Beşir Fuad 1852 – 06.02.1887
Halef Nas 01 Ocak 1970
Bir dönem Maraş ve Adana mutasarrıflıklarında bulunan Hurşit Paşa ile Giresunlu Memiş Paşanın kızı Habibe Hanımın oğlu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. Doğum tarihi tam ve kesin olmamakla birlikte Ahmet Mithat Efendi, “Ahiren vuku-ı intiharında sinnini otuziki tahmin ettiler. Otuz diyenler dahi oldu. Fakat bencesi otuzdörtlük otuzbeşlikti” diye yazmıştır. (Ahmet Mithat 2014: 24) Buna göre doğum yılı 1852-1853 seneleri olsa gerektir. 35 Yaşında öldüğünü belirten Türk Ansiklopedisi ile İstanbul Ansiklopedisinin (Koçu 1961: 2601) “Beşir Fuad” maddelerindeki 1832 şeklindeki doğum yılı bilgisi yanlıştır. Kendinden bahsetmekten pek hoşlanmayan Beşir Fuat’ın hayatı hakkındaki mevcut malzemeler Sicilli Osmanî, Osmanlı Müellifleri ve daha çok Ahmet Mithat’ın yayımladığı Beşir Fuat kitabıyla sınırlıdır. Fatih Rüştiyesindeki beş yıllık eğitimini müteakip babasının görevi dolayısıyla gittikleri Suriye’de Halep Cizvit Mektebinde bir süre tahsil gördüğünü Ahmet Mithat’tan öğreniyoruz. 1867-1870 yılları arasında askeri idadiyi okuduktan sonra 1871’de Mekteb-i Harbiyeye girişi ile askeri hayatı başlar. 1873’te Mekteb-i Harbiyeden mezun oldu ve aynı sene Sultan Abdülaziz’in yaverliğine tayin edildi. Gönüllü olarak Rus Harbi’ne ve Girit İsyanlarının bastırılmasına katıldı. Sonraları asıl mesleği olan askerlikten istifa ederek intihar edeceği 1887’ye kadar yazı ve yayın faaliyetlerine yöneldi. 5 Şubat 1887 tarihindeki intiharından önce annesinin tutulduğu zihni bir hastalığa yakalanma korkusuyla daldığı sefahat âleminden ötürü ailesinin geçimini temin konusunda daha fazla zorluğa düşmemek için intihar ettiğini söyleyen bir mektup bırakmıştır. Varlıklı olduğu halde geçinme sıkıntısını ileri sürmesi şaşırtıcı olmakla birlikte intiharını tasarladığı hayatının son iki senesinde oğlunu kaybetmesi, hayat sevgisi ve bağlılığını koparan materyalizm ile onun tabii bir neticesi olan dinsizliğin kendisini bedbinliğe sürükleyerek intiharına sebep olabileceği ihtimali üzerinde de durulmuştur. Çok yoğun bir yazı faaliyeti içinde bulunduğu bir zamanda intiharı matbuat için ani ve hayret verici olmuştur. Can çekişirken yazdığı mektup bilimsel bir belge sayılmamakla birlikte hayatı boyunca mücadelesini verdiği pozitif bilimlere bağlılığının bir göstergesi sayılmıştır. (Okay 2008: 15-93) Vücudunu teşrih olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiyeye bağışlaması ve intiharı esnasında bıraktığı mektup Tanpınar’ın ifadesiyle onu “ilim mistiği” yapmıştır. (Tanpınar 2006: 275) Sermet Muhtar Alus, Eyüp’te gömülü olduğunu belirtirse de mezarı kaybolmuştur.
