« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Şub

2007

28 Şubat ders oldu, Ak Parti kurbağayı soğuk suya koyup altını öyle yaktı.

Nuray Başaran 27 Şubat 2007

 MUSTAFA F. AĞAOĞLU KİMDİR?

23 Şubat 1940 tarihinde Osmaniye’de doğdu. 1963'te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans öğrenimini tamamladı. 1958-1964 arasında Ankara Vergi Kontrol Memuru olarak çalıştıktan sonra; 1964-1966 arasında Polatlı Topçu Okulu’nda yedek subaylık görevini yaptı. 1975 Temmuz ayında Milli Güvenlik Kurulu 1. Hukuk Müşavirliği’ne müşterek kararname ile MGK Genel Sekreter Başdanışmanı görevine getirildi. Bu görevini 1. Hukuk Müşavirliği göreviyle birlikte yürütmekte iken 2005 Şubat ayında emekliye ayrıldı. MGK’da çalıştığı süre içersinde 5 cumhurbaşkanı, 10 başbakan (2. Sicil Amiri olarak) ve 19 hükümetle çalışarak bürokraside bir rekorun sahibi oldu. 2005 Eylül ayında Halkın Yükselişi Partisi’ne katıldı ve Yüksek Danışma Kurulu Üyeliği’nde görevlendirildi. Partinin 2006 Temmuz ayında yapılan Olağanüstü Kurultayı’nda Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Genel Başkan Yardımcı ve Parti Sözcüsü görevine getirildi.


30 yıl bir devletin Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) başdanışman ve 1. Hukuk müşaviri olarak çalışmak gerçekten “devletin hafızası” olmakla eş değer diye düşünüyorum. Mustafa F. Ağaoğlu da bir çok kişi gibi AK Parti’yi 28 Şubat’ın yarattığını söylüyor. Ancak o dönemde post modern darbeye sebep olan, İslam hukukunu uygulamak ve İslam Cumhuriyeti kurma isteğinin AK Parti ile birlikte başka bir şekilde gerçekleştiğine dikkat çekiyor. “AK Parti de toplumsal hayatı İslamlaştırıyor. AK Parti bir dönem daha seçilirse felaket olur” diyor ve ekliyor: “Kurbağayı kaynar suya atarsanız, fırlar. 28 Şubat öncesinde bu oldu. Ancak soğuk suya atar ve altına odun atıp yavaş yavaş suyu kaynatırsanız kaçamaz. Bugün 28 Şubat'tan ders alan AK Parti, kurbağayı soğuk suya koyup altını yakmıştır. AK Parti de öncekiler gibi laik, demokratik Cumhuriyet karşıtıdır.”

AK Parti için 28 Şubat ürünü deniyor?

Ürünü değil de 28 Şubat’tan dolayı doğdu diyeyim. Neden? 28 Şubat olayıyla Türkiye’de irticanın veya siyasal İslam’ın direkt savunularak iktidar olamayacağı kanıtlandı. Onlar da iki gruba ayrıldılar. Bir yine eski politikalarını yürüten bir grup vardı. Bir de Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği bu grup. Yani bunlar, “daha değiştik” derken, “yani biz 28 Şubat olayından ders aldık, artık orayı yakmayacağız, başka türlü geleceğiz” demek isteyenler. 28 Şubat ürünü dediğim olay, AKP 28 Şubat’tan aldığı ders ile taktik ve düşünce değiştirerek ortaya çıktı.


28 Şubat’tan ders aldılar ama toplum yaşamını İslami kurallarına göre düzenlemeyi amaçlıyorlar” dediniz. Size göre AK Parti iktidarında ve bu toplum düzenini değiştirmede yine bir sıkıntı, yeni bir süreç görüyor musunuz?

Şimdi toplum düzenini değiştirmeye de devam ediyorlar. Yani toplumda İslami kuralların, dini öğelerin öne çıkması konusunda çalışıyorlar. Bir de devlet ve yerel yönetim kadrolarında bir kadrolaşma olayları var. Ama bunlar hiçbir zaman gündeme gelmeyecek. Yani bunu suçlayacak Anayasaya aykırı bir eylem veya işlem seviyesine getirmiyorlar. Akıllı davranıyorlar. Hiçbir zaman bunu söyleyemezsiniz. Siyasal İslama gidiyor veya irticaya gidiyor şeklinde bir şey söylemek mümkün değil. Şu aşamadaki durumuyla ama yapılan uygulamalar bu.

