş sergiledi ve benim anladığım, bu fiyat artışlarının, 2021 yılında da devam etmesini bekliyor işin uzmanları.
Peki, gıda fiyatları neden böyle artıyor? Öncelikle iklim koşullarından kaynaklanan bir tarafı var hadisenin. İklim değişikliği rekolteyi dünyanın her tarafında olumsuz etkiliyor. Bu ilk neden. İkinci neden ise, pandemi koşulları nedeniyle bir dizi ihracat kısıtının hala varlığını sürdürüyor olması. Nasıl ortada bir “aşı milliyetçiliği”, “maske milliyetçiliği” olduysa; bir de işin “gıda ürünleri milliyetçiliği” tarafı var sanırım. Tabii bir de üçüncü olarak pandemi nedeniyle son derece canlı bir talep var etrafta. Hepimiz evde oturuyoruz ve kendi gıda güvenliğimizi garantilemeye çalışıyoruz.
Artan gıda fiyatları ve azalan istihdam, sosyal uyumu bozar
Tecrübeli bir politikacı olan Amerikan Başkanı Biden, Clinton’ın iktidarı Baba Bush’tan almak için sıkça kullandığı, “It’s the economy, stupid (Ekonomi yahu işte, salak).” açıklamasını sanırım hala hatırlıyor. Rahmetli Demirel, bu tür durumlar için, “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur.” derdi, bir nevi, “It’s the economy, stupid.” mealen. Tam da bu nedenle olacak, Başkan Biden göreve başladığı ilk andan itibaren hiç konuşmuyor, çatır çatır icraat yapıyor benim gördüğüm. Garip geliyor, bizi öyle alıştırmadılar doğrusu.
Bir yandan, COVID-19 ile mücadele için federal bir destek programı açıkladı ve bundan sonra işlerin yerel hükümetlerin tekil tedbirlerine bırakılmayacağını, topyekûn bir mücadelenin merkezden koordine edileceğini açıkladı. Pandemide uygulanacak protokollerin merkezi olarak belirlenmesine başlandı.
Ayrıca Amerika, Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) desteğini devam ettireceğini açıklarken, aşı temininde güçlük çeken gelişmekte olan ülkelere destek amaçlı COVAX programına da 2 milyar doz aşı sağlama taahhüdünde bulundu. Neden? COVID-19 söz konusu olduğunda hiçbir ülkenin tek başına kurtuluşu yok. Aşıyı yalnızca kendi milletinize yaptığınızda hastalık bitmediği gibi, virüse başka ülkelerde mutasyon alanı bırakıldığı için, mevcut aşıların kontrol edemeyeceği suş tehlikesi ortalığı sarıyor.
Tam bir “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!” durumu yani. Aşılama 2022’ye sarkarsa bir dizi komplikasyon nedeniyle, ne olacak? İstihdam kayıpları ve hanelerin gelir kayıpları telafi edilemeyecek elbette. Kötü.
Amerikan hükümetinin kendi milletine sağladığı doğrudan gelir desteği tutarı Amerikan milli gelirinin yüzde 27’si oluyor
Öteki taraftan, gıda fiyatlarındaki tarihi artışların devam etmesi, açlık tehlikesini artıracak normal şartlar altında. İşte, Biden’ın 1,9 trilyon dolarlık yeni destek paketini tam da bu çerçevede görmek gerekiyor. Amerikan New York Times gazetesi geçen hafta, “Biden, 2009’dan ders almış görünüyor.” diye başlık atmıştı bu konuda.
Neden? 2008 Amerikan finansal krizi sonrasında açılan paketin yetersizliğinden elbette. Şimdi ise yeni planın her parçası, Biden ve ekibinin 2009’dan ders almış olduğunu gösteriyor uzmanlara göre (Daha büyük ve daha şeffaf ol, milletin kafasındaki imkânlar alanını genişlet “Go big, be explicit, expand what the people think possible.” 2009’dan alınan dersin adı, Clinton’un ekonomi danışmanı Jason Furman’a göre.).
Yeni plan bireylere, yerel hükümetlere ve işyerlerine destek olmayı amaçlıyor. Ama ilk vurgu, hane halkları ile ilgili doğrusu. İşini kaybedenlere ve kirada oturanlara geniş destekler sağlıyor. Georgia’da seçimi alarak, Senato’da dengeyi değiştirmeye imkân sağlayan, 1.400 dolarlık çekler ise esasen işini kaybetmiş gelir akımını kaybetmiş olanlar düşünülerek tasarlansa bile, şimdi herkese eşit dağıtılacakmış. Ayrıca ücretli izin imkânı ve hastane masraflarının kamu tarafından üstlenilmesi de plana dâhil. Amerika, bu yıl sosyal devlete geçiyor, bir nevi.
Nedir? Faizi sıfırın altına bile çekseniz, artan gıda fiyatları karşısında milletin karnı sıfır faizle doymuyor sonuçta. Biden “boş tencerenin marifetleri”ni biliyor ve bütçeden millete doğrudan kaynak aktarıyor. Yok öyle faiz düşecek, şirketler şunu bunu yapacak, size iş verecek, maaşınız olacak değil yani. Sonuç: Orada yüzde 27, burada yüzde 1,5. Not edeyim.
“COVID-19 sonrası toparlanma düşük faizle olmuyor, mali genişleme lazım”
Dünyanın normal bölgelerinde “Merkez bankası faizi sıfıra bile indirmiş olsa, bu işten çıkış yok. Çıkış yolu, genişletici maliye politikasında.” yaklaşımı ön planda görünüyor. Demem o ki, biz burada dünyada ne olup bittiğini pek yakından takip etmiyoruz. Ama sonuç ortada. COVID-19 sonrası toparlanma sürecini tek başına merkez bankasına bırakmak pek akıllıca değil, maliye politikasında ne yapacağımızı, bütçede nasıl imkan yaratacağımızı da dikkatle tasarlamak gerekiyor.
Doğrusu Türkiye’de para politikasını takiben, maliye politikasında da şeffaflaşma olması halinde hareket sahamız genişleyecek. Bu çerçevede, Türkiye’de borçlanma maliyetlerini düşürmek üzere, CDS risk primini azaltmayı hedefleyen bir yapısal reform çerçevesinin önemini ne kadar vurgulasam az.
Malum bizim merkez bankası faizi aşağı çektikçe, yabancıların Türkiye’den istediği risk primi aşağı inmiyor, yukarı çıkıyor. CDS risk primini, hükümet istediği gibi kontrol edemiyor. Tecrübe ile sabit.
Keşke hayat öyle kolay olsaydı. Merkez bankası faiz indirince memleketin borçlanma maliyeti öyle küt diye düşseydi. Hayat bayram olsaydı.
Maceranın sonunda hep birlikte bir şölen düzenleseydik. Hani Asterix ve Miki Maus hikâyelerinden sonra hep olduğu gibi. Falan filan.
Ama hayat bir çizgi roman değildir, hanımefendiler ve beyefendiler...
24 Ocak Kararları’nın kırk birinci yılında, tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, bir kez daha hatırlatmış olayım, efendim.