Çeşitli alanlarda basılmış 16 kitabı ve 200’den fazla makalesi vardır. Mükemmel derecede İngilizce, Fransızca ve Almanca bilen yazarın telif ve tercümede ilgi alanları askerlik, felsefe, bilim ve edebiyattır. Fransızcanın sarf ve nahvini anlattığı Bedreka-i Lisan-ı Fransevi, yeni başlayanlar için Fransızcanın gramerini anlatan Usul-i Talim, Almanca öğrenimi için yazılan Almanca Muallimi, İngilizce Muallimi Emile Otto’dan çeviridir. Miftah-ı Bedreka-i Lisan-ı Fransevi ve Miftah-ı Usul-i Talim aynı isimli tercümeler için anahtardır. Fransızca’dan çevirdiği Rehber-i Muallimin 13 sayılık tefrika halinde Ceride-i Havadiste kalmıştır. Bir Lokma Ekmeğin Tarihi Jean Massé’den yaptığı fizyolojiye dair popüler içerikli bir tercümedir. Beşer’de anatomi ve fizyolojiden bahsederken hayalperest şairlerin vücudun farklı organlarına isnat ettikleri yanlışlıkları düzeltme imkânı bulur. Eser hayaliyun-hakikiyun (romantizm-realizm) tartışmasının yoğunlaştığı 1885-1886’da yayımlanmıştır. Envar-ı Zeka’da tefrika halindeki, müellifinin ismini vermeden çevirdiği Kalb, santimantal hislerle kalbe yaklaşan hayalci edebiyatçılara kalbin fizyolojik gerçeğini anlatır. Yazı hayatının başlangıcına ait İki Bebek Fransızcadan, Binbaşıyı Davet Almancadan, Birinci Kat İngilizceden tercüme küçük piyeslerdir. Tercümelerde santimantal trajediye karşı bir duruş söz konusudur. Edebiyat tarihini ilgilendirdiği ölçüde en dikkate değer eseri, birinci cildi Victor Hugo’nun vefat ettiği 1885’te ikinci cildi ise 1886’da yayımlanan dolayısıyla Hugo’nun ölümünden yaklaşık iki ay sonra ona dair derli toplu ilk bilgileri veren Victor Hugo monografisidir. Kimi kaynaklar eserden biyografi diye bahsetse de kitap bir monografidir (Uraz 1959: 51). Bir “Mukaddime”, “14 fasıl” ve bir “hatime”den oluşan bu eserinde Hugo’yu tanıtmanın yanı sıra edebiyatımızda klasizm ve romantizmin sanat ve edebiyattaki ilkelerini ilk defa -birçok eksikliğine rağmen- aktarır. Eserin son dört faslını romantizm-realizm eleştirisine hasrederek Zola’nın şahsında natüralizm ve realizmi tanıtır ve savunur. Böylece basında romantizm ve realizm düalitesinin oluşmasına ve hayaliyun-hakikiyun tartışmasına yol açar. İlk defa Divan şairlerini ve takipçilerini klasik; Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ve onları devam ettirenleri romantik sayan odur. Ancak tasnifte de tam isabet yoktur (Enginün 2013: 789). Fazlı Necib’e gönderdiği bir mektupta kitabın bahislerini “Şiir ve Hakikat” başlığıyla yayımlamayı düşünmüşse de eser ancak 1999’da İntikad ve Mektubat’la bir arada yayımlanmıştır. (Beşir Fuad 1999: 567 s.) Monografi, Ali Kemal’in 1896’da İkdam'da yayımlanan “Sorbonne Daru’l-Fünûnunu’nda” başlıklı yazılarına kadar romantizm-realizme ait bilgilerin yorumlanmasında benimsenen bakış açısında etkili olmuştur. İntikad ağırlıklı olarak, Victor Hugo dolayısıyla esere dair tenkitler, edebiyatta hayal-hakikat meseleleri ve bunların ne ölçüde edebiyatta bulunmaları gerektiğine dair Muallim Naci’yle yazışmalarını içerir. İkisinin de şahsiyetlerini anlamada faydalı bir eserdir. (Yöntem 1962: 227) Fazlı Necip’le mektuplaşmalarından oluşan Mektubat’ta Hugo-Zola romancılığının karşılaştırmasını yaparken genellikle hakikati değiştirdikleri için romantikleri eleştirmekte ve realizmin sanat ve edebiyattaki ilke ve niteliklerini anlatmaktadır. Dostu Mustafa Reşit’in Gözyaşları için yazdığı takriz Gözyaşlarına Takriz ismiyle küçük bir kitapçık olarak yayımlanmıştır. Voltaire monografisinde Voltaire’in Hristiyanlığın skolastik felsefesiyle dini taassubuna nasıl karşı çıktığını anlatırken bir yandan da dine dair kendi düşüncelerinin ipuçlarını verir. Materyalist ve pozitivist bir dünya görüşüne sahiptir ve genel olarak dine özellikle Hristiyanlığa karşıdır. Bununla birlikte İslamiyet’e dair son derece hürmetkâr bir üslup kullanmıştır. Yazılarına baktığımızda bunun sebebinin İslam’ın ilme verdiği değerle alakalı olduğu görülmektedir.