Bunun yanında tabi şimdi bu dış destekli de. Onu da göz ardı etmemek lazım. Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi ki, bu Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’ne dönüştü. Avrupa Birliği’nin, özellikle Türkiye’deki silahlı kuvvetlerin gücünün, politikadaki gücünün azaltılması yönündeki eylem ve işlemlerden dolayı AKP’nin, dini ağırlıklı toplum düzeni çalışmalarına göz yumulması olayı da var. Dış güçler de bunu çok güzel kullanıyor, bu hükümet de dış güçleri. Bunları kullanarak Türkiye’de yapıyor. Yani hiçbir zaman ihtilali istemem. Burada artık halk, sivil toplum örgütleri, diğer partiler, herkes bilinçlenerek AKP’nin bugünkü düzenini ve bu niyetini seçimle ve sandıkta yenmesi lazım. Yani bir silahlı kuvvetlerin müdahalesini hiçbir zaman zaten hiç kimse tarafından istenilmesin. Artık bundan sonra demokratik sistemlerle çalışsın olay.



Laiklikteki tehlike emareleri size göre nelerdir? Böyle bir tehlikeyi tecrübeli biri olarak görüyor musunuz?

Bugün AK Parti hükümeti sosyal yaşamın, toplum yaşamını dini kurallar çerçevesinde düzenlenmesini ve geleceğe yönelik olarak da kadrolaşma olayı var. Milli eğitimde yapılan, diğer şeylerde yapılan yatırımlar var. Yani bu yöndeki yatırımlar, kendini bir kaç sene sonra gösterdiği zaman, belki de o zaman işte iş daha da zorlaşacak. Yani bugünden itibaren hükümeti seçim yoluyla değiştirme olanağı ortaya çıkarsa, zorlu mücadele olacak ama zorlu mücadelenin sonucu başarılı olabilir. Ama bir dönem daha bu hükümet tek başına iktidar olma olanağına kavuşursa, Türkiye’ye büyük felaket var. Ben bunu açık söyleyebilirim.



Dediğiniz gibi bunlar bir İslam modeli yerleştiriyorlarsa ve artık bir darbe, bir postmodern durum da olmayacağını söylersek, bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilir miyiz?

Eğer diğer siyasi partilerimiz, demokratik kitle örgütlerimiz, toplumumuz, medyamız efendim sivil toplum örgütlerimiz böyle pasif kalır herhangi bir tehlike olmadığı düşüncesiyle, şeye benziyor bu. Kurbağanın haşlanması olayına benziyor. Sıcak suya atıyorsunuz, kurbağa fırlıyor atıyor kendini. Ama soğuk suda yüzüyor. Alttan da ateşini yakıyorsunuz oo ılık ne güzel yüzüyor, yüzüyor. Su öyle bir ısınma derecesine geliyor ki, kurbağa fırlayıp kaçma imkanını kaybediyor, haşlanıyor.



Gündemdeki bir başka konu Tayyip Erdoğan’ın Köşk'e çıkıp çıkmama meselesi. Tayyip Bey’in Köşk'e çıkması devlet için bir tehlike arz eder mi?

Bakın başbakanlığı emanet etmişsiniz başbakanlığı ettikten sonra cumhurbaşkanlığı da edersiniz ama cumhurbaşkanlığı bir başbakanlık gibi değil. Cumhurbaşkanlığı Türkiye’nin bazı emniyet sigortalarını elinde bulunduran bir makam. Nedir bu: Anayasa Mahkemesi üyelerini tayin ediyor, askeri kademinin atamasını yapıyor, üniversite rektörlerinin atamasını yapıyor, Yargıtay, Danıştay kademelerinin atamasını yapıyor, hakim ve savcılar yani üst kademelerde daha çok eli var. başbakan devletten sorumlu ama tüm devlet kurumları şeye bir bakarsanız cumhurbaşkanı tüm kurumlarda etkinliği olan bir makam. Şimdi kendisini başbakanlıktan ayrıldığında bir AKP’li tarafından başbakanlık üstlenilecek hükümet orada. Kendisi de buraya geldiği zaman ne olacak. Kendisi de artık dilediği gibi. Sayın Cumhurbaşkanı'na kabul ettiremedikleri her şeyi çok rahat geçirecekler. Bu düzeni yapacaklar.


12 Eylül öncesi askerin elindeki yetkiler dardı

11 Eylül sabahı dahil her yer kan gölüydü ama 12 Eylül sabahı bir tek kurşun atılmıyordu. Hep bu eleştirilir. Bu olaylar bıçak gibi nasıl kesildi?