1880-1883 yılları arasında neşredilen ve Beşir Fuat’ın olduğu kuvvetle muhtemel “Fuad” imzalı yazıların yanında “Beşir Fuat” imzalı ilk yazısı İngilizceden çevirdiği 4 parçadan ibaret olan “Filozof, Heraklitos, Sokrat’ın Nutku, Anaksagoras” 1883’te Envar-ı Zekâ'da çıkmıştır (Beşir Fuat 1883: 393-395). 1884’te basında yaygınlaşmaya başlayan edebi-fenni içerikli dergiler furyasına kendisi de katılır ve o zamanın en önemli dergilerinden Hâver’de (Uşaklıgil 2008: 216) yazılarını yayımlar. Ancak bilimden anladığı, yazar kadrosununkinden farklıdır ve yazarları arasındaki ihtilaftan ötürü Hâver kapanınca (Menemenlizade 1301: 12) imtiyaz sahibi olduğu Güneş mecmuasını çıkarır. Dergi okurdan beklenen ilgiyi görmez ve 12. sayısından sonra parasızlıktan kapanınca Osmanlı matbuatının “şeyhü’l-ceraid”i olarak bilinen Ceride-i Havadis’in başyazarlığına geçer. Bir buçuk aylık yazarlık serüveninden sonra gazete Matbuat İdare-i Behiyyesince 1884’te süresiz tatil edilince de kitap telif ve tercümesine devam eder. 1885’te Tercüman-ı Hakikat 1886’da Saadet gazetelerinin yazar kadrosundadır. Yazılarında dönemine göre sade bir üslup kullanmanın yanı sıra fenni konuların halka indirilmesi gayretinde olmuştur. Fikirlerinin eleştirel tarafında bilimsel hassasiyet ne kadar çoksa estetik kaygı o nispette azdır. Edebi şahsiyetinin bariz tarafı kuvvetli bir eleştirici olmasında ve polemikçi üslubunda aranmalıdır. Objektif, tarafsız ve edebi kaynaklarını göstermede bilimsel tavrıyla dönemi içinde birçok yazar ve eleştiriciden ayrılır. Yorumlarında sürekli mantıktan yararlanan kuvvetli bir muhakeme sezilir. Bu yüzden tartışmalarda şahsiyetini öne çıkarmaz; kendisini dinsizlikle ithama kadar varan Zülfikar imzalı yazıya verdiği cevap müstesna (Beşir Fuad: 1887). Türk edebiyatı tarihi birçok “ilk”i onunla okumuştur. Osmanlı aydınlarının çoğu Zola, Daudet, Dickens, Flaubert, Comte, Büchner, Spencer, D’Alembert, De la Mettrie, Chambers, Diderot, Claude Bernard, Ribaut, Tarde gibi pozitivist, natüralist ve realist yazar ve düşünürleri ilk defa onun yazılarıyla tanımıştır (Okay 1992: 5). Dönemin edebiyat okurları romanda tecrübe, deney, teşrih ve tahlil gibi meseleleri ilk defa onun kitaplarında görmüştür. Türk edebiyatında 1885’e kadar devam eden santimantal ve romantik eğilimlere natüralizmin lehine karşı çıkması edebiyatın seyrini değiştirmiş hayaliyun-hakikiyun tartışmasıyla ilk defa şiirle bilimi karşı karşıya getirmiştir. Recaizade M. Ekrem’le başlayan “gözyaşı edebiyatı”nın hayalciliği son raddesine getirdiği bir dönemde telif, tercüme ve gazete yazılarında edebiyatta hakikatin varlığına ve önemine dikkat çekmiştir. Ona göre şiirin değeri hakikati ifade etmesiyle doğru orantılıdır. Hayalci şairlerin hakikatin hayalle süslenmesi lüzumunu dile getirdikleri fikirlerinin karşısında edebiyatın mutlaka hakikati ifade etmesi gerektiğini savunmuştur. Mevzuyla alakalı eleştirileri teşbih, mecaz ve özellikle mübalağa gibi şiirin hayal unsurlarına ilişkindir. Hayal-hakikate dair görüşlerinde “hakikat” vurgusu kendisinden sonra gelen Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Halit Ziya, Nabizade Nazım, Hüseyin Cahit gibi birçok önemli yazar tarafından benimsenmiş böylece Türk edebiyatının gelişimi 19. asırda hayalden hakikate doğru bir seyir takip etmiştir. Yine de Türk edebiyatı hiçbir zaman onun arzu ettiği seviyede, düşüncede pozitivist sanatta natüralist olmamıştır. Beşir Fuat’ın katkısı hakikatin edebiyatta bir değer haline getirilmesindeki öncü rolü ve kuvvetli vurgusudur. Şinasi’nin klasik anlayışıyla başlayan, Namık Kemal’in romantizmden yararlanan gerçekçilik anlayışını natüralist ve realist yönde değiştirerek bir nihayete ulaştırmıştır. Edebiyatın şiir, roman, hikâye, tiyatro gibi pratik verimlerinde eser telif etmediğinden edebiyat tarihlerinde pek önemsenmemiştir (Okay 1992: 5). Ancak tenkit de bir edebi türdür ve mükemmel bir Türk Tenkit Tarihi ortaya çıktığında ancak hak ettiği ilgiyi görecektir.