Çünkü 12 Eylül’de gelen hükümet yani rejim, hemen Türkiye’yi bölgelere böldü. Sıkı yönetim komutanı ve askeri vali adı altında şeyler oluşturdu. Ve bunlara yetki verdi. Artık o görev ve yetki her türlü silahın da kullanılması, her türlü cezanın da verilmesini öngördüğü için etkili oldu. Etkili tedbirdi. Yoksa silahlı kuvvetler kendine zemin hazırlamak için hükümete müdahale öyle iddialar var çünkü. “Kendine zemin hazırlamak için sıkı yönetimi çok gevşek tuttu. Müdahale etmedi” gibi iddialar var ama değil. Ben içinde yaşayan biri olarak bunun böyle olmadığını, yetkilerin yeterli olmadığından dolayı bunun ortaya çıktığını rahatça söyleyebilirim.



AB mevzuatı ile MGK'nın eli kolu kesiliyor

30 yıl MGK’da kaldınız. 12 Eylül gerçek bir darbeydi. 11 Eylül öncesinde mi rahat çalıştınız 12 sabahı ve sonrasında mı?

MGK’nın gerek yapısı gerekse görev yetkileri itibariyle yetkileri fazla değildi 61 Anayasası'nda. Buna rağmen çalışılıyordu. Yalnız 12 Eylül’den sonra durum değişti. 82 Anayasası'nda MGK ile ilgili konulan hükümler ile görev ve yetki daha çok belirginleşti ki, bu kanunu yapanlardan biri de benim. Biz onu, 70’li yılların tecrübesine göre yapmıştık ama gerek dünya konsepti, biraz da 89’dan sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılımından sonra, dünya da değişmişti konseptler. MGK Kanunu’nda bazı değişiklikler yapmak, bazı müdahalelerden sakınmak gerekebilirdi, bunu yapabilirdik ama bunu yapmadan işte bu AB mevzuatı nedeniyle bu sefer tamamen elini kolunu her taraftan keserek budadılar.



Evren dini birleştirici unsur gördü

Darbeler ya da postmodern darbeler ile her dönemde bazı grupların korunup kollandığı söylenir. Böyle bazı gruplara özel bir koruma oluyor muydu?

12 Eylül’den itibaren, yani sağ veya solda herhangi koruma olmadı. Her ikisine de eşit davranıldı. Bir de cezalar fazla olabilir, idam verilmiş olabilir, ona girmek istemiyorum. Ama ayrım gözetmeksizin yapıldı o. Şimdi 12 Eylül ara rejiminde dine ve dinciliğe biraz biraz dönülmesinin nedeni o zaman devlet başkanı olan Sayın Kenan Evren tarafından dinin bir birleştirici unsur olarak görülmesinden kaynaklandı. Yani eğer, dini biz halkımız arasında birleştirici unsur, payda olarak ortaya atarsak; o zaman eski bölünmeler, sağ ve sol bölünmelerinin olmayacağı gibi bir görüşe vardı. Hatta bir çok toplantılarda, halka hitaplarında da, hep dini öğeler işledi. Dine karşı şeyler işledi.



“Halkın bu süreci tanımlaması hissetmesi uzun sürebilir. Ülke elden gidiyor, cumhuriyet rejimi elden gidiyor” diyenler var. Örneğin; Genelkurmay Başkanı özellikle, devir teslim törenlerinde açık ve net şekilde, irtica tanımını yaparken mevcut hükümetin yetkililerinin söylediği sözlere dikkat çekti Bunlar ne anlama geliyor?

Bu komuta kademesi değiştikten sonraki yapılan söylemleri anlamak için biraz eskiye gidelim. Eski silahlı kuvvetler komuta kademesinde, hükümetle uyumlu bir çalışma vardı. Ve silahlı kuvvetlerden Türkiye’de irtica tehdidi olduğuna dair herhangi bir beyanat yoktu. Münferit bazı kişisel beyanatlar oluyordu ama silahlı kuvvetlerin temel görüşü olarak ortaya konmuyordu. Bu da, halk ve diğer kişiler, diğer partiler ve sivil toplum örgütlerinin veya Atatürkçülerin söylemiş olduğu irtica var sözünü etkisiz kılıyordu. Yani irtica varsa eğer “arkadaşım sen bunu söylüyorsun ama bak silahlı kuvvetler hiç böyle bir şey demiyor.” Bu nedenle senin sözüne halk buna inanmıyordu. Şimdi silahlı kuvvetlerin yeni komuta kademesinin yapmış olduğu bu söylemler, bir yerde halka bak işte irtica var. Halkı uyandırıyor. Halkı yönlendiriyor. Yani bir psikolojik harekat bu. Bu hükümetin ilk geldiği zaman yasak ettiği bir psikolojik hareket mekanizması vardı. Onu ortadan yok ettiler. Şimdi silahlı kuvvetlerin de yaptığı bu. Diyor ki işte bak; “birinci tehdit irtica, göstergeler de şunlar.” “Halkın artık o zaman bilinçlenmesi lazım. Bak diyecek Atatürkçüler dedi, filan parti dedi, şu sivil toplum örgütü dedi, e silahlı kuvvetler de diyor. O zaman artık ben Türkiye’de bir irtica tehdidinin olduğuna inanayım. Bunu sandıkta değiştireyim. Bütün bunun amacı yani silahlı kuvvetlerin ve bugünkü bu şeyin amacı buraya yönelik. Toplumu aydınlatmaya ve yönlendirmeye yönelik. Yani kendilerinin bir hareketine değil. Toplumun irticanın varlığına, çünkü evvela silahlı kuvvetler susuyordu. Toplum tereddüt içindeydi. Artık toplum tereddüdünü gidersin diye, açıkça silahlı kuvvetler bunu ortaya koydu. Ve isabetli oldu onu da söyleyeyim.



Milli Güvenlik Kurulu malum Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde sivilleşti. Bu sivilleşmeyi nasıl görüyorsunuz?

Şimdi olaya MGK’nın sivilleştirilmesi diye bakarsak yanılırız. Burada sivilleştirmeden öte bir şey yapıldı. Bu kanun 2003 yıllarında Meclis’te görüşülürken, ben orada bulundum ve bunu söyledim. Milli Güvenlik Kurulu tamamen ortadan yok edildi. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği yok edildi. Yani Milli Güvenlik sistemi çökertildi Türkiye’de. Hiçbir yetkisi kalmadı, hiçbir karar yetkisi kalmadı. Yani Milli Güvenlik Kurulu şu anda Türkiye’de sadece Milli Güvenlik siyasetinin uygulanmasıyla ilgili görüş ve önerilerini 118’inci madde de böyledir, bildiren bir kuruluş olarak kaldı. 118’inci maddenin ikinci fıkrası vardır. Devletin bölünmez bütünlüğüne, milletin toprağıyla bölünmez bütünlüğüne kamu düzenine milli güvenliğe ilişkin olaylarda verilen kararlardır. Bu kararlar kanundan çıkartıldı. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin başına “Orgeneral çıkamaz” diye bir şey değil o. Yerine bir sivil kişi atandı. Sivilleşme sadece o. Yani sivilleşme olabilirdi o çok güzel. Ben yeni gelen sekreterlerle bir süre çalıştım. Sivil arkadaşımızla da. Ve bunun hiçbir etkisi yok. Ama genel sekreterliğin görev ve yetkileri ortadan kaldırıldı. Milli Güvenlik Kurulu görev ve yetkileri kaldırıldı. 2003 Ağustos ayından bu yana inceleyin lütfen Milli Güvenlik Kurulu’ndan hiçbir karar çıkmamıştır. Hiçbir konuda. Irak konusu gündeme geldi, Afganistan geldi, iç olaylar var. Hiçbir tavsiye kararı hükümete bildirilmemiştir.



Jakoben cumhuriyet tanımları artık yersiz
Yakın çevreniz sizin için, “devletin hafızası” diyor. Devlet ne demektir? Derin devlet var mıdır?

Şimdi önce bir konuya açıklık getirmek gerekir. Çünkü bu kavram kargaşası basında da devam ediyor, bir çok söylemde de. Birey devlet karşılaştırması yapılıyor. Önce birey deniliyor, sonra devlet. Bu teorik olarak haklı. Temel hak ve hürriyetlerin bireye tanınması gayet doğal, bunu kabul edeceğiz ancak devlet düzeni, kamu düzeni olmadan, ne kadar hak ve özgürlük verirseniz verin bireyde bunun mümkün olması, kullanılması mümkün değil. O zaman ne olacak? Bir devlet otoritesinin kamu düzeninden oluşması lazım. Bu otorite ta mağara devrinden başlar ve bugüne kadar gelir. Olaya bu açıdan yaklaştığımız takdirde yani devleti dışlayan fikirler var. “Jakoben cumhuriyet” gibi laflar da ediliyor. Artık 21. yüzyılda bilgi çağında, bilgiye erişimin çok kolay olduğu ve bilgi globalizminin yaşandığı bir dönemde artık devletin "jakoben cumhuriyet" gibi tanımlanması, mümkün değil. Kendimize göre geliştirdiğimiz bir demokrasimiz var. Tam anlamıyla yeterli olmasa bile epeyce mesafe aldık.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 126,37 M - Bugn : 212043

ulkucudunya@ulkucudunya.com